Etnik Probleme Osmanlı Çözümü
Menfî milliyetçilik akımı, Osmanlı Devleti'ni 19. yüzyıldan itibaren Balkanlarda ciddi problemlerle karşı karşıya getirmişti. Sultan 2. Abdülhamid, saltanat yıllarında Balkan Müslümanlarının Osmanlı'ya sadakatle bağlı kalmaları için elinden geleni yapmış; ama 1909'da onu tahttan indiren İttihatçıların yanlış siyaseti yüzünden Balkanlarda huzursuzluk had safhaya çıkmıştı. Devlet idaresine tamamen hâkim olan İttihatçılar, istedikleri kabineyi iş başına getiriyor, istemediklerini ise baskı ve tehditle uzaklaştırıyordu. Memlekette can ve mal emniyeti de büyük zarar görmüştü.
Rumeli'de Arnavutların yaşadığı bölgelerde de isyan hareketleri çıkmıştı. Osmanlı'nın parçalanmasını isteyen İtalya ve Avusturya gibi güçlerin, Arnavutları kullandığını ve isyana teşvik ettiğini gören aklıselim sahibi Arnavut mebuslar, Meclis'te yaşanan kavgaları da nazara alarak, hükümete müracaat etmiş; şiddet hareketlerinin daha fazla artmasına ve zor kullanılmasına fırsat verilmeden bölgeye bir nasihat heyeti gönderilmesini talep etmişti. Asırlardır Osmanlı teb'ası olan Arnavutlar arasında baş gösteren huzursuzluk karşısında, İttihat ve Terakki mensupları, talep edilenin aksine bir metot tercih etmiş ve Mahmut Şevket Paşa komutasında bir orduyu bölgeye göndermişti. Ama zor kullanılmasına rağmen isyan durdurulamamıştı. Asıl yapılması gereken, halkı devletin yanına çekmek, devlet otoritesine isyan eden grupların ve Arnavutluk yolu ile Osmanlı İmparatorluğu'nun kalbine ölüm darbesi indirmek isteyenlerin oyunlarını bozmaktı. O günkü şartlar altında askerî tedbirlerin çok da tesirli olmayacağı aşikârdı.
Meydana gelen hâdiseler karşısında çok fazla üzüntü duyan Sultan Mehmed Reşad, sulh ve sükûnetin sağlanmasına yardımcı olmak için Rumeli seyahatine çıktı. Dindar, mütevekkil şahsiyeti ile tanınan Sultan Reşad'ın bu seyahatine resmî zevatın hâricinde, Bediüzzaman Hazretleri gibi ulemadan mühim simalar da iştirak ettiler. Bediüzzaman Hazretleri, 2. Meşrutiyet sonrasında patlak veren 31 Mart Hâdisesi'nde yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen tutuklanmış ve yargılanmıştı. Mahkemede kendisiyle beraber birçok mâsumun beraat etmesine vesile olan o muazzam müdafaasını yaptıktan sonra Tiflis'e gitmişti. Bilahare Doğu'daki aşiretler arasında Meşrutiyet'i anlatmış; 1910 yılı kışını Şam'da geçirdikten sonra Beyrut-İzmir üzerinden tekrar İstanbul'a gelmişti.
Bediüzzaman Hazretleri'nin bir 'derdi' vardı. Derdine âşık bir dâvâ adamıydı. Şark'ta kurmayı düşündüğü üniversite projesini padişaha anlatmak ve onun desteğini almak istiyordu. İstanbul'a geldikten sonra, Sultan Reşad'ın tahta çıkışının ikinci yıldönümü münasebetiyle 27 Nisan 1911'de yapılan merasimde hazır bulundu. Bilâhare padişahın Rumeli seyahatine Şark vilâyetlerini temsilen iştirak etti. Bu durum bile başlı başına Sultan Mehmed Reşad'ın Bediüzzaman'a gösterdiği teveccühün bir nişanesiydi. Donanmaya yeni katılan Barbaros Zırhlısı ile 6 Haziran 1911 Salı günü İstanbul'dan halkın sevgi gösterileri eşliğinde hareket eden kafile, ertesi gün Selanik Limanı'na ulaştı. Bir şenlik havası içinde karşılanan Sultan Reşad, iki sene evvel tahtan indirilen ve o günlerde Selanik'teki Alâtini Köşkü'nde âdeta bir mahpus hayatı yaşayan ağabeyi Abdülhamid Han'a 'Selâm-ı Şâhânesi'ni yolladı ve onun üzerindeki baskının tedricen hafiflemesini sağladı.
İki üç günlük incelemelerin ardından Selanik'ten trenle hareket eden kafile, 11 Haziran 1911'de, o yıllarda Kosova Sancağı'nın en büyük şehri olan Üsküp'e gitti. Bu tren yolculuğu sırasında iki muallimle Bediüzzaman Hazretleri arasında uzun bir sohbet cereyan etti. Bu muallimler Bediüzzaman'a: "Hamiyet-i diniye mi, yoksa hamiyet-i millîye mi daha kuvvetli ve daha lâzımdır?" diye bir soru sormuşlar; o da onlara uzun uzun meselenin izahını yaparak, "hamiyet-i diniyenin daha kuvvetli ve lâzım olduğunu" ispatlamış ve onları iknâ etmişti. Ayrıca menfî milliyetçiliğin bu topraklarda yaşayanlara verdiği zararı anlatmış; huzur ve kardeşliğin devamı adına mânevî değerlerin ne kadar ehemmiyetli olduğunu dile getirmişti.
Seyahatin Üsküp kısmında, burada kurulması plânlanan üniversitenin temeli atıldı. Bediüzzaman Hazretleri seyahat boyunca bulduğu her fırsatta İttihatçılara ve Sultan Reşad'a Şark'ta böyle bir müessese açılmasının lüzûmundan bahsetmiş; onlar da kendisine destek sözü vermişlerdi. Sultan Reşad, Üsküp'te daha sonraları depremde yıkılan idadiyenin balkonundan halkı selâmlarken, hemen yanında Bediüzzaman da bulunuyordu. Ayağında çizme, belinde kuşak, elinde gümüş saplı bir kamçı, beline asılı fildişi saplı bir kama ve başında siyah puşi ile dikkatleri üzerine çekiyordu. Türk, Arnavut, Makedon binlerce Üsküplü Müslüman onlara büyük tezahürat yapmıştı. Burada kaldığı müddet içerisinde bölgenin âlimleri, "Molla Said Efendi" diye tanıdıkları Bediüzzaman'ın yanına gruplar hâlinde gelerek çeşitli sorular sormuşlardı.
Sultan Reşad ve maiyetindekiler 16 Haziran 1911'de Priştine üzerinden Kosova'ya ulaştılar. Priştine'ye 8 kilometre uzaklıkta bulunan Kosova Ovası'nda, 522 sene evvel Osmanlılarla Haçlılar arasında meydana gelen ve tarihe 1. Kosova Meydan Muhaberesi (1389) olarak geçen büyük savaşta Murad Hüdavendigâr şehit düşmüştü. Sırp despotu Lazar kumandasındaki güçlü orduyu yenerek Kosova'yı Osmanlı topraklarının bir parçası hâline getiren Murad Han, zaferden sonra savaş sahasını gezerken Müslüman olacağını ve mühim bilgiler vereceğini söyleyerek yanına yaklaşan Miloş Obiliç isimli bir Sırp prensi tarafından hançerlenmişti.
63 yaşında şehit olan Osmanlı sultanı, her bakımdan adanmış bir ruhtu ve inandığı değerler uğruna, şehitliği dünya sultanlığına tercih etmişti. İç organları ve kalbi, şehit olduğu yere gömülen sultanın cenazesi, tahnit (iç organları çıkarılıp ilâçlandıktan sonra) edildikten sonra Bursa'ya götürüldü ve şehrin ruhâniyetli köşelerinden Çekirge semtinde bulunan Murad Hüdâvendigâr Camiî karşısındaki türbeye defnedildi. Muzaffer hükümdarın iç organlarının gömüldüğü yere daha sonradan oğlu Yıldırım Bayezid tarafından bir 'makam-türbe' (Meşhed-i Hüdâvendigâr) yaptırıldı ve yine aynı padişahın emriyle yeniçerilerden biri, ailesiyle birlikte türbenin nöbetçisi olarak bırakıldı. O günden itibaren de türbedarlık vazifesi aksatılmadan devam ettirildi. Hâlen de Sultan Abdülmecid Han devrinde tayin edilmiş olan Buharalı Hacı Ali Efendi'nin soyundan gelenler türbedarlığı devam ettirmektedirler.
Kosova topraklarındaki en eski Osmanlı eseri olan Meşhed-i Hüdâvendigâr, farklı etnik kimliklere mensup Balkan Müslümanları için ortak bir mânevî değer hükmüne geldi. Rumeli halkının ve bölgede vazifeli devlet adamlarının daimi ziyaretgâhlarından biri oldu. Arnavutlar, Türkler ve Makedonlar arasındaki kardeşliğin güçlenmesine vesile olan türbeye, Sultan 2. Abdülhamid büyük ehemmiyet verdi. Onun emriyle 1906'da Hazine-i Hassa'dan (özel bütçesinden) ayrılan para ile ciddi bir tamirat yapıldı ve ziyaretçiler için türbenin yanına bir de 'selâmlık' (misafirhane) binası eklendi. Sultan 2. Abdülhamid'in, irade-i seniyye çıkararak Meşhed'deki çalışmalara Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) doğum yıldönümünde başlanılmasının uygun olacağını belirtmesi, bu konudaki hassasiyetini gösteriyordu. Meşhed, 1911'deki ziyaret öncesinde de tamirden geçirildi. Ayrıca bu ziyaretin hatırasına avluya bir mermer çeşme inşâ edildi ve Reşadiye Medresesi'nin temeli atıldı.
Heyet, 16 Haziran 1911 günü Meşhed-i Hüdâvendigâr'ı ziyaret ettikten sonra, zaferin kazanıldığı Kosova sahrasında yüz bini aşkın muazzam bir cemaatle cuma namazı kıldı. Savaşlarda bile görmediği mahşerî bir insan kalabalığı ile kaplanan tarihî meydan, mübarek ve gerçekten unutulmaz bir gün yaşadı. Meydanın en hâkim yerine bir minber inşâ edildi ve şeyhülislâm burada hutbe okudu. Padişah da halka yaptığı konuşmada, kardeşler arasına sokulan nifak ve husumetten duyduğu üzüntüyü dile getirip Müslümanlar arasındaki uhuvvete dikkat çekti. Kan ve diyet dâvâlarını önleyebilmek maksadıyla 30 bin altın ihsanda bulunduğunu ve umumî af ilân ettiğini belirtti. Sadrazamın da konuşması sırasında, "Padişahın tacının en kıymetli pırlantası olan Arnavut halkının devlete sadakatinden emin olduğunu, bu kadar Müslüman'ın yalnız senede bir defa Kâbe-i Muazzama'da görülebileceğini ve Kosova sahrasının bugün ikinci bir Arafat olduğunu" dile getirmesi halkı çok memnun etti.
Sultan Mehmed Reşad'ın devlet ricâlini ve âlimleri yanına alıp, çoğunluğu Arnavut olan bir cemaatle iç içe olması, onlarla aynı safta el bağlayıp secdeye varması, tahmin edilenden daha büyük bir tesir uyandırmıştı. Huzur ve sükûneti sağlamak adına Mahmud Şevket Paşa'nın 22 tabur askerle yapamadığı işi padişah, bu mânevî kuvvetle temin etmiş ve halkın devlete ısınmasını sağlamıştı. Son iki yıldır kargaşa ve isyanların eksik olmadığı bölge, bu sayede tekrar eski sakin günlerine dönme fırsatı yakaladı. Bu seyahatin siyasî faydalarından daha ziyade öne çıkan tarafı; savaşlarda kahramanlığı ile ün salmış ve iftihar vesilesi olmuş bir halkın gönlünün fethine medar olmasıydı.
Yine bu ziyaret münasebetiyle Kosova ileri gelenleri, Sultan Murad'ın şehit edildiği günün, 'millî gün' olarak ilân edilmesini ve her yıl Osmanlı ileri gelenleri tarafından türbenin ziyaret edilmesini istemişlerdi. Kosova'da huzur ortamının sağlanması ve dış kaynaklı tahriklerle Osmanlıdan koparılmak istenen Arnavutların kaynaşması adına bu talep yerinde bulundu. Kosova Savaşı'nın yapıldığı Hicri 791 Şaban'ının 15. gününe denk gelen Ağustos'un 9. günü her sene Meşhed'de toplanılmasına karar verildi. Nihayet kafile, Üsküp üzerinden tekrar Selanik'e döndü. İstanbul'a doğru yol alan Barbaros Zırhlısı Çanakkale Boğazı'ndan geçerken top atışlarıyla selâmlandı. 26 Haziran 1911'de İstanbul'a ulaşan heyet, büyük bir kalabalık tarafından karşılandı.
Sultan Reşad'ın Rumeli seyahatinden kısa bir süre sonra maalesef 1. Balkan Savaşı patlak verdi. Osmanlı Devleti, Trablusgarp Savaşı devam ederken, bu defa da Sırbistan, Yunanistan, Karadağ ve Bulgaristan'ın 8 Ekim 1912'de başlayan ortak saldırısıyla sarsıldı. Rusya, daha evvel Osmanlı'dan bağımsızlık kazanan ve topraklarını genişletmek isteyen Balkan devletlerini savaşa kışkırtarak, Boğazlar üzerinde hâkimiyet kurmak istiyordu. Osmanlı'nın içine sürüklendiği güçsüz durum, beş asır himayemizde kalan bu devletleri cesaretlendiriyordu.
Buhranların üst üste geldiği o günlerde Kosova, Sırp ordusu tarafından işgal edilince Osmanlı askerleri bölgeden geri çekildi. Kosova ve Makedonya'nın elimizden çıkması hem Üsküp'teki üniversite projesinin hem de Meşhed-i Hüdâvendigâr'da yapılması plânlanan merasimin inkıtaa uğramasına sebebiyet verdi. Bağımsızlık yanlılarının isyan teşebbüslerine rağmen, Kosovalı Arnavutlar, fırsatı ganimet bilip Osmanlı'ya arkadan saldırmadılar. Sultan Reşad'ın bir yıl evvel seçkin bir zevatla birlikte, Murad Han'ın Meşhed'i başında verdiği kardeşlik mesajı tesirini göstermişti. Aynı dine, aynı kitaba, aynı peygambere inanan Müslümanlar arasında iftirak ve ayrılık yaşanmamalı, tam aksine birlik ve beraberlik tesis edilmeliydi. Müslümanların yaşadığı ülkeler arasında çeşitli sebeplerle sınırlar var olsa da, mühim olan gönüllerin ve ideallerin beraberliğiydi.
Hâlihazırda karşı karşıya olduğumuz meselelerin çözümünde bu hâdiseden alınacak dersler olsa gerek. Yanına âlimleri ve halkın sevdiği, hürmet gösterdiği insanları alarak problemlerin yaşandığı bir bölgeyi ziyaret eden Sultan Reşad'ın bu tavrı ve neticeleri, günümüz idarecileri açısından üzerinde durulmaya ve düşünülmeye değer bir konudur. Halkın sesine kulak vermenin, samimane hislerle halkla iç içe olmanın, ortak mânevî değerler etrafında birleşmek için gayret sarf etmenin, günümüzde birçok problemin çözümü için anahtar teşkil edeceği unutulmamalıdır. Ümidimiz o ki, bu üslûp ve tavır memleket sathında idarecilerimize bir ışık olur.