Risale Haber-Haber Merkezi
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Eskişehir'de evinde misafir kaldığı Abdülvahit Tabakçı ağabey vefat etti.
1927 yılında Eskişehir'de doğan Tabakçı ağabey 16 Ocak 2019 tarihinde İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuştu. Cenazesi Eskişehir'de toprağa verildi.
Üstad kimsenin evinde kalmazdı
Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor kitabı için Abdülvahit Tabakçı ağabeyle görüşmüştü:
1949 senesinde ilk defa Bediüzzaman Hazretlerini Afyon Hapishanesinde gören ve 50’li yılların ortalarından itibaren tam teşekküllü ve tam teçhizatlı olarak hanesi ve hane halkıyla beraber hizmet kervanına katılan bu ağabeyimiz, 1966’dan itibaren İstanbul Çamlıca’da ikamet etmekteydi. Aziz Üstadımızın, “müteharrik-i bizzat”, tarif ve şümulüne mâsadak olmuştu.
Bir hususu da belirtmeden geçemeyeceğim. O da; çok uzun yıllardan beri yaptığım araştırmalarım sırasında Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bir eve gidip de misafir kaldığına dair bir hatıra hatırlamıyorum, böyle bir kayıt yapmadım hiç… Olamazdı zaten, çünkü Bediüzzaman’ın böyle bir âdeti yok… Ama bunun sadece bir istisnası var, o da Eskişehir’de…
Abdulvahid Tabakcı anlatıyor: Risale-i Nur’la ve Üstadla ilk tanışmam
Ben Risale-i Nurları ilk defa merhum kayınpederim Şuayb Esen’de gördüm. Galiba Küçük Sözler’di... 1946’dan önceydi... Daha önce arz ettiğim gibi üstadı da ilk olarak 1949 yılında Afyon’da uzaktan görmüş ama görüşememiştim. Daha sonra Emirdağ ilçesinde mükerreren gördüm. Ancak kendisiyle teke tek ve yüz yüze görüşüp konuşmam yanılmıyorsam 1955 yılında gerçekleşti. O zaman daha köyde yaşıyordum ve henüz Eskişehir’e göçmemiştim. Üstad Emirdağ’dan Eskişehir’e gelerek birkaç gün Yıldız Otelinde kalıp dönmüştü. Otele geldiği gün kayınpederim ile ağabeyim Şuayıb Tabakcı onu otelde ziyaret edip geldiler.
Bana "sen de gel" demedikleri için çok üzüldüm ama bir şey söyleyemezdim tabi. Ertesi gün ben de otele gittim ama kapıdaki sivil polisler binaya girmeme izin vermediler. O sırada yoldan geçmekte olan Eskişehir milletvekili Ertuğrul beyi gördüm. Kendisini tanıyordum. Durumu ona anlattım. O gelerek polislere sertçe konuşup engel olmamalarını söyleyince bana karışmadılar. Ben de otele girdim. Üstadın odası beşinci kattaymış. Bazı kardeşler üstadın kaldığı odanın karşısındaki bir odada idiler. Onlara üstadı görmek için geldiğimi söyleyince –sonradan Zübeyir Abi olduğunu öğrendiğim kişi- “Üstad, beni görmeye gerek yok. Risale-i Nur okuyun” diyor diyerek görüşme isteğime olumsuz bir karşılık verdi. Bunun üzerine mecburen oradan ayrılmak üzereydim ki, içeriden Üstad kapıyı tıklattı. Bu, bir çağırma biçimi imiş. Hemen Zübeyir Abi, “gel diyor” dedi. Büyük bir sevinç ve heyecanla kapıya doğru yürüdüm o sırada başımda İtalyan Borsalino marka bir silindir şapka vardı. Telaştan çıkarmayı unutmuşum. Niye giymiştim hatırlamıyorum. Tam ben içeri girerken Zübeyir Abi şapkayı başımdan alıp bir tarafa attı ve beni huzurda hacaletten kurtardı.
Babamı ve sabah namazını söyleyecektim
Üstad’ın yanına girdim, elini öptüm ve yere diz çöküp oturdum. Kendisi karyolada oturuyordu. Odanın pencerelerinde perde yoktu. Perde yerine geçmek üzere camlara kâğıtlar yapıştırılmış durumdaydı. Bana hitaben “Şuayb’lar perde getireceklerdi gerek kalmadı. Selam söyle” dedi. Şuayb’lar dediği, isimleri aynı olan kayınpederim ve ağabeyim idi. Demek ki perde getireceklerdi...
Bu ziyaretimde benim Üstada arz edeceğim iki husus vardı: Biri babamla ilgili olarak gördüğüm zahiren pek hoş olmayan bir rüya idi. Onun tabirini öğrenmek istiyordum. Diğeri de sabah namazlarına kolay kalkabilmem için dua ve himmetini rica edecektim. O zamanlar bu konuda biraz sıkıntım vardı. Ne ilginçtir ki kendisine bu iki konuyu daha anlatmadan her ikisini de cevaplandırdı.
Rüya konusunda dedi ki: “Senin gördüğün rüyanın bir benzerini, Birinci Cihan Harbinde, Doğu Anadolu’da Rus işgal kuvvetlerine öncülük yapan ermeni çetecilerle savaşırken talebem Molla Habib’le, bacağım kırık vaziyette saklandığımız bir istihkâmda ben de görmüştüm” dedi. Ve rüyamın çok güzel olduğunu söyleyip ilave etti “Ne bahtiyar baban varmış!”. Ben bu sözleri duyunca tabii çok sevindim.
Sabah namazına kalkma konusunun önemine dair de bazı nasihatler etti. “Namazını bırakma, bilhassa sabah namazını” dedi. Bu meyanda son olarak aynen şöyle demişti: “Sen de bilirsin ya, Mehmed Akif kardaşımızın bir beyit’i var idi. "Âlemin neş’eli sabahında göz açandan gider bütün korku / Her seher feyz-i Hak olur taksim, rızka manidir o zaman uyku” dedi ve ilâve etti, “Annen ve hayat arkadaşın sabah oluyor deyince kalkarsın.”
Gerçekten daha sonra bu konuda sıkıntı yaşamadım. Üstadın yanından büyük bir sevinçle ayrıldım. İçimden geçirdiğim soruları anlamış ve cevaplarını vermişti. Aradığımı bulmuş olmanın hazzı içindeydim. Hazretle ilk görüşmem bu şekilde olmuştur.