İddialı konuşmayı sevmem ama bugün iddialı konuşacağım. Çünkü Bediüzzaman Said Nursi’nin hayret ve merak uyandıran kişiliğinin, keşiflerinin, yaptığı dönüşümün üzerindeki örtüyü kaldıracağına ve yeni bir dönem açacağına inandığım iki eserden söz edeceğim.
Bugün hepinizin davetli olduğu bir kitap tanıtımı olacak. Kitabın adı ‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman.’ Nesil Yayınlarından çıktı. Toplantı Topkapı Eresin Otelde akşam saat 19.30 da. Kitabın devamı olan ikincisinin adı ‘Akıldan Kalbe Yolculuk, Bediüzzaman Modeli’ olacak. O da hazır. Kısa süre sonra okuyucu ile buluşacak.
Bu kitabı neden yazdığımı giriş bölümümde belirttim.
Ben Risale-i Nur veya Bediüzzaman uzmanı olmadığım gibi dini konularda hiç uzman değilim. Fakat varoluşu bu kadar güzel açıklayan, din ve bilimi bu derece güzel birleştiren, bilim felsefesinde çığır açan, çağın dertlerine tabip gibi reçete yazan ve reçeteyi uygulamaya sokan, benim gibi zor ikna olan materyalist eğitim almış, insanı analiz etmeye çalışan bir meslekle uğraşan birisini tatmin eden eserler hakkında düşüncelerim bir çok kişi için ilginç gelecektir diye düşündüm.
Bence Bediüzzaman’ın Einstein’ın izafiyet teorisi veya Newton’un yer çekimini keşfi kadar önemli pek çok keşfi var. Onlardan bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.
1-Elmas kılıç (İmani konularda kiplik mantığı gibi yöntemleri kullanması), sihirli asa (mânâyı harfi yöntemi) ve kuantum ene (hüve nüktesi) kavramları birer keşiftir.
2-Yüz yıl önceye ait İslamiyet’le demokrasi kültürü arasında doku uyuşmazlığı olmadığına dair fikirleri keşiftir.
3-Materyalizmi eleştirirken “antidarwinizm” yapmaması yeni ve ileri bir metoddur.
4-Osmanlının parçalanmaması için yazdığı reçetenin bugün halen geçerli olması şaşırtıcıdır.
Despotizme karşı duruşuna dair kitaptan bir bölüm:
“Bediüzzaman otuzlu yaşlarda İstanbul’a gelip bir hana yerleştiğinde kapısına “Burada her müşkül hallolunur, her meseleye cevap verilir, fakat sual sorulmaz” diye levha asmıştı. Bu iddiasında dikkati çekmek ve özgüvenin yanı sıra, çoğulculuğa da işaret ettiğini görürüz. Medrese hocalarının baskısı ve ilmî istibdadın olduğu bir dönemde ilmî eleştirilere açık olduğunu göstererek, medreselerdeki despotizme meydan okumuştur. Çünkü medrese eğitiminde öğrencinin fazla soru sorma ve tartışma hakkı yoktu. Hocalar başöğretmen gibi ders anlatırlar. Bu sisteme bayrak açan, muhalefet eden Bediüzzaman’ın, odasının kapısına yazdığı yazı ile eleştirilere ve sorgulayıcı düşüncelere açık olduğunu, soru sordurtmayı teşvik ettiğini ve ilmî despotizmi protesto ettiğini görürüz.
İlmi çoğulculuğun işaretini göstererek 1900’lü yılların başında medreselerin aktif olduğu bir dönemde bu kurumların sorgulanmasına sebep olmuştur. O yıllarda o derece hürriyet vurgusu yapmıştır ki, hürriyeti imanın vazgeçilmez bir esası olarak düşündürtmüştür.”
Eşit oyu savunan 1911 tarihli Kürt aşiretlerine bir dersinden yorum;
“Bediüzzaman Münâzarat adlı eserinde çoğulculuğa örnek olabilecek tavsiyelerde bulunmaktadır. Şarktaki aşiretler Yahudi ve Hıristiyanların nasıl eşit oy hakkına sahip olacaklarıyla ilgili bir soru sorarlar: “Meclis-i Mebusan’da Hıristiyanlar, Yahudiler vardır; onların reylerinin şeriatta ne kıymeti vardır?”
Şu cevabı verir:
“Evvelâ: Meşverette hüküm ekserindir. Ekser ise, Müslümandır, altmıştan fazla ulemâdır. Mebus hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerektir. Demek, hâkim İslamdır.
Sâniyen: Saati yapmakta veyahut makineyi işletmekte, san’atkâr bir Haço ve Berham’ın reyi mûteberdir.”
Bir saati yapmak için işinin ehli olan bir Ermeni usta tercih edilirse, Meclis-i Mebusan’da da reyinin muteber olması gerekir. Bu düşüncede, uzmanlığa saygı vardır. Bediüzzaman politikayı da uzmanlık ve işletmecilik alanı olarak görür ve bu konuda kendini geliştirmiş ve seçilmiş insanların reyinin muteber olduğunu savunmuştur. Günümüzde demokratik değerler olarak tanımladığımız katılımcılığı bir asır önce teşvik etmiştir.”
Merak edenlere birkaç örnek verebildim. Umarım keşfedilmemiş bir hazine olan ön asyanın karanlığını gökten gelen ışık gibi aydınlatan bu ilginç kişiliği doğru yansıtabilmişimdir.
Haber7