Bediüzzaman, İbn-i Sina’nın: “Öldükten sonra diriliş için aklî delil yoktur.”[1] dediği haşri, Haşir Risalesi’yle iki kere iki dört eder kolaylığında ortaya koydu. Sayısız aklî delillerle izah ve isbat etti.
“Felsefecileri boğan madde benim ayağımı dahi ıslatamadı.”[2] diyerek onların ne kadar biçare olduklarını, yine Yunan ve Batı filozoflarının bir çoğunun “yok”, İslam filozoflarının bir kısmının “ruhanî”[3] dedikleri ahiret hayatının ruhanî olmadığını, içinde yaşadığımız fani dünyadan kıyaslanmayacak derecede üstün, bakî, ebedî, ve aynı zamanda cismanî olduğunu isbat etti.[4]
Materyalistler güneşi ve onun azametini dikkatlere sunarken ve akılları dehşete düşürürken; Bediüzzaman, güneşin azametinden güneşin Yaratıcısının azametini dikkatlere sundu. Güneşin, gezegenleriyle beraber intizamlı dönüşünden Yaratıcısının baş döndüren intizamına dikkat çekti.[5]
Yıldızların diline tercüman oldu. Onların, Yaratıcılarının varlığına ve birliğine birer nurlu delil, gök ehline birer dönen mescid, yürüyen birer ulvî aşiyan, yüzen birer gemi, uçan birer tayyare ve birer kandil olduğunu, “kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü, hem işitmez sözümüzü, Hak söyleyen ayetleriz biz”,[6] dediklerini bize tercüme etti.
Dünyanın, Allah’ın okunması gereken bir kitabı, ahiretin bir tarlası, Allah’ın isimlerinin aynası, seyyar bir Pazar, geçici bir piknik alanı ve bir müsafirhane olduğunu dikkatlerimize sundu.[7]
Eğer bütün mülkün sahibi olan Allah´ı bulur, onun kulu olduğunu itiraf ve ilan edersen her şey senin olur. Hesapsız bir sevap alırsın, sınırsız bir safa ve saadet ile başbaşa kalırsın. Eğer Onu bulamazsan, kendine beyenir, kendini, kendine sahip sanarsan, sayısız belayı başına toplar, sınırsız azabı tadarsın.[8] dedi.
KÂİNAT BİR KİTAP, HER VARLIK BİR ÂYET, İNSAN İSE AYET-İ KÜBRA
Bediüzzaman, kâinatın okunması gereken bir kitap, her varlığın bir ayet, insanın ise bir ayet olduğunu söyledi. Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizi de kâinat kitabının âyet-i kübrası yani en büyük ayeti olarak gösterdi. Neden Peygamberimiz en büyük ayettir? Çünkü Yüce Allah’a en iyi ayna o olmuştur, Allah’ı en iyi o göstermiştir. Allah’ı en iyi o tanımıştır, en iyi o tanıtmıştır. Bu sebepten dolayıdır ki Hz. Peyganber, “Sizin içinizde Allah’ı en iyi bileniniz benim. Dolayısıyla Allah’tan en çok korkanınız da yine benim.”[9] buyurmuştur.
İnsanı diğer varlıklardan veya diğer ayetlerden ayıran en birinci özellik, kendisinin bir ayet olduğunun bilincinde olmasıdır. Yani kendisini okuyan ve okuma kabiliyetinde olan bir ayettir. Bu kabiliyette olduğu halde kendisini okumazsa makamından yuvarlanır, esfel-i safiline düşer. Onu bu düşüşten kurtarmak için Bediüzzaman uyarır ve seslenir:"Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var."[10] der.
Bediüzzaman, kâinattan halıkını soran bir seyyah oldu. Kâinatı konuşturdu. Kâinattan ve kâinatın içindeki her varlıktan Allah’a giden yolu gördü, gösterdi. Kâinatın ve kâinattaki her varlığın “Allah” diyen dillerine tercüman oldu.
Kur’an’ın[11] okumamızı ve tefekkür etmemizi istediği Kâinat Kitabını ve kâinat kitabının ana fikri olan insanı en muhteşem bir şekilde okuma çığırını çağımızda Bediüzzaman açtı. Kâinat Kitabına en güzel şerh ve tefsiri o yaptı. Risale-i Nur, sadece Kur’an’ın değil, aynı zamanda Kâinat Kitabı’nın da şerh ve tefsiridir.
Üstad Bediüzzaman, hiç kimsenin yapamadığı en güzel insan analizleri yaptı. İnsanın:
“Allah’ın isimlerine ait garaibin fihristesi”,
“İş ve sıfatlarının mikyası”,
“Kâinattaki âlemlerin mizanı”,
“Bu büyük alemin bir listesi”,
“Hem şu kâinatın bir haritası”,
“Hem şu büyük kitabın bir fezlekesi”, (özeti),
“Hem kudretin gizli definelerini açan bir anahtar külçesi”,
“Hem varlıklara serpilen ve vakitlere takılan kemalatının bir ahsen-i takvimi”,[12]
“Bir kudret mucizesi”,
“Bir hılkat neticesi”,
“Bir sanat acubesi”,[13] olduğunu o söyledi. Söyledi Zamanın Bedii oldu.
Bediüzzaman’ı, Zamanın Bedii yapan özelliklerden biri de budur. Yani üslubundaki bedaet, belağat, mümteni sühulet ve fesahet. Bu ifadelerde harika bir güzellik, zamana ve mekâna uygun orijinal tesbit, çok uzun ve zor şeyleri çok kısa ve kolay ifade, kurallara uygun selsebil gibi bir akış vardır. Bu ifadelerin her birinden açılsa bir makale ve belki bir kitap çıkar. Bunları Zamanın Bedii olmayan söyleyemez.
Bal arısının bir kudret kelimesi,[14] küçücük bir bal makinesi,[15] sineklerin küçücük istihale ve tasfiye makineleri,[16] inek, koyun, keçi, deve gibi hayvanların birer süt fabrikası,[17] rahmet feyzinden birer süt çeşmesi[18] olduklarını; kartal gibi leş yiyen kuşların, yeryüzünün temizlik işçileri ve sağlık memurları olarak görev yaptıklarını,[19] kısaca her varlığın bir pencere olduğunu, o pencerelerden Yüce Yaratıcının izlerinin, cilvelerinin ve tecellilerinin göründüğünü o söyledi.[20]
Bediüzzaman’ın eserlerinde öyle bir sevgi, öyle bir aşk, öyle bir haz, öyle bir keyf, öyle bir tefekkür, öyle bir marifet, öyle bir hayret, öyle bir huzur, öyle bir hitap, öyle bir ikna, öyle bir ihlas, öyle bir cazibe varki o cezbeye kendini kaptıranların başka şeyler düşünmeye, kötü şeyler yapmaya, malayaniyatla meşgul olmaya zamanları kalmiyor.
İşte Bediüzzaman’ın ekolünün anarşi ve teröre bulaşmamasının, prim vermemesinin, muvazene unsuru olmasının, ihtilalcilerin dahi onlarda suç bulamamasının sebebi budur. Onları tutuklamaya gidenler, tutuklandılar, dut yemiş bülbüle döndüler. Çünkü onların elinde suç unsuru sayılacak hiçbir şey yoktu. Onların işi, Kur’an’ın ilk ve sürekli emri olan okumaktı. Okumak okumak okumak. Kur’an’ı okumak, kâinat kitabını okumak ve bu ikisinin tefsiri olan Risale-i Nur’u okumak.
BİTLİS SAİD NURSİ SEMPOZYUMU VE TEŞEKKÜR
Urfa Bediüzzaman sempozyumu için hazırladığım bu tebliğim, Bitlis Bediüzzaman sempozyumuna nasip oldu. Uzun tebliğimden bir özet sundum. Birinci kısmını daha önce yayınlamıştım. Bu ikincisi. Kalan kısımlarını fırsat buldukça inşallah Risale Haber’e göndereceğim.
Bu ve benzeri açılımlara vesile olan Risale Akademi’nin muhterem müntesiplerine, sempozyuma ev sahipliği yapan, katılımcıları en güzel şekilde ağırlayan ve uğurlayan sayın Bitlis valisi Veysel Yurdakul beyefendiye, sayın Bitlis belediye başkanı Fehmi Alaydın beyefendiye ve sayın Bitlis Eren Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mahmut Doğru beyefendiye çok değerli, rektör yardımcısı dostum, kardeşim İbrahim Kavaz beye, Risale Akademi Vakfı başkanı sayın Prof. Dr. Gürbüz Aksoy beyefendiye, bana özel davet gönderen Dr. İsmail Benek beye, Kadir Aytar beye, organizasyonda emeği geçen tüm personele takdir ve şükranlarımı sunuyorum.
Ayrıca bizi özel arabasıyla Ahlat’a, oradan da Nurs köyüne götüren, uçağa kavuşturan Fikri Pala beye, tatlı yol arkadaşlarım Seyda Ünlükul, Safa Mürsel beylere, Sabiha Gökçen havaalanından itibaren bize arkadaş olan, hoşsohbet halleriyle nasıl gittiğimizi bize unutturan Abdurrahman Iraz ve Sabri Okur beylere de teşekkür ediyorum. Risale Akademi ve Risale Haber kadrolarını kutluyorum. Yaptıkları bu muhteşem organizasyonlardan belli oluyor ki inşallah daha çoook başarılı organizasyonlara imza atacak ve birleştirici unsur olacaklar.
“Sonsuzluk Kervanı”na ve nurdan heykellere selam olsun.
“Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller.../ Ufuk, önlerinde bayrak kulesi.
Bu gidenler, Altın Kol Silsilesi; /Ölçüden ahenkten daha güzeller.
Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller...”
[1] Bkz. Haşir Risalesi, 10. söz
[2] Sözler, 30. Söz, 530 (dipnot)
[3] Bkz. Güllüce, Veysel, Eski Filozofların Ahiret Hakkındaki Görüşleri Nelerdir? Sorularlaislamiyet.com
[4] Sözler, 28. Söz
[5] Sözler, 25. söz
[6] Mektubat, 4. mektup
[7] Sözler, 17. söz
[8] Bkz. Sözler, 17.söz. 214-215
[9] Buhari, Edeb, 72; İ'tisam, 5; Müslim, Fedail, 127, 128
[10] Sözler, 33.söz, 31. Pencere, 666
[11] Bkz. Alak, 96/1
[12] Sözler, 11. Söz, 124
[13] Bkz. Sözler, 23. Söz, 312
[14] Sözler 247
[15] Şualar,155
[16] Lem’alar, 14
[17](Sözler, 156
[18] Sözler, 6
[19] Lem’alar,
[20] Bkz. Sözler, 33. Söz, 33 pencere