Bediüzzaman'ın 'İnsan-ı Kâmil' Odaklı Ahlâk Projesi

Fas 2. Hasan Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Said Gazzavî'nin yazısı

Prof. Dr. Said Gazzavî'nin yazısı:
(Fas 2. Hasan Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi )
Tercüme: Yavuz Acar

İnsan-ı kâmil, din ve diyanet adına örnek bir tiptir. İman, islâm, ihsan onun yol ve yörüngesi, Allah rızası hedefi, Hakk'ı sevip sevdirmek vazifesi, Cennet ve Cemalullah da -kulluğunu onlara bağlamama kaydıyla- bu mübarek düşünce ve aksiyonun sürpriz semeresidir.

Çalışmamıza başlarken "Mefâtîhu'n-Nur" adlı kitabını, Bediüzzaman'ın engin ve zengin dünyasına yelken açmak isteyenler için istılahî bir kaynak ve referans maksadıyla kaleme alan merhum Ferîd el-Ensarî'nin ruhunu rahmetle yâd ediyoruz. Merhum bu kitabında, Bediüzzaman Hazretleri'nin ıslah projesinin odak noktası olması ve konuyu ele alan diğer yaklaşımlara farklı, yeni ve orijinal açılımlar getirmesinden dolayı "insanlık" terimi üzerinde hassasiyetle durmuştur. Merhumun da dediği gibi, Bediüzzaman Hazretleri'nin Kur'ân-ı Kerîm'i bütün yön ve derinlikleriyle inceleyerek "insan" kavramından istinbat ettiği/geliştirdiği bu terim, ondan bizlere nakledilen konuların arasında en lâtiflerinden birini teşkil etmektedir. Zîrâ onun bu terime getirdiği açılımları ve keşfettiği mânâları bir başkasında göremeyebiliriz. Şöyle diyor Bediüzzaman Hazretleri: "İnsanlık denilen, bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilvelerini güzelce ilân eden bir kasîde-i manzûme-i hikmet ve bir şecere-i bâkiyenin cihazatını câmi çekirdek-misâl bir mucize-i kudret-i bâhire ve emanet-i kübrâyı uhdesine almakla yer, gök, dağa tefevvük eden ve melâikeye karşı rüçhaniyet kazanan bir sahib-i mertebe-i hilâfet-i arziyeyi; en zelil bir hayvan-ı fâni-i zâilden daha zelil, daha zayıf, daha âciz, daha fakir bir derekeye atar. Ve mânâsız karmakarışık çabuk bozulur bir âdi levha derekesine indirir." (Bkz. Sözler, 23. Söz, s. 341)

Risale-i Nur düşüncesinde, insaniyetin hareket noktasını oluşturan ve onu besleyen "insan konusu"nu araştırırken, Cenâb-ı Hakk'ın, insanın ruhunun arşına yükselip elde etmesi için var ettiği yükseliş ve hilâfet makamları arasında yüce bir mertebe olduğunu keşfettim ve fikrimi insan-i kâmil kavramı üzerinde yoğunlaştırdım. Hattâ merhum Ensarî'nin, Said-i Nursi'nin ahlâk projesi üzerinde çalışan muhakkik ve müdakkik araştırmacıları, konuyu etüt etmeye ve Risale-i Nur'un ıslah projesiyle ilişkisini incelemeye davet ettiğini gördüm.

Bediüzzaman Hazretleri'nin tarifine göre insan-i kâmil, "tahkîkî iman üzerine kâim/mebnî kutsî marifet denizine dalarak velayet makamını elde etmiş Müslüman"dır.

Yukarıdaki tarif, kendisinin de belirttiği gibi, Ensarî'nin, Said-i Nursi'ye ait farklı metinlerden süzüp sentezleyerek formüle ettiği bir tanımdır. Söz konusu metinlerden biri şudur: "Seyr ü sülûk-i kalbî ile ve mücahede-i ruhî ile ve terakkiyat-ı mâneviye ile, insan-ı kâmil olmak için çalışmak; hakikî mü'min ve tam bir Müslüman olmak; yalnız sûrî değil, belki hakikat-ı îmanı ve hakikat-ı İslâm'ı kazanmak; şu kâinat içinde ve bir cihette kâinat mümessili olarak, doğrudan doğruya kâinatın Hâlık-ı Zülcelâline abd olmak, muhatab olmak, dost olmak, halil olmak, âyine olmak ve ahsen-i takvimde olduğunu göstermekle, benî-Âdemin melâikeye rüchaniyetini isbat etmek, şeriatın îmanî, amelî cenahlarıyla makamat-ı âliyede uçmak ve bu dünyada saadet-i ebediyeye bakmak, belki de o saadete girmektir." (Mektûbât, 29. Mektup, s. 514)

İnsan, Cenâb-ı Hakk'ın tedbir ve kudretiyle yarattığı, yeryüzü hilâfeti için hazırladığı, onu onurlandırmak ve şereflendirmek için melekleri secde ettirdiği; bütün unsurlarıyla mütekâmil bir perspektife göre insanlığı tesis edecek dengeli bir medeniyet inşâ etmekle görevlendirdiği bir varlıktır. İnsanın, söz konusu insan-ı kâmil mertebesine ulaşması için, taklidî imandan tahkîkî imana yükselme miracını gerçekleştirmesi gerekir. Zîrâ "imanın o derece kesretli hakikatleri var ki, bin bir esmâ-i İlâhiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatleriyle alâkadar çok hakikatleri var ki, "Bütün ilimlerin ve mârifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve burhanlı mârifet-i kudsiyedir." diye ehl-i hakikat ittifak etmişler. Evet, iman-ı taklidî, şüphelere çabuk mağlûp olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratip var." (Emirdağ Lâhikası, s. 103-104)

Bediüzzaman Hazretleri'nin önerdiği insanı taklîdî imandan tahkîkî imana yükseltecek mekanizmaların neler olabileceğini sorguladığımızda, kendimizi, insanda saklı bulunan binlerce his, duygu, düşünce ve meleke hakkında yepyeni bir düşünce âleminin kapısında buluruz. Bediüzzaman Hazretleri, bu duygu ve melekelerin bizleri kemal mertebesine ulaştırması için, onları doğru ve güzel bir şekilde kullanmamızı öğütler: "İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı talep ve hâkeza şedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı, şiddetli bir surette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâkî elmas fiyatlarını vermek demektir." (Mektubat, 9. Mektup, s.31)

Bediüzzaman Hazretleri'nin de açıkladığı gibi, insandaki bu duyguların, insanı kemale götüren birer davranış eğitimine dönüştürülmesine verilebilecek pratik örneklerden biri şudur: "İşte, tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler, "Haset etme, hırs gösterme, adâvet etme, inat etme, dünyayı sevme." Yani, "Fıtratını değiştir" gibi, zâhiren onlarca mâlâyutâk bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecrâlarını değiştiriniz." hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur." (Mektubat, 9. Mektup, s. 34)

Evrensel ahlâk projesi

Genel mânâda insanın durum ve konumu bu şekildedir. Ancak evrensel ahlâk projesini gerçekleştirme misyonuyla mükellef insan-ı kâmil ise, onun duygularını, -Bediüzzaman Hazretleri'nin kavramları çerçevesinde söyleyecek olursak -lâtifelerini, ana gaye ve esas maksada (Cenâb-ı Hakk'a kulluk) yöneltir, tâ ki Sahabe-i Kiram'ın kemaline yaklaşsın. "İnsan-ı kâmil odur ki: Bütün o letâifi; kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubûdiyette, hakikat canibine sevketmek ile sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir sûrette.. kalb bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramânâne maksada yürüsün. Yoksa kalb, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medâr-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırardır." (Sözler, 27. Sözün Zeyli, s. 538-539)

Bediüzzaman Hazretleri'nin, insan-ı kâmil düşüncesi, hayalî ve ütopik bir düşünce midir? Yoksa insan toplumlarında yaşanmış/yaşanabilecek bir gerçek midir?

Bediüzzaman Hazretleri bu soruya, en mükemmel ve en üstün örnek olan Rasul-i Ekrem ve Cenâb-ı Hakk'ın esmâ, sıfât ve şuûnun delil-i a'zamı Hz. Peygamber'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) başlayarak cevap verir. Beyan edilen insanî kemâlâtı kendi nefsinde ve dinî hayatında en açık ve mükemmel surette izhar etmiştir. Bu da gösteriyor ki, bütün kâinatlar insan için yaratıldığı; yani yaratılışın en büyük maksadı ve en seçkin meyvesi insan olduğu gibi, insanın yaratılışının en yüce gayesi, Vahid ü Ehad'in en parlak aynası Hz. Muhammed'dir (sallallâhu aleyhi ve sellem).

Bediüzzaman Hazretleri daha sonra gerçek hayatta bizzat yaşanmış insan portrelerini sunmaktadır. Şüphesiz onlar da, peygamberlerden sonra kümmelîn-i evliya (velâyet semasının yıldızları) olan Sahabe-i Kiram'dır. Zîrâ onlar, Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanma yolunda bütün enerjilerini harcamış, böylece -peygamberlerden sonra- marifetullahta zirve noktayı tutmuş ve birer insan-ı kâmil numuneleri olmuşlardır.

Diğer yandan Bediüzzaman Hazretleri, bu insan-ı kâmil numunelerinin "reel bakış açısı ve Sahabe-i Kiram'a son derece saygı çerçevesinde" gelecek çağlarda tekrar ortaya çıkma problemine de değinmiştir. "Kur'ân'ın bir cenahı mazide, bir cenahı müstakbelde, kökü ve bir kanadı eski peygamberlerin ittifaklı hakikatları olduğu ve bu onları tasdik ve teyid ettiği ve onlar dahi tevafukun lisan-ı haliyle bunu tasdik ettikleri gibi; öyle de evliya ve asfiya gibi ondan hayat alan semereleri, hayattar tekemmülleriyle, şecere-i mübarekelerinin hayatdar, feyizdar ve hakikat-medar olduğuna delalet eden ve ikinci kanadının himayesi altında yetişen ve yaşayan velayetin bütün hak tarîkatları ve İslâmiyetin bütün hakikatlı ilimleri, Kur'anın ayn-ı hak ve mecma-i hakaik ve câmiiyette misilsiz bir hârika olduğuna şehadet eder." (Sözler, 25. Söz, s. 486)

İnsanı, insan-ı kâmil mertebesine ulaştıracak mekanizma, Cenâb-ı Hakk'a kulluk için yaratılan bütün uzuvlardır. Zîrâ "Eğer insan yalnız bir kalbden ibaret olsaydı, bütün mâsivâyı terk, hattâ esmâ ve sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenâb-ı Hakk'ın zâtına rapt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi, pek çok vazifedar letâifi ve hasseleri vardır. İnsan-ı kâmil odur ki, bütün o letâifi, kendilerine mahsus ayrı ayrı tarik-i ubudiyette hakikat cânibine sevk etmekle, Sahâbe gibi geniş bir dairede, zengin bir surette, kalb bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada yürüsün. Yoksa, kalb, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırardır." (Sözler, 27. Sözün Zeyli, s. 538-539)

Risale-i Nur'un ahlâk projesi

Makalenin bu kısmında, Risale-i Nur'un ahlâk projesine temasımız sadece metodik bir geçiştir, yoksa bu çalışmanın ana konusu olan insan-ı kâmil kavramının dışına çıkıyor değiliz. Kur'ân-ı Kerîm'in o yüksek ve mucizevî belâgati ile ilân ettiği Kur'ânî miraç yolunun istikamet ve şümul bakımından eşi ve benzeri olmadığı gibi, aynı zamanda en kısa, en açık ve Cenâb-ı Hakk'a en yakın, insanlık için en kapsamlı yoldur. Biz de bu yolu tercih ediyoruz. İşte insan bu yola sülûk etmekle insan-ı kâmil mertebesine doğru yükselmeye başlar.

Merhum Ensarî'nin "Kur'ân İlimleri ile Beşerî Bilimler Arasında Evrensel Ahlâk" adlı çalışmasında işaret ettiği gibi, insanın, derin, etkili ve kalıcı eğitim ve terbiyesi ancak sürekli vicdanî bir mücahede mekanizması ile gerçekleşebilir. Ensarî, söz konusu eserinde, bizleri, Bediüzzaman Hazretleri'nin, insan-ı kâmil olan Hz. Peygamber'in rüşd eksenli rehberliğinde, bu mücahede mekanizmasıyla, nasıl bir nesli insan-ı kâmil mertebesine yükselttiği hususundaki o müthiş anlayışına götürmektedir: "İşte, bak: Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def'aten kal' ve ref' ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfûs, sultan-ı ervâh oldu." (Sözler, 19. Söz, s.251)

Bediüzzaman Hazretleri'nin projesinde ahlâk kavramını incelediğimizde ilk dikkatimizi çeken şey, Kur'ânî bir sistem olarak ahlâk kavramı hakkındaki yenilikçi anlayışıdır. Ensarî ise, Risale-i Nur'un ahlâk kavramını tam idrak ederek, onu sadece faziletlerle sınırlı tutan anlayışlardan ayrılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'in evrensel mesajı, küllî mânâda ahlâk temeli üzerine yükselen bir toplum inşâ etmek gayesiyle gelmiştir. Ferdî, içtimaî ve kâinatın diğer parçalarıyla ilgili ontolojik münasebetlerdeki insan davranışlarının tümü "ahlâk"tır.

Bu anlayış, kimilerinin, sadece içtimaî mânâsı itibariyle faziletler alanı ile sınırlı tuttuğu bakış açısından çok farklı ve özel bir anlayıştır. Fıkhî anlamın tesiri altında kalmış klâsik mânâda "faziletler", insanın gönüllü olarak fazladan yaptığı nafile ibadetleri andıran bir kavramdır. Ne var ki, bu, ahlâk kelimesine yüklenmiş ikinci dereceden, yani tâli, fer'î ve cüzî bir mânâdır. Bediüzzaman Hazretleri'nin ahlâk düşüncesi ise, ahlâkın fürû değil, usûl (temel) oluşu esası üzerinde yükselmektedir.

Dikkatimizi çeken ikinci husus ise, ahlâkın kuşatıcı ve şümullü bir kavram oluşudur. Çünkü ahlâk projesinin bileşenlerinde İlâhî, nebevî, insanî ve vahşî ahlâk şeklinde en üstten en alta doğru bir sıralama vardır. Böylece Bediüzzaman Hazretleri'nin, ahlâk kavramının, peygamberlerin eda ettiği misyon olan önderlik ve rehberlik yapmakla mükellef insan-ı kâmil ile olan münasebetine yaptığı vurguyu da anlamış bulunmaktayız.

İnsanın sürekli nefsî mücahede ile miraç ve terakki etme mekanizmaları ise, - metodik olarak - alttan üste doğru yükselmeyi gerektirir, bunun için de, Peygamber Efedimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanıltmaz rüşd eksenli rehberliğinde, sonraları salah ve ıslaha müheyya raşid bir topluma dönüşen cahiliye toplumunda yaşayan insan portrelerinden örnekler verir. Metot ve sistemler alanında ise, bir ahlâk nizamı olması hasebiyle Kur'ân'ı önerir. Bediüzzaman Hazretleri, Kur'ân'ın bu hususiyetini, "Gustave Le Bon"un şahadetine atıfta bulunarak açıklar:

"Kur'ân'da varit olan ahlâkî prensipler, diğer bütün dinî kitaplarda gelenlerin çok fevkindedir. Ona ve söz konusu prensiplere uyan kavim ve milletler, ırkları, renkleri ve yaşadıkları zamanları farklı olsa da olumlu mânâda değişmişlerdir. Bundan çıkarabileceğimiz en önemli netice şudur: Kur'ân-ı Azim'in, ahkâmına boyun eğen toplumlar üzerindeki muazzam etkisi.. İslâmiyet'ten daha eski dinler, insanların ruhları üzerindeki hâkimiyetlerini günden güne kaybetmekte oldukları hâlde, Hz. Muhammed'in dini bütün kudret ve hâkimiyetini muhafaza etmektedir."

Bediüzzaman Hazretleri, ahlâk projesini oluştururken, Kur'ân-ı Kerîm'in muazzam sisteminden faydalanarak kapsamlı ve kuşatıcı bir düşünce üretmiş ve İlâhî olandan insanî olana, sosyal olandan vahşî olana şeklinde bir sıralama takip etmiş ve alttan üste doğru yükseliş için miraç basamaklarını resmetmiştir. Vahşî ahlâk ise, Bediüzzaman'ın ifadesi ile "rezîle"dir. Zîrâ: "Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin mâdeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. Birinci Kelime: 'Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne.' İkinci Kelime: 'Sen çalış, ben yiyeyim.' Evet, hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede havâs ve avâm, yani zenginler ve fakirler, muvâzeneleriyle rahatla yaşarlar." (Sözler, 25. Söz, s. 441)

Evet, bu ahlâk çeşidi "vahşî"dir; zîrâ Ensarî'nin ifadesi ile bu ahlâk cahiliye dönemi Araplarının ahlâkıdır. "Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak dâimî kaldırabilir. Halbuki, bak, bu zât büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıb büyük kavimlerden zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref' edip, yerlerine öyle secâyâ-i âliyeyi -ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak- vaz' ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek hârika icraatı yapıyor." (Sözler, 19. Söz, s.251)

Duyguları yönetme, kontrol ve yönlendirme ve insanı en düşük seviyeden insan-ı kâmil mertebesine yükseltmeye birer vasıta hâline dönüştürme konusu, Bediüzzaman Hazretleri'nin üzerinde özenle durduğu ve örneklerini verdiği temel konulardan biridir. Bu duyguları kontrol ve yönetme işlemidir ki cahiliye Araplarını bir hamlede Allah Resulü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) sahabesi olma pâyesine yükseltmiş ve Risale-i Nur'da birkaç yerde değinildiği gibi, gerçek hayatta insan-ı kâmil olmanın en yüksek örneğini sergilemişlerdir.

Ahlâkî yükseliş merdiveninin diğer bir basamağı ise, gayrimüslimlere sirayet eden içtimaî ahlâktır. "Maatteessüf; güzel şeylerimiz, gayrimüslimler eline geçtiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayrimüslimler çalmışlar. Güya bizim bir kısım içtimaî ahlâk-ı âliyemiz, yanımızda revaç bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş; ve onların bir kısım rezâili, kendileri içinde çok revaç bulmadığından, cehaletimizin pazarına getirilmiş..." (Tarihçe-i Hayat, s. 83)

Bediüzzaman Hazretleri, siyasete gönderme yapmayı da ihmal etmiyor. "Asr-ı Saadet'ten günümüze git gide ve gele gele, sıdk ve kizb ortasındaki mesafe azala azala omuz omuza geldi. Bir dükkânda ikisi beraber satılmaya başladığı gibi, ahlâk-ı içtimaiye bozuldu. Propaganda-i siyaset, yalana fazla revaç verdi. Yalanın müthiş çirkinliği gizlenip, doğruluğun parlak güzelliği görünmemeye başladı." (Sözler, 27. Sözün Zeyli, s. 533) sözleri ile bu sosyal ahlâkın revaç bulmasından siyaseti sorumlu tutuyor.

Daha sonra, ortak insanî ahlâklar basamağına yükseliyoruz. Çünkü onlar - Ensarî'ye göre - Cenâb-ı Hakk'a ulaşmak için insan fıtratının zorunlu hasletleridir. Bediüzzaman Hazretleri, bu hasletlerin varlığına, insanlıkla münasebetine ve insanlığın onlarla ahlâk sahibi olduğuna işaret eder. Ancak bu hasletler, Risale-i Nur'un ahlâk sistemi sayesinde fıtrîlikten itidal, istikamet ve dengeli davranışa dönüşmeye muhtaçtır. Bundan dolayı, insanî ahlâkta, yolların en kolayı, en faydalısı, en kısası, en selâmetlisi sırat-ı müstakîm ve istikamettedir.

Aslında Bediüzzaman, insanlığın itidal ve istikamete muhtaç oluşuna işaret etmekle, insanı, şümullü ahlâk projesi çerçevesinde mertebe ve gayelerin en yükseğine; İlâhî ahlâka yükselmeye yönlendirmektedir. Zîrâ "Gâye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlâhiye ile ve secâyâ-i hasene ile tahalluk etmekle beraber aczini bilip kudret-i İlâhiyeye ilticâ, zaafını görüp kuvvet-i İlâhiyeye istinat, fakrını görüp rahmet-i İlâhiyeye itimad, ihtiyacını görüp gınâ-i İlâhiyeden istimdâd, kusurunu görüp afv-ı İlâhîye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlâhîye tesbihhan olmaktır." (30. Söz, s. 589)
İlâhî ahlâk projesiyle insan-ı kâmilin inşâsı

İlâhî ahlâkı kuşanma miracına yükselmek için Bediüzzaman Hazretleri'nin "Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar, (sorumluluğundan) korktular. İnsan onu yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir." (Ahzâb: 72) âyetini nasıl tevil ettiğine bakmak gerekmektedir. "Şu âyetin büyük hazinesinden tek bir cevherine işaret edeceğiz. Şöyle ki: Gök, zemin, dağ, tahammülünden çekindiği ve korktuğu emânetin müteaddit vücûhundan bir ferdi, bir vechi, ene'dir. Evet, ene zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar âlem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nurânî bir şecere-i Tûbâ ile müthiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir." (30. Söz, s. 583)

İşte nurânî bir şecere-i Tûbâyı meyve veren tohum, bilinç, ilim ve nefis ile ahsen-i takvime mazhar insan-ı kâmili meyve verir.

"İşte, mahiyetini şu tarzda bilen ve iz'an eden ve ona göre hareket eden, 'Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir.' (Şems Sûresi: 9.) beşâretinde dâhil olur." Emâneti bihakkın edâ eder. (30. Söz, s.585) ve ilâhî ahlâk projesini inşâ eder. Şecere-i zakkumun ürkütücü çekirdeği ise zalûm, cehûl insanın en üst örneğini meyve verir. "Eğer o ene, hikmet-i hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terk ederek kendine mânâ-i ismiyle baksa, kendini mâlik itikad etse, o vakit emânete hıyanet eder, "Nefsini günahlarla örten ise ziyana uğrar." (Şems Sûresi: 10.) altında dâhil olur. " (30. Söz, s.586)

İşte böylece, Kur'ân nizamından beslenen, insanî ruhu mahiyetiyle beraber aksettiren; evrensel mânâsını kazanması, vahşi (cahiliye) ahlâktan başlayarak sırasıyla içtimaî, insanî ve sonunda ilâhî ahlâka ulaştıran Nur Ahlâk Projesini tesis etmek için eğitim, terbiye ve mücahede yollarına sülûk ettiren insan-ı kâmil kavramını idrak etmeye yaklaşmış bulunuyoruz.

Teoriye dönüş

Şimdi çalışmamızın başında doğruluk veya yanlışlığını araştırmak için öne sürdüğümüz tezimize geri dönüyoruz. Bediüzzaman Hazretleri'nin, ima, işaret ve tasrihlerinden insan-ı kâmilin mânâsının, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve çağların en hayırlısı Asr-ı Saadet'teki Sahabe-i Kiram'ın şahsiyetlerinden en yüksek seviyede tahakkuk ettiğini görüyoruz. Ne var ki bu husus sadece o zaman ve o şahıslara has bir durum değildir; insan, Kur'ân-ı Kerîm ve onun ahlâk nizamının nurundan istimdat ile her zaman ve zeminde, imanî intisap miracı vasıtasıyla vahşî ahlâk derecesinden içtimaî, oradan insanî, oradanda İlâhî ahlâka ve nihayet insan-ı kâmil mertebesine ulaşabilir.

Ensari'nin Bediüzzaman'ı anlattığı "Son Süvari" ve Fethullah Gülen Hocaefendi'yi tanıttığı "Süvarinin Dönüşü" romanlarını okurken şu soruyu sordum kendime: "Son Süvari" kelimesindeki "son" nitelendirmesini mütefekkir ve müceddit Bediüzzaman Said Nursi'ye nispet etmesiyle ve "Süvarinin Dönüşü" romanındaki "dönüş" ifadesiyle ne kastetmektedir?

Acaba Ensarî -Nur Islah Projesini düşünürken- bu projenin ne ölçüde gerçekleşmiş olduğunu mu araştırıyordu? Kemale âşık ve müştak insan modelinin bu iki portrede gerçekleştiğini mi düşünüyordu?

Yüreğinde Risale-i Nur sevdası ile bizleri bırakarak göçüp giden merhum Ensarî'nin cevaplaması gereken yerinde iki sorudur bunlar. Ensarî, "Süvarinin Dönüşü" romanını şu şekilde ithaf ediyordu:

Ey Arap dünyasının gençleri! Bu sayfaları sizlere ithaf ediyorum! Tâ ki ümmetimizin başbuğunun nerede olduğunu görelim ve doğru yola yönelelim.

Rehberini arayan Arap dünyasının gençlerine çok derin mânâları olan bir ithaftır bu! Bu "başbuğ", insan-ı kâmil veya o yolda ilerleyenden başka ne olabilir ki!

Bediüzzaman'ın insan-ı kâmil kavramına yaklaşımını incelemeye çalıştığımız bu mütevazı çalışmamızda, bu kavramla komşu kavramlar olan insan-ı hak, insan-ı küllî gibi kavramlara şuurlu bir tercih olarak değinmediğimiz gibi, Fahreddin Razî, Şeyh-i Ekber İbn-i Arabî, Abdülkerim el-Cîlî, Abdulğanî el-Nablusî, Muhammed Bahauddin el-Baytar, Sadreddin el-Konevî, Kemaleddin el-Kâşânî ve Şerîf Cürcanî gibi diğer mütefekkir ve mutasavvıfların görüşlerine de yer vermedik. Çünkü bizler Bediüzzaman Hazretleri'nin düşünce sistemi hakkında yaptığımız bu akademik diyalogların ilk etabında konunun tek bir yönünü incelemeyi; diğer yönlerini ise gelecekteki yapacağımız diğer akademik diyaloglara havale etmeyi hedefledik.

Bediüzzaman Hazretleri, Kur'ân'ın nuruyla aydınlanmış söz konusu diyalogları tam idrak etmiş ve ikinci bin yılın başından beri, üçüncü bin yılda insanlığın yaşadığı-yaşayacağı bin bir çeşit problem ve krize gerçekçi ve etkili çözümler önermiştir.

Yeni Ümit Dergisi

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Bediüzzaman Haberleri