Öteden beri birileri ile tartışarak ön plana çıkma anlayışını “müsbet hareket düsturuna” aykırı gördüm. Bu konuda dost sohbetlerinde eleştirdiğim isimler de oldu. Aynı yanlışa şimdi kendimin düşmesi normal karşılanamaz! Ne varki kardeşlerin gösterdikleri tepkiye ilgisiz kalmak da doğru bir davranış olmaz! İsteyerek olmasa da geçen hafta ele alınan konuda eksik kalan bazı noktaları izah edip, suizanna yol açmamak istiyorum!
Üstadın özellikle Arapların intibahı ile ilgili olarak verdiği müjdeler konusunda yapılan değerlendirmelerin yanlış zeminde yapıldığını düşünüyorum.
1911 yılında Hutbe-i Şamiye’de dile getirilen “bilhassa İslamın terakkisi onların intibahıyla olan Arabın saadetinin fecr-i sadıkı” müjdesine her mümin gibi bütün ruh-u canımla taraftarım.
Ne varki bu intibahın Fransız ve İngiliz Fravunlarının eliyle gerçekleşeceğine dair en ufak bir işaret dahi bilmiyorum.
Üstad’ın verdiği bir müjde öncelikle Nur Talebelerinin kendi omuzları üzerine bırakılmış bir emanet ve sorumluluktur. 80 yıl önce bir çekirdek halinde Anadolu’da başlayan bir hizmetin bu gün millet-i İslamiyenin bütün sorunlarına çözüm üreten, ya da çözüm teklifleri olan, sorumluluk alan, inisiyatif geliştiren bir noktada olması elbette sünnet-i ilahiye dairesinde mümkündü. Hizmetin önüne konulan hedefler açısından, İttihad-ı İslam’ın vesilelerinin hazırlanması ya da Arapların intibahı gibi konularda mesafe alınmış olması uzak bir ihtimal değildi.
Nur talebeleri bu büyük sorumluluğun farkında olmalı, bütün cihanı kucaklama potansiyeli olan bir iman ve aksiyon davasının, yıldönümü kutlamaları ile idare edilen bir kültür etkinliğine dönüşme tehlikesine karşı tedbirler almalıdır.
Ülkeler arasında farklı grupların, kültür ocaklarının, vakıfların, düşünce kuruluşlarının yakınlaşması, birbirlerini etkilemesi tarihî akış içerisinde her zaman mümkündür. Üstadın “din-i hakkı arayan cemiyetler!” ya da İslamiyet güneşinin batıyı aydınlatmasına engel olan manilerin dağılmaya başladığına dair yaptığı tespitler, batı toplumlarındaki karşılığının yanında Müslümanlar nezdinde İslamiyet aleyhindeki şüpheleri dağıtmak ve yeis içindeki Müslümanlara umut aşılamak için yapılmıştır. Sivil Hıristiyan gruplar üzerinde bu tespitleri doğrulayacak gelişmelere şahit olunması, devletler arası siyasî oyunları ve hakimiyet savaşlarını yorumlamak için ölçü olamaz. Hakimiyet oyunu kendi kuralları ile oynanır.
AFRİKAYI YENİDEN SÖMÜRMEK
Tarihî olayların ve haberlerin doğru yorumlanabilmesi için olayların tarihî seyrinin bilinmesi gerekir. Söz gelimi Afrika üzerinde oynan siyasi oyunların en azından bir yüz yıllık geçmişini bilmeden bu günkü olayları yorumlamaya kalkmak doğru değildir.
60’lı yıllarda Nasır milliyetçiliğinin ortaya çıkmasından sonra eski tarz sömürünün devam etmesine imkan kalmadığı görülmüş, şeyhlerin yerini çoğunun adı cumhuriyet olan krallıklar almış, sınır kavgaları için batılı patronlarının vereceği silahlara muhtaç olan sözde milliyetçi idareler aracılığı ile eski sömürü düzeni şekil değiştirerek devam etmişti.
Nihayet bilişim çağının kapısında değişen şartlara göre bölgenin yeniden tanzim edilmesine ihtiyaç doğdu.
YENİ DÖNEMDE BOZULAN OYUNLAR
Libya lideri kendisine verilen oyunda faul yapmaya başlamıştı. Avrupa ekonomisinin durağanlaşmasını fırsat bilen Çin, Kaddafi aracılığı ile Afrika’ya girdi. Batının verdiği fiyatın birkaç misli fazlasını vererek hammadde alımını başlattı. Libya bu aşırı zenginlik sayesinde bir yanda sun’î göl gibi çılgın projelere başlamış, diğer yandan Afrika Birliğini siyasî bir çatı altında birleştirme yoluna girmişti. Afrika Birliği başkanı “Artık Avrupa’nın Afrika mallarını gerçek değerlerini ödeyerek satın alabileceğini” açıkladı.
Bu açıklama ekonomik yönden gerileyen Avrupa’nın ölüm fermanıydı. Tez elden Libya cezalandırılmalıydı.
Öte yandan Afrika paylaşımından büyük paylar alan İtalya, Fransa, Hollanda gibi ülkeler, dünya siyasetindeki eski ağırlıklarını sürdürecek güçlerini kaybetmişti. Öyleyse roller yeniden belirlenmeliydi.
Türkiye’nin durumu büyük güçleri tehdit edebilecek bir şekilde kontrolsüz olarak büyümekteydi. Libya’ya 40.000 işçi ile girmiş, dünya devi sayılan Avrupa şirketleri ile yarışabilecek güçlü firmalar çıkarmıştı. Bölgesinde küçük ölçekli bir İslam Ortak Pazarı oluşturmuş durumdaydı. Suriye sınırına yapılacak ortak barajın bölgedeki bütün sorunları çözme potansiyeli vardı. Bölgede sıfır problem ve refahın artırılması siyaseti bölgenin en ciddi sorunlarından biri olan Kürd sorununu çözme yolunda önemli fırsatlar sağlayacaktı.
Filistin sorununa doğrudan taraf olan Türkiye tarihî rolünün önünü açan duygusal bağları harekete geçirmişti. Bütün bu gelişmeler İngiliz-Yahudi güdümündeki Amerikan politikalarının korkulu rüyası haline gelmişti.
Süveyş kanalı Mısırlılara bırakılmayacak kadar değerlidir. Ayrıca manevi kültürel açıdan büyük bir potansiyel tehlikedir. Mısır topraklarında yeni oluşumlara ihtiyaç vardır.
Sudan’dan zorla koparılan Darfur ile Afrikanın kalbine yerleştirilen Hıristiyan devletçiğin bir örneğinin Mısır’ın verimli toprakları Asyut bölgesinde kurulması söz konusudur.
Pentagon 10 yıldır Yemen ve Türkiye’de beklenmedik düzeyde artan genç nüfus hakkında alınacak tedbirler için toplantılar yapmaktadır.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bu hareketler sonrasında Afrika en azından 100 yıllık yeni bir sömürge rejimine esir edilecek, ama bu esaret muhtemelen “özgürlüğün aydınlığı” gibi bir isimle anılacaktır.
Fransa ve İngiltere ucuz hammadde ihtiyacını bir süre daha karşılamanın mutluluğunu yaşacaktır.
Libya bölünecek, ya da bir kısım toprakları komşu bir devlete işgal ettirilecektir. Bingazi petrolleri şimdiden paylaşılmış durumdadır.
Türkiye, bölgeden çıkarılacaktır. Komşu ülkelerle yıllardır dişiyle tırnağıyla kurduğu ilişkiler askıya alınacaktır. İttihad-ı İslam’a ait umutlar daha doğmadan tomurcuk iken boğulacaktır.
Fransa ve İtalya eski rollerinin büyük bölümünü Amerika’ya devredecektir.
Yemen, Sana ve Taiz arasında bölünecektir.
SOKAĞIN DİLİ VE MÜSLÜMANLARIN HALİ
Avrupa siyaseti, ittihad-ı İslamın önünü açacak hiçbir hareketi bilerek desteklemez.
Afganistan’da kan akmaya başladığında ben henüz çocuktum. Yakarış şairi Cahit Zarifoğlu’nun yayınladığı cephe hatıraları ve Meral Hanımın mektupları çocukluk hatıralarım arasında yer alır! Filistin meselesi dedelerimizin çocukluk günlerinde başlamıştı. Irak’a yerleştirilen fitnenin daha 50 yıllık ömrü var! Şimdi Afrika’daki fitne de öyle. Bu olayların bu günden yarına biteceği beklenilmesin! Avrupalılar fitneyi söndürmekte değil, sürdürmekte son derece başarılıdırlar.
Yukarıdaki tespitler dikkate alındığında mantar gibi biten Arap baharını anlamak kolaylaşacaktır. Google gençlerinin uzun süredir Avrupa başkentlerinde özel olarak yetiştirildiği artık saklanmıyor. Olayların gerisinde Ümmetin dertleri için emek vermiş hiçbir kuruluş görülmüyor!
Aziz kardeşlerim fotoğraflara dikkat etmişsinizdir. Üç beş yaşındaki çocukların ellerine silah tutuşturulmuş. Çarşaflı gelinlik kızlar hürriyet çığlığı atıyor! Sakallı dedeler meydanlarda bayrak sallıyor!
Bir tek kelime var ağızlarda “İrhal! İrhal!” git git, nereye! Ya sonra!
Bu kitleler keşke ne istediklerini bilselerdi! Keşke bunların talepleri için biz buradayız diyebilen siyasî örgütler, cemiyetler, göreve talip aydın kadrolar bulunabilseydi!
Bir tv kanalının (el-Cezire) sokağa döktüğü Arap heyecanı hangi inkişafın ürünü! Keşke yüksek ofislerinde kendilerini ağızlarının suyu akarak seyreden batılı patronların kurdukları tuzaklardan haberleri olsaydı! Keşke yıllardır batılı patronların emrinde çalışan sözde liderlerin emriyle silah sıkanlar, kardeş kanı döktüklerini bilebilseler!
Ümmetin, cahilliği, perişanlığı, sahipsizliği o sokaklarda görülmüyor mu?
O sokaklara bakılınca “himmeti milleti olan insan tek başına bir millettir” sözünü hayata geçirebilen insan sayısının ne kadar az olduğunu görmek içinizi kanatmıyor mu?
Bu ifadelerimden hiç kimse İslam mülklerini sorumsuzca soyan yerli zorbalara taraf olduğumu çıkaramaz, her türlü imkan fakir ve mazlum ehl-i imanın eğitimine, hastanesine, suyuna, yoluna harcanmalı, sistemin içine girerek halkın eğitimi ile birlikte rejimlerin ıslahına çalışılmalı, değişim yerli dinamiklerle siyasileri adım atmaya zorlamalıdır. Yoksa halkın cahilliğini, geri kalmışlığını muhalif eylemlerle derinleştirip kolayca isyan ettirmek için hazır tutmak, kurdun önüne atmak için kuzunun gözünü bağlamak değil midir?
SÜRÜYE KURT GETİRME
Arap baharı ülkemizle ilgili sorunlara ilham kaynağı olarak görülebilir. Burada Nur Talebeleri yeni ve ciddi bir sınavla karşı karşıyalar. Özellikle Kürd ya da Alevi meselesi gibi konularda alem-i İslamın meselelerine karşı gösterdiğimiz ilgisizliği gösterir ve verilen müjdeleri de batılı güçlerin gelişine bırakacak olursak, doğacak sonucun vebalini yükleyecek birilerini de şimdiden bulmamız gerekir (!)
Bu satırları yazarken duygusallaştım! Benim çocukluğum çobanlık yaparak geçti! Yaylamızda sık söylenen bir söz vardı; “İtin korkağı sürüye kurt getirir.” İslam mülküne Avrupa’nın canavarlarını davet eden hiçbir hareket masum ve meşru olamaz! Bazı kardeşler yorumlarına eklemişler:
“Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz-fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler.!”
Arap baharının muharrik unsurlarının Amerika ve Avrupa’da eğitildikleri artık saklanmıyor. Bu konuda hiç değilse Rusya lideri Putin kadar basiret sahibi olmak gerekmez mi? Hareketin ilk günü “bu bir haçlı taarruzudur” diye beyanat vermişti.
Çizilen kötü tabloya rağmen Allah’ın rahmetinden umut kesilmez. Bir takım ümmiyelerle kendimizi aldatmak yerine, gerçeği görüp sorumluluk bilinciyle hareket edilir, tedbir alınır, çalışılırsa elbette bir çok olumsuz gelişmenin önüne geçilebilir.
Bunca sözün özeti şu: Bu noktaya özellikle dikkatinizi çekerim.
Bu akışın tersine çevrilebilmesi için tek çare İslam aleminin uluslararası pazarlıkta haklarını savunabilecek bir şemsiyenin bulunmasıdır. Bu bulunmadığı zaman Arap olayları nereye varırsa varsın, onları temsil edenler ancak halkın iradesini satarak batılı başkentlerde meşrutiyet satın alabileceklerdir. Bunun çok sayıda örneği vardır.
Yeni bir hayal kırıklığı ancak Türkiye’nin İslam alemini temsil etme gücünü kazanması ile önlenebilecektir. Bu gücü zayıflatılacak her türlü hareketi ittihad-ı İslam’a yapılmış bir ihanet olarak görüyorum!
Ben üzerime düştüğü kadarıyla Bediüzzaman’ın itaat çağrısını ve müsbet hareket düsturuna olan ihtiyacı yenilemeye devam edeceğim. Kusur ve hatalar nefsimize aittir. Güzel olan Alem’in Efendisi olan Zat (as)’ın eseridir.
Bir yazarın kendi eserine gönderme yapması uygun düşmez ancak burada kaçınılmaz hale geldi. Benzeri olayların yaşanacağına dair tespitleri iki yıl önce Mısır üzerinde yaptığım çalışma ile ortaya koymuştum. Batılı sömürgecilerin milliyetçi tepkileri kullanarak bir İslam mülkünü nasıl yağmaladıklarını ayrıntıları ile anlattım! “Kuşatılmış Vatan Sultan Abdülhamid ve Mısır” adıyla yayınlandı. Her nasılsa mantar gibi biten uzman enflasyonu içerisinde bu eser hak ettiği ilgiyi görmedi. Biz de “buldum! buldum!” diyerek yaygara ile kitabın üzerine dikkat çekemedik! Ayrıca Osmanlının bölgede iyice zayıfladığı 1830’lu yıllardan sonra yapılan paylaşım için, “Osmanlı’nın Son Öyküsü” isimli eserimize göz atılmalıdır.