Bediüzaman Said Nursi'nin İttihad ve Terakki ekibiyle, Meşrutiyet ve bazı konularda, birlikte mücadele ettiği bir vakıadır. Ancak bu birliktelik, her konuda ve her hususta olmadığı gibi, bir çatı altında biraraya gelerek yapılan bir mutabakat şeklinde de değildir. Nitekim, gerek meşrutiyet ve gerekse hürriyetin tanımlanması ve uygulanması hususunda aralarında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Ayrıca İttihad ve Terakki bir iktidar mücadelesi verirken, Bediüzzaman'da böyle bir amaç yoktur. O, tamamen millet ve devletin istikbal ve bekası için mücadele etmektedir. Bu durumda İttihad ve Terakki ile bazı benzerlikler arzetmesinin başka türlü değerlendirilmesi bir iltibastır. Aslında bazı noktalardaki bu birlikteliğin, daha önce de ifade ettiğimiz gibi yanlış bir tarafı yoktur. Çünkü sistem değişikliği talebi, son derece önemli ve gereklidir. Ancak başlangıçta meşrutiyet için istibdatla mücadele etmiş gibi görünen İttihad ve Terakki cemiyetinin, bilahare iktidar olmasından sonraki şiddet uygulamalarına ise, Bediüzzaman şiddetle karşı çıkmış ve eleştirmiştir.
Bediüzzaman’ın İttihadçılarla birlikte hareket ettiği "meşrutiyet" konusunda da amaç ve niyet bakımından tam bir mutabakat yoktur. Nitekim, "Sen selanikte İttihad ve Terakki ile ittifak etmiştin, şimdi neden ayrıldın?" diye soranlara, "Ben ayrılmadım, onların bazıları ayrıldılar. Niyazi bey, Enver Bey gibi adamlarla şimdi de müttefikim. Lakin bazıları bizden ayrıldılar, bataklık yoluna saptılar. Hamiyetlerinde şübhem yoktur. Fakat mukabillerinde garaz hissettiler, onlar da tabii garaza ittiba ettiler... Ben hamiyetli ve dindar adamlarla daima beraberim. Ben Selanik’te Meydan-ı Hürriyette okuduğum nutuk ile ilan ettiğim mesleğimi, şimdi de onu takip ediyorum ki; İ’la-i şevket-i İslamiye ve İ’la-i Kelimetullah’ın vasıtası olan meşruta-i meşru’ayı şeriat dairesinde idamesine çalışıyorum" (Asar-ı Bediiyye, 524) ifadeleri tahlil edildiğinde, İttihad ve Terakki ile ittifakının her noktada olmadığı, ilkeler hususunda olduğu, temel ilkenin de “meşrutiyet” olduğu açıkça görülmektedir.
Zira görünüşte "meşrutiyet" mücadelesi yapan bu cemiyetin, iktidar döneminde daha şiddetli istibdat uygulamalarına, ağır eliştirilerle mukabele etmiştir. Hatta Divan-ı Harbi Örfi'de 31 Mart hadisesi münasebetiyle yargılanırken, "Bu haydut hükümet" (Asar-ı Bediiyye:405) tabiriyle çok ağır hakarette bulunmuştur. Yine devam eden savunmasında, “Herkesin şevkini kıran, neşesini kaçıran, ağraz ve hiss-i taraftarlığı uyandıran, sebeb-i tefrika olan cem’iyyat-ı akvamiyyenin teşkiline sebebiyet veren; meşrutiyeti’l-isim ve müstebidü’lmana olan (ismi meşrutiyet, manası istibdat olan) ve İttihat ve Terakki ismini de lekedar eden buradaki şube-i müstebidaneye muhalefet ettim. "Zira yalanlarla ittihad yalandır ve ifsadat üzerine müesses olan ism-i meşrutiyet fasiddir. Müsemma-yı meşrutiyet; hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır." ... "Meşrutiyet-i hakikiyenin müsemmasına (gerçek manasına) ahd-ü peyman ettiğimden istibdat ne şekilde olursa olsun, isterse meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım… Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez” (Asar-ı Bediiyye, 416) şeklindeki ifadeleri de, İttihad ve Terakki hakkındaki kanaatlerini açıkça ortaya koymaktadır.
Yine İttihad ve Terakki hükümetini kastederek; "Eğer meşrutiyet bir şubenin istibdadından ibaret ise ve yalnız ona isim ise ve hilaf-ı şeriat hareket ise; ins ve cin şahit olsun ki ben mürteciyim. Zira yalanlar ile ittihat yalandır. Ve ifsadat üzerine müesses (kurulmuş) olan, ism-i meşrutiyet fasiddir. Müsemmay-ı meşrutiyet (ismine uygun gerçek meşrutiyet); hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır" (Asar-ı Bediiyye, 416) tarzındaki hakaretamiz ifadeleri ile bu hususu dile getirirken; İttihat ve Terakki hükümetine muhalefet etmesinin sebeplerini de açıklamış olmaktadır.
Bazı durum ve konularda, birlikte hareket ettiği halde, bazı konularda ve değişik zamanlarda onlara şiddetle muhalefet etmesinin elbetteki sebep ve gerekçeleri vardır. Yani iyi taraflarını takdir ederken yanlış hareketlerini tenkid etmektedir. Bu çelişkili durum karşısında şaşıran bazı kimselerin, "İttihada şedit bir muarızdın. Neden şimdi sükût ediyorsun?" sorusuna Bediüzzaman, “Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan… Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatıdır. Bence yol ikidir, mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver'e, Venizelos ile beraber Said Halim'e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir" (Sünuhat, 67) şeklinde cevap vermiştir.
Hakperest bir davranış olarak dâhilde muhalif olduğu bir teşkilata, dış düşmanla birlik olarak muhalefet etmiyor. Çünkü dış düşmanlar İttihat ve Terakki Hükümetini, azim ve sebatlarından dolayı kendi emellerine alet edemedikleri için eleştirmektedirler. Böylece düşmanın ekmeğine yağ sürmemek ve onların safında yer almamak için insaflı ve yapıcı davranıyor.
Yine, "Neden meşrutî hükûmete (İttihad ve Terakki) ve dinsiz olmayan Jön Türklere mümkün olduğu kadar hüsn-ü zan ediyorsun?" sorusuna verdiği, "Mümkün olduğu derecede su-i zan ettiğiniz için, ben hüsn-ü zan ederim. Eğer öyleyse zaten iyi yoksa tâ öyle olsunlar, yol gösteriyorum." (Münazarat, 135) şeklindeki cevap da insaflı muhalefetin başka bir örneğidir.
Keza, “İttihat ve Terakki hakkında reyin (görüşün) nedir?" sorusuna, “Kıymetlerini takdir ile beraber, siyasiyyunlarındaki şiddete muterizim. Lakin onların iktisadi ve maarifi olan, bahusus şarki vilayetlerdeki şubelerini bir derece istihsan ve tebrik ederim” (Münazarat, 136) şeklindeki cevabıyla onların müstebit davranışlarını eleştirirken, Doğu Anadolu Bölgesi ile ilgili “milli eğitim ve ekonomi” politikalarını takdir ve tebrik etmektedir.
Yine "Eski Said'in İttihad Terakki komitesine şiddet-i muhalefetiyle beraber, onların hükûmetine ve bilhâssa orduya karşı tarafgirane yüksek takdiratı ve iltizamları ise, bir hiss-i kabl-el vuku ile -yağı içinde bulunan- o cemaat-ı askeriyede ve o cem'iyet-i milliyede bir milyona yakın ve evliya mertebesinde olan şüheda, altı-yedi sene sonra tezahür edeceğini hissetmiş. İhtiyarsız olarak, meşrebine muhalif onlara dört sene tarafgir bulunmuş. Sâbık Harb-i Umumî çalkalamasıyla o mübarek yağı alındı, yağı alınmış bir ayrana döndü. Yeni Said dahi Eski Said'e muhalefet edip yine mücahedesine döndü." (Kastamonu lahikası, 79) sözleriyle de bu takdir ve övgünün, tenkit ve muhalefetinin sebeplerini açıklamaktadır.
"Görülmüyor mu ki, İttihatçılar o kadar harika azim ve sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâmın şu intibâhına da bir sebep oldukları halde, bir derece dinde lâübâlilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler." (Mesnevi-i Nuriye, 86)
Son olarak Bediüzzaman’ın Jön Türkler hakkındaki görüş ve kanaatini belirten, yarı manzum şu ifadeleri ile yazımızı noktalıyalım:
"Din İle Hayat Kabil-i Tefrik Olduğunu Zannedenler Felâkete Sebebdirler:
Şu, Jön-Türkün hatası; bilmedi o bizdeki din hayatın esası. Millet ve İslâmiyet ayrı ayrı zannetti.
Medeniyet; müstemir, müstevlî vehmeyledi. Saadet-i hayatı, içinde görüyordu. Şimdi zaman gösterdi;
Medeniyet sistemi bozuktu, hem muzırdı; tecrübe-i kat’iyye bize bunu gösterdi. Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası. İslâm bunu anladı... Başka dinin aksine, dinimize temessük derecesi nisbeten, milletin terakkisi. İhmali nisbetinde idi milletin tedennisi. Tarihî bir hakikat, ondan olmuş tenâsi..." (Asar-ı Bediiyye, 558)
Bütün bu açıklamalar, Bediüzzaman’ın faaliyetlerinin, siyasi ve menfaat amaçlı olmadığını, kimseyi taklit etmeyerek kendi ideal ve hedefleri için hak ve doğru bildiği fikirlerinde müstakil hareket ettiğini açıkça göstermektedir. Dolayısıyla bu konuda yapılan pek çok eleştirinin, iyi niyetli olmadığı, bilakis maksatlı ve süpekülasyon amaçlı olduğu anlaşılmaktadır.