Risale Haber-Haber Merkezi
Bediüzzaman Hazretleriyle görüşen Son şahitlerden Mustafa Pestil vefat etti. “Minareci Mustafa” olarak da bilinen Mustafa Ağabey, Bediüzzaman Hazretlerinin Urfa’dan sonra gizli gömülen kabrini bulan kişidir.
1928 Sürmene doğumlu olan Mustafa ağabey lâkabından da anlaşılacağı gibi minare ustasıdır. Birçok defa hayatta iken Üstad Bediüzzaman Hazretlerini görmüştür. Bediüzzaman Hazretlerinin naaşının Urfa’dan kaçırılıp meçhul bir yere götürülmesinden 9 buçuk sene sonra Isparta Doğancı Kabristanı’nda bulmak Mustafa Pestil Ağabeye nasip oluyor.
Mustafa Pestil ağabey Bediüzzaman hazretlerinin naaşını nasıl bulduğunu “Ağabeyler Anlatıyor” kitaplarının yazarı Ömer Özcan’a şöyle anlatmıştı:
“Üstad Hazretleri Fıtnat Hanım’ın evinde kalıyordu. Fıtnat Hanım dershanelerden yetişmiş bir kadındı ve çok kuvvetli bir Osmanlıca’sı vardı. Malum, Üstad’ın, mezarının bilinmemesi için vasiyeti vardır. Senirkentli Ali İhsan Tola’nın da bulunduğu bir sırada, ‘Talebelerimden 12 kişi benim mezarımı bilse zarar vermez’ diyor Üstad. Üstad’ın saçları 10 santim kadar uzunmuş ve saçlarına kına yakarmış. Bu vaziyette iken biliyorsunuz, Urfa yolculuğuna çıkıyor Üstad. Orada vefat ediyor. Biz Isparta’dayız. Rahmetli Tahiri Ağabey burada. Biz Üstad’ın vefatını geç haber aldık, o yüzden gidemedik. Üstad’ı Urfa’ya defnediyorlar. Yolda giderken Üstad bir talebesine, ‘Beni Hz. İbrahim (a.s.) çağırdı’ diyor.
“60 ihtilâlinde başta Türkeş olarak karar alıyorlar; Üstad’ın kardeşi Abdülmecit’i alarak, kabrini tahta bir tabuta koyup, galvanizli sac’a koyup lehimliyorlar. Boşlukları da kaba talaşla dolduruyorlar. Geceleyin uçakla götürüyorlar, ama Abdülmecit de bilmiyor nereye gittiklerini; fakat ‘Bir gölün üstünden geçtik, bir demir kapıdan geçip oraya defnettik’ diyor; ama muhit neresi, bilinmiyor. Bu böyle kaldı. Sonra polisler orada nöbet beklediler, ama niçin beklediler bilinmiyor, ama mezarlık tespit edilmişti.
“Derken Isparta’da olduğu anlaşılmaya başlandı, ama tam kesinlik kazanmadı. Böyle dokuz sene geçti aradan. Dokuz sene zarfında herkes kendi kafasına göre ‘Acaba burada mı?’ diye aramalar yapıyor. Galvanizli sacla gömüldüğü belli ya... Bu yüzden Rüştü Ağabey, ‘Şişle bile aradım ağabey!’ dedi. O zamanlar çok sıkıydı. Benim evime yapılan baskınların sayısını bile bilmiyorum, o kadar çok sıkı... Büyük bir isyan yapmışız gibi ağır cezada ben ve hanımım çok yargılandık!
“ÜSTAD’IN NAAŞI HİÇ BOZULMAMIŞTI”
“Bir gün Sav’a derse gitmiştik, orada bu konu açıldı. Herkes bir şey söylüyordu. Ben de dedim: ‘Allah’ın izniyle Üstad’ı ben bulacağım.’ Öyle dedim orada o zaman. Sonra benim yeğenimin bir çocuğu doğdu; sonra öldü! Çocuğu yıkadık, koyduk taksiye… Kış günü, çok soğuk… Gittik mezarlığa. Yalnız benimle gidenler bu işleri bilmiyorlardı; ağabeyim de var, ama bu işlerden haberdar değildi. Mezar yeri için karar verdim, ‘Şurayı eşin’ dedim. Bana o anda, kazma vurulunca sanki Üstad’ın başına vurmuşlar gibi bir his geldi… Diz çöktüm, Yâsin okumaya başladım. Ben Yâsin okurken benim amcaoğlu, ‘Amca burada bir sac çıktı; bu ne olabilir?’ dedi. Ben hemen anladım tabiî... ‘Hastanelerde ölenleri böyle yaparlar, getirirler, böyle gömerler’ dedim. Biraz ilerisini kazdık, çocuğu gömdük. ‘Siz haydi gidin bakalım’ dedim diğerlerine. Onlar gittiler.
“Eştim baktım, galvanizli sac ve lehimli… ‘Tamam!’ dedim. Ama içini daha bilmiyorum... Sonra küreğin ucuyla kanırttım, o lehimleri söktüm. Üstad’ın kafası önüme çıktı. Pırıl pırıl… Üstad’ın saçları kınalı; bir şey olmamış gibi, hiç bozulmamış... Üstad, sarığı başından hiç çıkarmazdı, o yüzden her tarafı tamam, tanıdım; fakat saçlarını bilemedim. Neyse kapattım üstünü, örttüm.
“Kimseye bir şey diyemiyordum, çünkü Üstad’a karşı bir yanlışlık olur diye korkuyordum. Sonra Bozanönü’nde Şaban (Akdağ) vardır, bilirsiniz. Üstad’ın çok kulunçlarını ezmiştir. Ona sordum, başkasına sordum. Tarif ediyorlar; fakat bir tanesi bile ‘Üstad’ın saçları kınalıdır’ demiyordu. Bir hafta uğraştım, ama demiyorum kimseye. Hiç kimse kınalı demiyor. Allah, Allah! (Mustafa) Ezener vardı mesela, o da diyemiyor kınalı diye. Hepsi, her şey tamam, ‘kınalı’ deseler iş bitecek. Sonra Senirkent’e Ali İhsan Tola Ağabeye gittim, ona sordum. ‘Üstad’ın saçları nasıldır?’ diye. ‘Üstad’ın saçları 10 santim uzunluktadır ve kınalıdır’ dedi. Babasına rahmet, düğüm çözülmüştü şimdi!
“ÜSTAD, BAŞKA BİR YERE DEFNEDİLİYOR”
“Bir de tersine koymuşlar tabutu, geceleyin ayaklar kıbleye gelmiş. Fıkıha göre araştırdık, tabutun kıbleye dönmesi lazım geliyordu. Ama tek kişi bunu yapacak güçte değildi. Bunu üç-dört kişiye anlattık, tabutu oradan çıkardık. Bunlardan ikisi öldü, diğeri Salim Güntaş. Mezarı eştik, tabutu çıkardık. Kanırttığımız yerden Üstad’ın yüzünü tekrar gördük. Ondan sonra çok derin bir mezar kazdık orada, altını da epey saptırdık. Bizde çıkarırlar korkusu vardı... Rahmetli Hacı Nureddin vardı, Atasoyların Ahmet’in babası, İslâmköy’dendir.
“O sıralarda ben de neşriyat yapıyorum Isparta’da. Antalya, Gazipaşa... Fethiye’ye kadar neşriyat bende. On beş sene kelle koltukta, Allah’ın inayetiyle bu neşriyatı yaptık. Yalnız buradan oraya gitmek zor olduğundan burayı, yani Antalya-Elmalı’yı merkez yapayım dedim. Nurettin’e dedim ki: ‘Bunu buradan çıkarmasınlar. Buraya bir mezar yap, ama boşluğa koyacaksın; göçtü mü anlarız! Oraya öyle bir beton koyacaksın ki kolay kolay çıkaramayacaklar…’ Böyle bir tertip aldık. Fakat mübarek, bunu ihmal etmiş, yapmamış… Babası Osman Ağabey vardı, rahmetli oldu, o da gidiyor Isparta’da bulunan bir ağabeye anlatıyor. ‘Minareci böyle böyle… Üstad’ı bulmuş!’ diye anlatıyor. O ağabey de emir veriyor, ‘Çıkarın!’ diye. Çıkarmaya başlayınca ellerindeki küreklerin sapları kafalarına vuruluyor, çıkaramıyorlar, bırakıp dönüyorlar. Bunu bana orada yeri kazıyanlardan birisi anlattı. Üstad müsaade etmiyor.
“Ondan sonra bu artık duyuluyor. Duyulduktan sonra Salim Güntaş ile Sav’dan Bekir Hafız, bir kişiyi de alıyorlar, tabutu çıkarıyorlar... Sav’a götürüyorlar. Üstad şu anda Sav’da. (Mustafa Pestil Ağabeyin bahsettiği tarihten sonra Bayram Yüksel Ağabey Hz. Üstad’ın mübarek naaşını tekrar başka bir yere nakletmiştir. Ömer Özcan) Bizim Nurettin de on gün sonra Isparta mezarlığına gidiyor, tabutun çıkarıldığını bilmeden oraya betondan mezarı yapıyor. Ama Üstad çıkarıldıktan sonra... Ben bu arada Elmalı’dayım. Bir gün Elmalı’ya Isparta’dan biri geldi; bana, Üstad’ın mezarının götürüldüğünü anlattı. Dedi ki: ‘Isparta’ya büyük bir gelir kaynağı olacaktı, ziyarete gelen turistler olacaktı, para gelecekti…’ Fena bozulmuştum orada. Herkes duymuş! Sonra gittim Isparta’ya, baktım Nurettin mezarı yapmış… ‘Çıkarılsa mezar bozulurdu, bu beton bozulurdu’ dedim. Meğer Üstad çıkarıldıktan sonra yapmış mezarı... Şimdi Üstad artık orada değil…
“İKİ EDDAİ ŞİİRİNİN SEBEBİNİ ŞİMDİ ANLAMIŞTIK…”
“Biz bu kabri 9,5 sene sonra bulmuştuk. 1969’da... Üstad’ın yüzünde hiçbir bozulma yoktu; yalnız bir yerine ilâç dökmüşler, belli oluyordu. Burada bir şey daha var ki: Sözler’deki Eddai şiirinde, ‘Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde / Said’den yetmiş dokuz emvat bâ-âsam âlâma. / Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş’ diyor Üstad Hazretleri... Üstad’ın hicrî takvime göre vefat tarihi 1379’dur, ona işaret var... Şualar’daki Eddai şiirinde ise, ‘Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde / Said’den altmış dokuz emvat bâ-âsam âlâma / Yetmişinci olmuştur, mezara bir mezar taşı’ demektedir Üstad Hazretleri... Mezarının bulunduğu milâdî 1969 senesine işaret etmektedir. Aradaki 10 sene fark bunu gösteriyor.”