Bazı talebelerinin unvanları daha özeldi. İşte onlardan birisi de “mübarek” unvanlı Süleyman’dır.
Nur Risalelerinde ismi ve bahsi geçen Mübarek Süleyman (Köse), 1898 yılında Barla’da dünyaya gelmiş ve 20 Ekim 1963 tarihinde ahirete intikal etmiştir. Barla’da yaşadığı sürgün yıllarında Bediüzzaman Said Nursi’nin mahalle komşusu olan Mübarek Süleyman, fakir bir ailenin en büyük oğludur. Kendisine ait yeterli arazisi olmadığından başkalarının işlerinde ücretle çalışarak geçimini sağlardı. Çok dürüst ve güvenilir biri olduğundan Barlalılar hep onu tercih ederdi.
Çam dağında, insanlardan uzakta, uzun tefekkür gecelerinden birinde Bediüzzaman’a misafir olmak arzusu düşmüştü Süleyman’ın gönlüne. Bir tepedeki ağacın dalları arasında buldukları bir ekmek için “Bu ekmek bize helâl olur mu?” diye sorması üzerine Üstad “Vay mübarek vay!” demiş, ondan sonra da adı “Mübarek Süleyman” olarak kalmıştı. Olayın hikâyesi şöyledir:
Barla’nın Çam Dağlarında Bediüzzaman’a misafir olan bu temiz kalpli, mübarek insan ısrarla Cuma gecesi Üstadın yanında kalmak istemişti.
“Bir parça küflenmiş ekmek iki gün, iki kişiye nasıl yetecek?” diye düşünerek Çam Dağlarında bir yamaca doğru çıkarken bir katran ağacının dalları arasında koca bir ekmek buldukları zaman,
Bediüzzaman:
“Süleyman müjde Cenab-ı Hak bize rızık verdi” deyince, safi kalbli Süleyman, cevaben:
“Bu ekmek bize helal olur mu?” diye sormuştu. Bediüzzaman ondan bu safiyet dolu sözleri işitince:
“Vay mübarek vay!...” demişti. İşte bu hâdiseden sonra, safi kalb Süleyman’ın ismi “Mübarek Süleyman” olarak hafızalara yerleşmişti.
Bu konu Risale-i Nur’da şöyle geçmektedir:
“Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, her gün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâfi geldi. Hattâ Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günüydü, dedim ona: ‘Git, ekmek getir.’ İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. ‘Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber duâ etmek arzu ediyorum’ dedi. Ben de dedim: ‘Tevekkelnâ alâllah, kal.’
“Sonra, hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şekerle çayımız vardı. Dedim: ‘Kardeşim, bir parça çay yap.’
“O ona başladı. Ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifâne şöyle düşündüm ki; ‘Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceğim?’ diye düşünmedeyken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: ‘Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi.’
“O ekmeği aldık; bakıyoruz ki, kuşlar ve hayvânât-ı vahşiye, hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzereyken, dört sene sadık bir sıddîkım olan müstakim Süleyman, ekmekle aşağıdan çıkageldi.”1
Mübarek Süleyman’ın safi kalbinin ifadesi olan “Bu ekmek bize helâl olur mu?” sözü “Mübarek” oluşunun bir delili olarak Risalelere geçmesine, gönüllerde yaşamasına sebep olmuştur.
Mübarek Süleyman’ın hayatta olan oğulları da babaları gibi geçimlerini amelelik yaparak sağlıyorlar. Babalarının mezarının nerede olduğunu onlar da tam bilmiyorlar. Kendilerine “Nasıl olur, hiç insan babasının mezarını bilmez mi?” diye sorulduğunda onlar, “Biz fakirdik, para bulup babamızın cenazesine gidemedik. Isparta’daki babamızı tanıyan dostları cenazesini kaldırmışlar” diyorlardı.
Anlatılanlara bakıldığında Barla’da Mübarek Süleyman hastalanınca dostları, onu Isparta Devlet Hastanesine getirirler. Dört-beş gün sonra vefat eder. Cenazesini dostları alıp Doğancı mezarlığına defnederler. Bugün kabrinin nerede olduğu kesin olarak bilinmemektedir.
Dipnot:
1- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 111
Yeni Asya