Fatih Durgun'un yazısı
Geçmişten günümüze kadar birçok filozofun üzerine düşünüp tartışmalar açtığı, Şairlerin ruhlarının derinliklerinde aradığı ve herhangi bir zamanın herhangi bir yerinde bir insancığın gündemini meşgul etmiş olan şey, hiç şüphesiz mutluluktur. Her ne kadar mutluluk üzerine çokça söz söylenmiş ise de bu yazı aracılığıyla son dönemin en etkili âlimlerinden, mütefekkirlerinden ve hareket adamlarından birisi olan Bediüzzaman Said Nursi’nin (r.a) mutluluk yorumunu muhtasar, müfid olarak ortaya koyarak insanlığın mutluluk serüvenine bir ışık da biz yakmaya çalışacağız.
İçerisinde bulunduğumuz modern dünyada insanlara sunulan mutluluk ve huzur tatminlerinin daha çok madde ve haz ekseninde şekil aldığını görmekteyiz. Bu sunum kapital ekonominin desteğiyle tüketim ve eğlence içerisinde devamlı farklı paketlerle yenilenerek ayakta tutulmaya çalışılmaktadır.
Peki gerçekten modern insanı madde ve haz eksenli hayat tatmin ediyor mu?
Bu sorunun cevabını görmek için çokta uzaklara gitmemize gerek yok. Kendi hayatımızda, ailemizde ve çevremizde tatminliğin bunlarla kazanılamadığı aksine giderek artan anti-depresan kullanımı vb. sebeplerle mutluluğun artmak yerine azaldığına şahit olmaktayız.
1-MUTLULUĞUN SONSUZLUĞA OLAN AŞKI
Bediüzzaman’a sorma fırsatımız olsaydı o, özellikle bireyselliğin, hazcılığın, egoistliğin ve şan ve şöhret arzusunun kıskacındaki modern insanın böyle bir çıkmazda bulunmasında Dünya’nın geçiciliğini, tabiatı gereği içerisinde meydana gelen değişimleri ve bizzat yaşantısının özünü keşfetmemiş olmasından kaynaklandığını söylerdi. Bunların ardından yaşantısını kabullenmiş olan insanın mutluluk tanımının değişip daha da belirginleşeceğini ifade ederdi.
Nitekim dünyanın mahiyetini keşfetmemiş olan insanın gaflet ve cehalet perdesi altında dahi olsa ölümle yüz yüze gelmesi halinde vicdanında “ebed ebed” sesini işiteceği muhakkaktır. Son dönemlerde daha çok rastladığımız ölümsüzlük arayışları bitmeyen hayat arzusunun toplumsal yönünü bizlere göstermektedir.
Bediüzzaman, vicdanın ebediyetten başka hiçbir şeyle tatmin olmayacağı hususunda "İnsanın fıtrat-ı zîşuuru olan vicdanı, saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse, "Ebed, ebed!" sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz."[1] diyerek aslında modern dünyanın aldatmaca ve oyalamalarına dikkat çekerek insanın lezzet almak uğruna fıtratının hakikatinden ödün verdiğini belirtmiştir.
Bir nevi, modern insanın kendini gerçekleştirme yolunda yanlış yollara tevessül ettiğini kendini gerçekleştirmenin insanlık tarihinin de şehadetiyle manevi ve ruhi yollarla mümkün olduğunu; modern insanın zannettiği gibi ekonomi ya da tüketim yoluyla olmadığının ispatını eserlerinde göstermiştir.
Bediüzzaman eserlerinde daha çok insanın varoluşunu ve gayesini bilmesinin yaratıcısını tanıması ve bilmesi yoluyla olacağını açıklamıştır. Bu açıdan o, bu bilgiyi kalp ve aklın birlikte tanıması ve bilmesinin insanda imanı ortaya çıkartacağını ve bu imanın kazanılmasıyla Tevhid’in[2] bilgisine adım atılacağını, Tevhid ile birlikte her yönüyle annesine teslim olan bebek gibi insanın yaratıcısının hükmüne teslim olan kul konumuna ulaşacağını, bu konumda artık yaratıcısına güven duyarak hem dünyada hem de ahirette mutlu bir hayat süreceğini ifade etmiştir. Böylece Bediüzzaman, insanın bilgi ve farkındalık yoluyla hayatında mutluluk ve huzura doğru yönelen değişimini kendi başına gerçekleştirebileceğini göstermiştir.
2-LEZZETLERİN LEZZETİNİ ALABİLMEK
Bediüzzaman Said Nursi her ne kadar ruhi ve manevi lezzetlerin en üstün lezzetler olduğunu ve mutluluğun yüksek derecesinin bu yolla kazanılacağını ifade etse de Hıristiyan ve Budistlerde öne çıkmak üzere yeryüzündeki farklı disiplinlerin manevi ve ruhi lezzetler uğruna maddi ve bedensel lezzetlerini tamamen terk etmesini doğru görmemiştir. Çünkü insanın fıtri yaşamında, nefsani arzularının belli sınırlar içerisinde tatmin edilmesinin sağlıklı bir hayat için gerekli olduğunu bildiği için bunların terk edilmesi yerine helal ve meşru yollarla tatmin edilmesini salık vermiştir. Bir sözünde “Helal dairesi keyfe kafidir harama girmeye lüzum yoktur.”[3] ifadesiyle helal ve meşru yollardan bedensel zevklerin tatmin edilmesi gerektiğini belirtmiş ve nimetler şükrü gerektirdiğinden bu faydalanma neticesinde nimetler için kişinin yaratıcısına şükür etmesinin öneminden bahsetmiştir.
Bu açıdan Bediüzzaman’a göre verilen lezzetler ve nimetler karşısındaki durumumuz, o nimetlerin bir Mün’im (nimet veren) tarafından verildiğini düşünerek bakışın lezzetten nimet verene döndürülmesi gerektiğini bu yolla kişinin verilen nimetten daha çok lezzet alacağını ancak nimet vereni görmeyip yalnızca nimeti kendi malı gibi zannedip bakışını onunla sınırlaması neticesinde, lezzetinin sınırlanacağı hatta elden kaçırma ve kaybetme korkusuyla kendisini mutsuz bir hale sokacağından bahsetmiştir.
3-MUTLULUĞUN YOLU UÇLARDAN UZAKTADIR
Bediüzzaman, insanların mutlu bir şekilde yaşantı sürebilmesinin dengeli yaşantı ile mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Bu açıdan insan, bütünsel olarak şartlara ve durumlara göre denge oluşturduğunda fıtratının ihtiyaç duyduğu akıl ve ruh sağlığını kontrol altına alabilir. Nasıl ki biyolojik anlamda insan bedenindeki bir aksaklık bireyin ruh halini, sosyal yaşantısını ve mutluluğunu etkiliyorsa aynı şekilde insanda bulunan duyguların da dengesizliğiyle bireyin hayatı olumsuz etkilenebilmektedir.
Bu açıdan Bediüzzaman, her insanın fıtratında bulunan öfke, şehvet (arzu, istek) ve aklın ancak dengeli bir pozisyonda tutulması gerektiğini bunun da ancak ifrat ve tefrit denilen iki uç noktadan uzak bir şekilde vasat (orta) derecesinde mümkün olacağını ve yalnızca Şeriatın (Allah tarafından konulan kurallar) koyduğu sınırlar yoluyla dengelenebileceğini belirtmiştir. Örnek vermek gerekirse insanda bulunan öfke duygusu eğer tefrit derecesinde olsa korkaklık olur ki bu derecede birey, olur olmaz her şeyden korkmaya başlar. İfrat derecesi ise hiç bir şeyden korkmamaktır ki bu seviyede kişi korku nedir bilmez ve kendini her durumda tehlikenin kucağına bırakarak hayatını riske atar. Vasat mertebesi ise cesarettir yani korkmaması gereken yerde cesur, meşru olmayan durumlarda ise tepkisizdir. [4]
Bediüzzaman’ın örneğinde olduğu gibi insandaki şehvet ve akıl başta olmak üzere bütün duyguların orta derecede tutulmasıyla kişilerin sağlıklı bir hayat yaşayabileceklerini, dengeli hayata muhtaç olan insanın bunun sonucunda mutlu ve huzurlu bir yaşantıya sahip olabileceğini bu yolla göstermiştir. Bu sebeple bütüncül olan insanın hayatında mutluluk ve huzur, yalnızca dışarıda aranan bir şey olmayıp en başta kişinin kendi içerisinde bulabileceği aynı zamanda ilahi kuralların rehberliğiyle dengeli bir yaşantının içerisinde de bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in de göstermiş olduğu bu yol Sırat-ı Mustakim[5] olarak isimlendirilmiş bu yolda bulunanların ifrat ve tefritten uzak bir şekilde saadete adım attıkları belirtilmiştir.
SONUÇ
Son dönemlerde mutluluğun sadelikte olduğu ya da “az çoktur” gibi sloganlarla moda haline gelen minimalizm akımı ile birlikte insanlar mutluluğu hayatlarındaki eşyaları azaltmakla ve sadeleştirmekle yakalama yoluna girdiler. Bu tarz akımların içi boş bir şekilde yalnızca dekoratif alanlara ve estetik kaygılara hapsedildiğine şahit olmaktayız.
Halbuki Bediüzzaman’ın yaşantısına baktığımızda hayatındaki eşyaları bir sepete sığdırması ya da bir ekmekle bir hafta yaşaması gibi sadeliğinin, Kur’an-ı Kerim’in emriyle israftan uzak durmak anlamındaki iktisatla birlikte bir Gaye-i Hayal (Hayal edilen gaye) neticesinde oluştuğu ortadadır. Çünkü insanın hedefsiz bir yaşamı kabullenmekte zorlanması, hedefini belirleyememesi sebebiyle varlığını keşfedemeyerek sıradanlaşmasının onu mutsuz hale getireceği bir gerçektir. Bu açıdan modern dünyanın akım haline gelmiş, gelip geçici modası adına yapılan sadelikle, Kur’an’ın emriyle bir gaye uğruna yapılan sadelik hiçbir açıdan aynı olamaz.
Sonuç olarak insanın mutluluğunun ve huzurunun kendi içerisinde bulunduğu ve Kuantum teorisinin de ortaya koyduğu üzere maddenin şeklini bizim ona bakışımızın belirlediği fikrini açıklayan Bediüzzaman’ın “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır“ [6]sözünün hakikatiyle hayatımızı olumlu anlamda dönüştürmek bizim elimizdedir.
Günümüzde paketlenip elimize tutuşturulacağına inandırıldığımız mutluluğun aslında bize çok yakın olduğu ve madde ve tüketimden çok insanın kendini keşfiyle ortaya çıkacağı fikri, araştırmalar neticesinde dünyada kabul görmüştür. Bu açıdan Bediüzzaman’ın da ifadesiyle mutluluğu aramaktan önce toplum tarafından bize öğretilen tanımının çok ötesindeki manasına; Kur’an ve Sünnet’in rehberliğiyle yoğunlaşıp ortaya çıkartmalıyız. Ancak bu yolla iki dünya mutluluğunu kazanmamız ve onu kalıcı hale getirmemiz mümkün hale gelebilecektir.
[1] Bediuzzaman Said Nursi, Sözler, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Say. 649.
[2] Allah’ın bir ve tek olduğuna ondan başka ilah olmadığına inanmaktır.
[3] Bediuzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Envar Neşriyat, Say. 362
[4] Bediuzzaman Said Nursi, İşaratü'l-İcaz, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Say. 117-118.
[5] Fâtiha/ 6, Bakara/ 213, Nîsa/ 68, Mâide/ 16, En'âm/ 39, Yûnus/ 25, Yâsîn/ 4, Şûrâ /52, Zuhruf/ 64.
[6] Bediuzzaman Said Nursi, Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, Envar Neşriyat, Say. 537.