Yusuf Acar'ın yazısı
Üstad Bediüzzaman Said Nursi, yazdığı Risale-i Nur Külliyatı ve sıra dışı hayat hikâyesiyle yüz binleri peşinden sürüklemeye devam ediyor. Yakın tarihimizin önemli isimlerinden biri olmasına rağmen adı ya tarihin sayfalarından silinmeye çalışıldı ya da Kürtlüğünden hareketle Şeyh Said ile karıştırıldı. 23 Mart 1960’ta fâni âleme gözlerini yuman Üstad’ın fikirleri, aradan geçen 51 yılda Türkiye sınırlarını aşarak dünyaya yayıldı. Bu sene başında gösterime giren Hür Adam filmi kendisi hakkındaki ilk dönem filmi olarak hayatına ayna tuttu. Eserleri birçok dilde basılan ve en çok satanlar arasında yer alan Üstad’a yönelik ilgi son dönemde o kadar büyüdü ki onun nerede, hangi ortamlardan filizlenip geliştiğini merak eden insanlar doğduğu Nurs köyüne ve gençlik yıllarını geçirdiği Van’a ziyaret turları düzenliyor.
“Tâhir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, ‘Sadakte’ deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezartaşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan ‘Hoş geldiniz’ sadâsını işiteceksiniz.”
Münazarat adlı eserinde gelecekteki talebelerine böyle seslenen Bediüzzaman’ın çağrısına kulak veren on binlerce insan, bugün artık yıkıntıları kalmış olan Horhor Medresesi’ne geliyor, Üstadlarının ayağının kayıp da mucizevi bir şekilde hemen aşağıdaki mağaraya çekildiği Van Kalesi’ndeki Urartu krallarının odasına çıkıyor. Van ve etrafında Üstad’ın yaşadığı ve ders verdiği mekânları ve talebelerinin kabirlerini ziyaret ediyor. Van’dan sonra da Nurs’un sarp yollarına yolculuk başlıyor. Peki, son yıllarda ne oldu da Van’a ve çevresine bu ziyaretler arttı?
Bölgeye gidip gelenlerden, sadece İstanbul’dan değil, birçok şehirden insanın Üstad’ın Van hayatına ve doğum yerine ait izlerin peşine düştüğünü öğrenince biz de yola koyulduk. Martın tam ortasında bir hafta sonumuzu ayırarak İstanbul’dan Van’a hareket ettik. İlk edindiğimiz izlenim, bölgede son yıllarda terör olaylarının azalması ve başta kurban bayramları olmak üzere kardeşlik köprülerinin kurulması. Bölgeye gidiş gelişlerin artması doğal olarak Üstad’ın ‘eski Said’ dönemini yaşadığı yerlere ziyareti de artırmış. Üstad’ın Van hayatı deyince akla gelen en önemli yer tabii ki Van Kalesi ve Horhor Medresesi. Kale yekpare bir kaya kütlesinin üzerinde oturuyor. Üstad’ın talebelerine ders verdiği Horhor Medresesi hemen Van Kalesi’nin eteğindeki düzlükte, ama şimdi yerinde sadece kalıntıları var. Üstad ise kalenin tepesinde yer alan eski Urartu kralları tarafından kullanılan bir mekânda kalmış. Kimileri burayı kral mezarları olarak adlandırıyor. Bunun sebebi ise öldükten sonra yakılan kralların küllerinin bu odadaki bölmelere konması. İç içe geçmiş üç odadan oluşan mekânda Üstad ve bazı yakın talebeleri kalıyormuş. Ziyaretimiz soğuk bir mart gününe rastlamıştı ama yine de odanın içi ılıktı. Yazın serin, kışın nispeten sıcak olan bu mekân, aynı zamanda Bediüzzaman’ın ayağının kayıp düşerken ‘Davam!’ diye haykırdığı ve âdeta görünmez bir elin onu havadayken tutup aşağıya indirdiği yer. Dik bir uçurumun kenarında yer alan ve yüzü Horhor Medresesi’ne bakan odanın girişindeki merdivenlerin etrafı bugün demir parmaklıklarla kapatılmış.
Üstad’ın Van’a gelmesi 1897’de 20 yaşındayken Van Valisi Tahir Paşa’nın davetiyle oluyor. Bediüzzaman adıyla bölgede nam salan Said Nursi’inin ilmine, fazlına ve dehasına hayran olan Tahir Paşa onu Van’a davet ediyor ve kendi konağında misafir ediyor. Risale-i Nur’da da bahsi geçen konak bugün bir mahalle içerisinde yıkıntı hâlinde. Konaktan geriye ayakta kalmayı başarabilen birkaç duvar var. Üstad tarihî sözlerinden birini işte bu konakta söylemiş. Bir gün gazete okuyan Tahir Paşa’nın dikkatini bir haber çeker ve bunu Bediüzzaman’a gösterir. Gazetede, İngiliz Müstemlekât Nâzırı (Sömürgeler Bakanı) William Gladstone’un İngiltere meclisinde, elinde Kur’an-ı Kerîm’i göstererek söylediği bir nutukta, “Bu Kur’an İslamların elinde bulundukça, biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp etmeli ve bu Kur’an’ı onların elinden kaldırmalıyız ya da Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız.” diye hitap ettiği haber verilmiştir. Bu beyan Bediüzzaman’ın beyninde âdeta şimşekler çakmasına neden olmuş, “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!” sözleri dudaklarından burada dökülmüş.
Üstad’ın Van hayatının önemli dönemeçlerinden biri de Eski Said döneminin sonlarında inziva hayatı yaşadığı Erek Dağı. Birinci Dünya Harbi’nde esir düşerek sürgün edildiği Rusya’dan kaçışında ilk uğradığı İstanbul’da ve akabinde Gazi Mustafa Kemal’in davetiyle geldiği Ankara’da yaşadıkları sonrasında Üstad, Van’a dönerek münzevi hayatı sürmeye başlamış. Burada birkaç talebesiyle yaklaşık iki buçuk yıl kalan Üstad’ın konaklamak için tercih ettiği yer ise terk edilmiş eski bir kilise. Erek’e çıktıkları ilk etapta burada kalmayan Bediüzzaman bir süre dualarına devam ettikten sonra bir gün talebelerini çağırarak “Habis ruhlar ve şeytanlar defoldu, artık buraya yerleşebiliriz.” demiş ve metruk kilisede konaklamaya başlamış. Üstad’ın bazen cuma namazlarını kılmak için geldiği, hemen Erek Dağı’nın eteğindeki mescit restore edilmiş ve Bediüzzaman Camii adıyla hizmet veriyor.
NURS KÖYÜNE YOLCULUK
Gezimizi bir hafta sonuna sığdırmak zorunda olduğumuz için öğlene doğru vardığımız ilk günü Van’a ayırmıştık. Ertesi gün ise rotamız Üstad’ın doğduğu ve 9 yaşına kadar yaşadığı Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyüydü. Van Gölü kıyısından dolaşıp önce Tatvan yol ayrımından Bitlis’in Hizan ilçesine, oradan da Nurs köyüne devam ediyoruz. 165 km uzunluktaki yolu yaklaşık 3 buçuk saatte alabiliyoruz. Zamanında asfalt yol yapılmış ama Hizan’dan Nurs’a yaklaştıkça yol bozulmaya başlıyor. Hizan’dan güneye doğru ilerleyen yolda, içinde Nurs’un da yer aldığı 9 köy bulunuyor. Isparit nahiyesi olarak bilinen bölgede köyleri birbirine dar bir yol bağlıyor ve bu yol coşkun derelerin ve derin vadilerin arasından uzayıp gidiyor. Bu yolun sonuna yaklaştığımızda bizi gürültülü çağlamasıyla Nurs deresi karşılıyor. Dere boyunca ilerlediğimizde dağların arasında gizlenen Nurs köyünü görüyoruz. 70 haneli köyün evleri dere boyunca uzanan dik yamaçlara kurulmuş. İki dağın arasında kalan köy, yüzünü güneye bakan yamaca kurulmuş, karşı yamaçta neredeyse hiçbir yapı yok. Köyün girişinde dışarıdan gelen ziyaretçileri ağırlamak için mütevazı bir misafirhane yapılmış. Köyün içerisindeki dar yoldan ilerlerken bir amca yamacın üstündeki evinden bize sesleniyor: “Nereden geldiniz melekler?” Beş yaşlarındaki küçük bir çocuk ise bir arkadaşımıza yaklaşıyor ve “Aç mısın, ekmek getireyim mi?” diye sesleniyor. Biraz daha ilerlediğimizde adının İsa Okur olduğunu öğrendiğimiz Üstad’ın amcasının torunlarından bir dede hoş geldiniz deyip bizleri ısrarla buyur ediyor. Köy âdeta bir huzur adacığı ve en küçüğünden yaşlısına herkes sinesini açmış bizi misafir etmeye çabalıyor. Ama kafilenin amacı bir an önce Bediüzzaman’ın doğduğu eve varmak. Birkaç dakika içerisinde varıyoruz. İçeriden çocuk sesleri geliyor. Kur’an-ı Kerim okuyorlar. Evin girişinde soldaki odada köyün imamı Yunus Gedük çocuklara ders veriyor. İleride sağda ise iki bölmeli hane bize bakıyor. Üstadın doğup büyüdüğü bu küçücük evin zemininde bir tandır dikkatimizi çekiyor. Ekmek ve yemek yapmak için kullanılan bu tandır aynı zamanda içeriyi de ısıtıyor. Bir süre burada kaldıktan sonra Üstad’ın da namaz kıldığı köyün tarihî mescidine geçiyoruz. Alçak tavanları olan eski mescit korunuyor. Üst kısmına inşa edilen cami ve külliye geçen sene bitirilmiş. Buradan ayrılıp Üstad’ın ailesinin ve akrabalarının bulunduğu köyün mezarlığına uğruyoruz. Üstad’ın babası Sofi Mirza Efendi, annesi Nuriye Hanım ve kendisinden ders aldığı ağabeyi Molla Abdullah yan yana yatıyor. Mustafa Öztürkçü’nün kaleme aldığı “Bediüzzaman’ın Bilinmeyen Akrabaları” adlı kitap Üstad’ın akrabaları ve köyüyle ilgili detaylı bilgiler veriyor.
Yunus Gedük köye özellikle son beş yılda ziyaretçi akını yaşandığını ve bunların yüzde 90’ını gençlerin oluşturduğunu söylüyor. Ziyaretlerin daha çok havaların ısınmaya başladığı mayıstan itibaren arttığını kaydeden Gedük, “Bugün bile yüzden fazla kişi geldi. Havalar ısındıktan sonra çok daha fazla insan geliyor. Hatta burada kalmak isteyenler de oluyor ve biz de onları severek köyümüzde misafir ediyoruz.” diyor. Tarih ve Kültür Araştırmaları Derneği adına 50 kişilik geziyi organize eden Ahmet Altıner ise bu gezinin art arda düzenledikleri beşinci gezi olduğunu söylüyor ve üyeleri arasında Bediüzzaman’a karşı artan bir merak olduğuna dikkat çekiyor. Altıner bu merakı Üstad’ın günümüzde toplum tarafından daha çok biliniyor olmasına bağlıyor ve Hür Adam filminin de buna katkı sağladığını düşünüyor.
Geziye katılan sigorta uzmanı Umut Aydın “Üstad’ın hayatıyla ilgili kitapları zaten okumuştuk ama burada gördüklerimiz okuduklarımızı teyit ediyor. İnsanların misafirperverliği beni gerçekten çok etkiledi.” sözleriyle, gelip yerinde görmenin yaşananların daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağına ve okumakla yetinmeyip buraları ziyaret etmenin gerekliliğine işaret ediyor.
Aksiyon