Bediüzzaman’ın 'Ölünceye kadar unutmayacağım' dediği zat: Mehmet Salih Yeşiloğlu

Mehmet Selim MARDİN

Bediüzzaman’ın “Ben bu insaniyetini ölünceye kadar unutmayacağım” dediği zat: Mehmet Salih Yeşiloğlu

Bediüzzaman Said Nursi 1946 yılında Afyon’a bağlı Emirdağ ilçesinde mecburi iskânda ve gözaltında bulunuyordu. Hapisten çıktığı halde hapisten yüz kat daha fazla baskı ve tarassutlara maruz bırakılmıştı. Dini faaliyetlerden hazzetmeyen hükümet, “Bediüzzaman’ı nasıl bezdiririz, onu nasıl isyan ettiririz?” hesapları ile her türlü tahrik ve provokasyon oyunlarını sahneye koymaktaydı. Bediüzzaman kendisine yapılmak istenenleri iyi okur, sürekli oyunlarını bozacak sabır, itidal ve metaneti elden bırakmazdı.

İşte bu sıkıntılı hengamede kendisine eski bir dosttan mektup gelir. Mektubu aynen aktaralım.

Muhterem din kardeşim,

Kırk gündür yatakta sizinle meşgulüm. Hayal ve mesmuuma nazaran, huzurunuzun muhtel olduğuna zahibim. ... Tahminen on gün kadar evvelsi, sokaklarda "Halis Afyon tereyağım var" diyen birisini pencereden yanıma çağırıp biraz yağ aldım. Maksadım sizi sormaktı. Afyon’dan Emirdağı kazasına sürüldüğünüzü, ahalinin sizinle görüşmesinin yasak olduğunu duyunca çok müteessir oldum.

Muhterem din kardeşim,

Bu mektubu size yazan, otuz bir sene evvelsi sizinle Erzurum’un Esad Paşa Medresesinde, Umumi Harpte Kafkas’ın karlı dağlarında ve yirmi dört sene evvel de mebusluğum hengamında Van Valisi Haydar Bey dostunuzla Millet Meclisi salonunda görüşen Erzurum’un esbak mebuslarından Yeşil oğlu Mehmed Salih.

Bediüzzaman bu mektubu okuyunca çok duygulanır. Eski bir dostu tarafından en sıkıntılı dönemde hatırlanması bir vefadarlık timsalidir. Bu zat birinci meclisin Erzurum milletvekillerindendir. Bediüzzaman Hazretleri Pasinler Cephesinde Süphan Dağı eteklerinde düşmanla savaşırken, Yeşiloğlu Salih Bey de o yıllarda asker olduğu için harbe iştirak etmiştir. Bediüzzaman’la aynı cephede savaşmış ve Üstad’ın kahramanlıklarına şahit olmuştur. Savaş sonrasında Bediüzzaman’ı Ankara’da gören Yeşiloğlu Salih Bey Üstad’a olan hayranlığını sürekli ve her yerde dile getirir. (1)

Birinci dünya savaşında Pasinler cephesindeki Erzurum, Çarlık Rus ordusunun ilk hedefi üzerindeydi. Erzurum 16 Şubat 1916'da Ruslar tarafından işgal edildikten sonra Salih Bey Bursa’ya göç eder, Altı yıl sonra kader iki kadim dostu yine Ankara’da Büyük Millet Meclisinde 1922 yılında bir araya getirtir. Bediüzzaman’ın büyük reisle tartışmasının bir şahidi de Salih beydir. Birinci Büyük Millet Meclisinde Bediüzzaman hal hatırını soran bu vefalı dostuna, Hasan Efendi aracılığıyla “Yeşil Salih’e mektuptur” başlığıyla aşağıdaki satırları kaleme aldırır.

Aziz Kardeşim Hasan Efendi!

Sen benim tarafımdan kıymetli kardeşimiz Salih Efendiye yaz ki, ben ölünceye kadar onun bu insaniyetini unutmayacağım ve ona çok minnettarım ve çok selam ve dua ederim. Fakat ben her sıkıntıya karşı tahammüle karar vermişim. Hem ben iyiliği o reislerden beklemiyorum.
Said Nursi (3)

Erzurum eski milletvekili Mehmet Salih Yeşiloğlu, Bediüzzaman’ın Emirdağ’da hükümetin baskısı altında çektiği eziyetler karşısında eski dostu olan Halk Partisi genel sekreteri Hilmi Uran’a bir mektup yazar. Mektubunda “Yazıları yanlış telakki ve tefsirlere uğratılmakla senelerden beri çember içinde yaşatılan ve safi, samimi bir insan ve Müslümanlıktan başka hiçbir maksadı bulunmayan Bediüzzaman Molla Said nam masumun, ya bulunduğu yerde veya Ankara’ya nakil ile orada hayat ve huzurunun muhafazası için sırf insaniyet namına yazılmış olan bu mahrem ricanameyi bizzat okumak nezaketinde bulunur ve genç zamanında yaptığı, unutulan hizmetlerine mükafaten ihtiyar halinde bu adamı serbest bir ölüm hayatına kavuşturmak lütfunu, diriğ buyurmazsanız, zat-ı keremkarlarına en büyük hürmetlerimi sunar, minnettarınız olurum(4) diye başlar ve Bediüzzaman’ın hayatından kesitler sunarak Bediüzzaman’ın vatana ve millete faydalı hizmetlerini aktarıp, hürriyetine kavuşturulmasını talep eder.

Bediüzzaman dostu olan Salih beyin bu gayretinden dolayı çok duygulanır ve minnettarlığını ifade ile yukarıda aktardığımız mektubu yazdırır. Ancak kendisinin Hilmi Uran’a yaptığı müracaat karşısında her sıkıntıya tahammüle karar verdiğini ve o reislerden iyilik beklemediğini ifade etmiştir.

Çünkü Bediüzzaman yirmi yıl boyunca sadece bir kez Hilmi Uran’a İçişleri bakanı iken bir dilekçe yazdığını belirtmektedir. Bu dilekçenin yazımından sonra Afyon Emniyet Müdürlüğüne gönderildiğini, bunun üzerine dört beş kez dilekçe yüzünden de kendisine sıkıntı verildiğini, karakola çağrıldığını, "Senin yazın böyle değil, kim sana böyle yazmış?" şeklinde mukabele gördüğünü ifade etmektedir. Bu muamele karşısında bir daha dilekçe yazmama ve müracaatta bulunmamaya, "Böylelere müracaat edilmez, yirmi sene sükutum haklı imiş" şeklinde karar verdiğini dile getirir.

MEHMET SALİH YEŞİLOĞLU KİMDİR?

Mehmet Salih Efendi; 1877 yılında Erzurum’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Erzurum’da tamamladıktan sonra bir süre medrese öğrenimi görerek, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’na gönüllü olarak katıldı.

Savaştan dönünce Erzurum Dârül muallimât’a (İlköğretmen Okulu) girerek 1905 yılında mezun oldu. Çeşitli okullarda tarih öğretmenliğinin yanı sıra Erzurum Numune lisesinin müdürlüğünü yaptı. Erzurum’un işgali üzerine 1916 yılında ailece Bursa’ya göç etti.

İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali sonrası Bursa’da Redd-i İlhak Cemiyeti kurucuları arasında yer aldı; Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başkanlığını üstlendi.

Mehmet Salih Efendi; oluşturduğu gönüllü kuvvetlerle Anzavur Ayaklanması’nın bastırılmasında görev aldı. 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’ye 1’nci Dönem Erzurum Milletvekili olarak seçildi. Kurtuluş Savaşında gösterdiği yararlıklar sonucu İstiklâl Madalyası ile ödüllendirildi.

Soyadı Kanunu ile Yeşiloğlu soyadını alan Mehmet Salih Efendi, 3 Temmuz 1954 tarihinde vefat etti. (2)

Yazar Cemaleddin Server Revnakoğlu, Tarih mecmuasında Mehmet Salih Yeşiloğlu’nun manevi yönünü ve eserlerini şöyle anlatır:

Birinci Millet Meclisi devresinden iti­baren “Erzurumlu Salih Efendi, Hoca Sa­lih Efendi” ve “Yeşil Hoca” isimleriyle bilinen merhum, son asrın Erzurumlu hattat ve müellifleri içinde en çok eser vermiş olanlarından biridir. Yazma, bas­ma, büyük, küçük bir haylî kitap yaz­mıştır. Bunların bir kısmı ahlâkî, içtimaî bazıları edebî, tarihî, birçoğu da, dinî ve terbiyevîdir.

Salih Efendi, hakîkaten velûd adam­dı. Çok kıymetli Ziyaeddin Fahrî’nin bir münasebetle fakîre söyledikleri gibi: “Pe­dagog yaratılmıştı.” Doğuşta mektepçi ve terbiyeci idi. Ne yazdı ise, öğretmek, uyan­dırmak için yazdı. Bunları yazmak ve okutmak için de, ne mümkünse yaptı. Hattâ her teşebbüse rağmen başaramadıklarını güzel nesih ve ta’lîk yazı ile bizzat yazıp kütüphanelere dağıttı. Şimdi Süleymaniye’ye nakledilmiş bulunan Fatih Camii Şerifi içindeki Kütüphanede, yine Fatih’teki Millet Ali Emirî’de, Nuruosmaniye,  Âtıf Efen­di ve Süleymaniye Kütüphanelerinde, ken­di yazısını ve imzasını taşıyan bu eserlere her zaman rastlamak mümkündür.

Erzurum’da yıllarca devam eden, Mer­kez Numûne Mektebi (îlk mektep) Mual­limliği ve müdürlüğü zamanında kaleme al­dığı, (Kıraati Merdan, Risalei Merdan, Mecmuai Merdan) isimli edebî Kıraat nümuneleri, oralarda ilk defa kitap haline getirilmiş ahlâkî edebî, Didaktik mâhiyette yazılmış mektep antolojisidir. Erzurum ve çevresinin birkaç nesli bunları seve seve okudu ve belledi. Kendisi de bu kitaplarla büyük şöhret yaptı. Erzurum mebusluğun­daki “Taaddüdü zevcât” lâyihası kadar unutulmayacak izler ve tesirler bıraktı.

Bazen Lâtife ederdi:

“Biz, teaddüdü zevcat dedik; onlar, taaddüdü ezvâç anladılar. ”

Derviş ruhlu, tasavvuf ahlâklı olduğu için kendisinde hiçbir varlık görmezdi. Ki­fayetini hiç’e sayardı. Kendini bildi bileli fikir ve kültür adamı olduğu halde kisve inkilâbına kadar, memleketinde âdet oldu­ğu üzere başına ince abânî Kundak sarar ve bunu bir def’a dolardı. Sırtına aba hayderiye giyerdi.

Tarikat nasibi, Kadirilikten, en son olarak biraz da melâmilikten olmuştu. (Marifetnâme) Müellifi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin torunlarından Hasen kafalı şeyh Hacı Şâkir Efendi halîfesi: Murat Paşa mahalleli Hâşıî Zâde Şeyh Ali Rıza Efendiye (Hacı Haşıl) intisâb etmiş, ondan teslık ve terbiye görmüştü. Şeyhinin ömrü yetmediğinden Sulûkünü tamamla­yıp icazetname (Diploma) alamadı. İstanbul’da kendisine son zamanlarda “Şeyh" denilmesi, ilerlemiş bir yaşta olmasından­dır. Ve saygının ifâdesidir. Yoksa ne Erzurum’da ne İstanbul’da Tarikat usul ve icaplarına göre Sulûkünü bitirip kimseden icazet veya (Hilâfetname) almış değildir. Bir başka suretle de irşada mezun edil­miş olduğunu bilmiyoruz. Yalnız son za­manlarda, “Sofular”daki evine alıp bak­tığı meşhur Melâmilerden Muhammed Nur’ül Arab’ın tanınmış halîfelerinden Şeyh Ah­met Safî Efendiden müstahlef Erzurumlu Kantarcı Mehmet Rıfat Babadan, biraz “Melâmet” neş’esi görmüştü.

Eskiden beri bilinen aile şöhreti “Yeşilzade”, kendi adı da “Mehmet Salih” ol­duğu halde eserlerinin bir kısmında, “Rahmî” mahlasını kullanmıştır.

Son zamanlarda dostlarına yazdığı mektuplarda, imza üstüne, “Topal Salih” demeyi âdet edinmişti. Marifetnameci İbra­him Hakkının şeyhi ve Mürşidi Tillolu Şeyh İsmâil Fakirullah’ın bendesi bulun­makla övunürdü. Bundan dolayı bazı eser­lerini, “Fakîri” ismi ile yayınlanmıştı.

Kadiriye tarîkatinden olduğunu be­lirtmek ve bildirmek için “Kadirî” adını bazen mahlas yerine yazdığı görülürdü. (Hattâ bu yüzden mahkemelik bile olmuş­tu.)

Sâlih Efendiyi, Erzurum’un eskileri, yalnız “Hafız Mehmed” diye bilirler. İstan­bul, “Salih Hoca" derdi.

Babası Seyyid Mustafa Niyâzî, onun babası Gâzî Alemdâr Seyyid Hüseyin, onun babası Seyyid Hacı Mustafa, onun babası Seyyid Ali, onun babası Seyyid Abdullâh, onun babası Seyyid Ömer, onun da babası yine Seyyid Alî Efendidir. Aslen ve ecdâden İspirli olan bu âile, sonradan Erzurum’a göç etmiş, orada yerleşmişlerdir.

Sâlih Efendi inkilâptan önce ve son­ra muhtelif memuriyetlerde bulunmuş, fa­kat hayâtının mühim bir kısmı, hemen dâima, muallimlikle ve yazıp çizmekle geç­miştir. Erzurum, Bursa ve Trabzon’da ol­duğu gibi İstanbul’da da hocalık hayatına devam etmiş, İmam Hatip mekteplerinin ilk kuruluşunda, Çemberlitaş orta mekte­binde, Türkçe ve Tarih dersleri okutmuş, Birinci Büyük Millet Meclisinde memleke­ti olan Erzurum’u temsîlen bulunmuş, Matbuatın yarı ta’rîz, yarı Lâtife yolu ile sık sık bahsettiği meşhûr, “Taaddüdü Zevceât — meşru ve mecburî izdivaç”a dâir takrir ve teklifi ile kendisine âdeta tarihî, orijinal bir şahsiyet yapmıştır.

En son olarak İstanbul Kütüphanele­rinde, eski eserleri tetkik ve tasnif Komis­yonunda çalışmıştı. Bir müddet için gazete­ciliği de vardır. “Şarkın Sadası” isimli bir gazete çıkarmış, 45’inci sayıdan sonra sür­dürememişti.

NOT: Araştırmanın yapılmasında bilgi, belge ve fotoğraf yardımlarını esirgemeyen Murat Yeşiloğlu’na teşekkürlerimi arz ederim.

KAYNAKLAR
1)Son Şahitler. Necmeddin Şahiner C. Sh. 15
2)https://puskulcu. blogspot. com/2012/04/mehmet-salih-efendi. html
3)Emirdağ Lahikası 154-Sinan Matbaası İstanbul 1959
4)Emirdağ Lahikası 152-Sinan Matbaası İstanbul 1959

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.