Hayat bir yardımlaşma mıdır yoksa bir savaş, bir boğuşma mı? Bu dünyada her zaman büyük balık, küçük balığı mı yutar? Hayata hangi pencereden baktığınıza bağlıdır bu soruların cevabı. Barajların yüzde 99’u su ile dolmuş ise, birileri olaya “Barajlar doldu” diye manşet atarken birileri “Barajlar tam dolmadı” diye ifade eder. Doğrusu sizce hangisidir?
Büyük resme bakmadan yalnızca parçalara bakmak her zaman yanıltıcıdır, gerçekten siz uzaklaştırır. Doğaya bir bütün halde bakmak gerekir. Çevremize baktığımızda cansız varlıkların, hayvan, bitki ve insanlarla aralarında bir yardımlaşma ve birbirlerinden yaralanma suretiyle hayatlarını sürdürebildikleri ve birlikte yaşayabildikleri gözlemleriz. Başımızı kaldırıp gökyüzüne baktığımızda Güneş, Dünya, Ay ve yıldızların da dünyadaki hayatın devamı için kendilerine çizilmiş bir düzen içinde hareket ettiklerini görürüz. Dünyanın güneşe uzaklığı, ayın dünyaya uzaklığı, dünyanın ve ayın günlük ve yıllık dönüş hızları, yörüngeleri ve eğimleri çok karmaşık ve ince bir denge içindedir. Gece ve gündüzün oluşuyla mevsimlerin meydana gelişleri bu denge sayesindedir. İşte bu canlı ve cansız çevrenin tamamına Ekosistem denir.
Ekosistem bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olması tasarlanmış, kurgulanmış ve yıllardan beri kusursuz bir şekilde çalışması sağlanmıştır. Bir hızlı trenin, jet uçağının, otomobillerin ve uyduların tasarımları, üretilmeleri ve çalıştırılmaları göz önüne getirildiğinde evrende çalışan ekosistem elemanlarının çokluğu ve bunlar arasında uyum ve bir denge kurulmasının ne kadar ince hesaplar gerektirdiği görülecektir.
Cansız elementlerin; bitkilerin yardımına, bitkilerin; hem hayvanların hem de insanların yardımına koşturulduğunu görürüz. Bitkiler topraktan kökleriyle elementleri alır beslenir, yağmur bulutları torağı sular tohumlar filiz olur, sebze ve meyve olur. Onu insanlar ve hayvanlar yer, beslenir.
Cansız elementlerin bitkiler dünyasına girişi şöyle olur: Azot; gaz halinde atmosferde bulunur ama bu haliyle ondan bitkiler istifade edemez. Dünyadaki Azot fiksasyonu, bazı canlılar tarafından (Rhizobium, Azotobacter, Oscillatoria, Anabeana) biyolojik süreçlerle gerçekleşebildiği gibi, fizikokimyasal (şimşek ve yıldırım gibi) etkenlerle de azotun nitrat formundaki inorganik şekline(NO3) dönüşümü meydana gelir. Suda eriyen NO3 de bitklerin kökleri sayesinde emilerk kullanılır. Toprakta Azotobacter ve Clostridium cinsi bakteriler önemli derecede biyolojik fiksasyonu gerçekleştiren canlılardır. Ayrıca toprakta kükürt,demir ve hidrojen bakterileri de vardır.
Liken adı verilen canlı bir mantarla bir algin ortak yaşamasından oluşmuş organizmadır. Mantarlar klorfil taşımaz, yaşadığı ortamdan su ve madensel tuzları alır ve alg'e verir. Buna karşılık alg de klorofili olduğundan fotosentez yaparak organik bileşikleri hazırlar.
Afrika' da yaşayan bir kürdan kuşu yabani hayvanların derileri üzerindeki bit ve keneleri yiyerek gıdasını sağlar. Kuvvetli içgüdüsü ile de yaklaşan düşmanı hissedip bağırarak kaçar ve gıdasını sağladığı hayvanı tehlikeye karşı uyarır.
Havada bulunan CO2 hem yeşil yapraklı bitkiler tarafından kullanılır. Yeşil yapraklı bitkiler; klorofilleri sayesinde havadaki CO2 i alır ve güneş enerjisi altında onu kendine besin kaynağı olarak nişasta ve karbonhidratlara çevirir, doğaya O2 verir. İnsanlar da havadaki O2’ni alır, kullanır ve dışarıya CO2’ i verir. Ve bu döngü hep böyle devam eder durur.
Rüzgar, arılar, sinekler ve benzeri böcekler bitkilerde tozlaşmaya yardım ederler. Meyve, sebze olunca da onları hayvanlar ve insanlar yer. Yere düşen, çürüyen meyveleri de sinekler, karıncalar ve bakteriler yer.
Kuşlar yedikleri meyvelerinin çekirdeklerini eritemezler, çekirdekler uzak yerlere taşınır ve orada yeni den filizler çıkar. Kargalar cevizleri toprakaltında bir yerlere saklar sonra bunların bir kısmını bulamazlar, onlardan ceviz filizleri meydana gelir. Misk kedisi yediği kahve meyvelerinin çekirdeklerini tabiata bırakır ve orada yeniden kahve filizleri yetişir.
Yılanlar köstebek ve tarla farelerini yiyerek beslenir, siz yılanları öldürürseniz fareler ve köstebekler ekinlerin tohumlarını yer ve tarlada ürün olmaz.
Leş yiyen hayvanlar(kartal, akbaba ve sırtlan gibi) ölü hayvanları denizleri ve karaları yiyip yeryüzünü temizler. Karıncalar; buldukları börtü böcek, hayvan leşi, bitki özlü meyveler ve yaprakları yerler. Kurtçuklar; ölü canlıları yiyerek bitirirler.
Bizler mikropları, hastalık yapan canlılar olarak biliyorduk ama son yıllarda öğrendik ki insanın barsağında yaşayan faydalı bakteriler(probiyotikler) varmış ve insanın bağışıklık sisteminin ana kumandası buradaymış. Eğer onları, gereksiz antibiyotik kullanım sonucu zayıflatırsak vücudun dengesini biz kendi ellerimizle bozar, hastalıkları davet ederiz.
İnsan vücudunun bütün organları, hücreleri arasında böyle bir yardımlaşma, vücutta gerçekleşen her türlü değişikliğe karşı var olan dengenin korunmaya çalışılması yani “Homeostasis” vardır. Tabiattaki ekolojik dengenin insan bedenindeki karşılığının adıdır bu. Mesela CO2 in fazlası akciğerlerden, atık maddeler ise böbrekler ve terleme yoluyla atılır. Kan şekerinin fazlası karaciğerde depo edilir, dengeler korunur. Bazı maddeler vücutta inaktif halde bulunur, gerektiğinde aktif hale getirilir yine denge korunur. Mesela kanama olduğunda pıhtılaşma faktörleri aktif hale geçer ve kanamayı durdurur, dengeyi korur. Sonra yine eski hale dönüş olur. Hormonlar salgılanır, görevlerini yaparlar sonra yıkılır yerine yenileri yapılır, denge korunur. Enzimler, kimyasal faaliyetleri başlatırlar, kendileri hiç değişime uğramazlar, vücutta denge sağlanır, yaşam kusursuz devam eder. Kalp bir kasılır bir gevşer, kan pompalanır sonra toplardamarlarla geri döner.
*medar-ı hayat olan düstur-u teavün ezharun mine'ş-şems (güneşten daha zahir) olduğu hâlde, nasıl kör oldun, görmüyorsun? Evet, şems ve kamerden tut, ta nebatatın, hayvanatın imdadına; ve hayvanatın, insanların imdadına; ve mevadd-ı gıdaiyenin, semeratın imdadına; hatta taamın zerratı, hüceyrat-ı bedenin tegaddîsi için kemâl-i intizamla koşmaları, bir Rabb-i Kerîmin emriyle bir vazife-i muavenet ve teavün ve uhuvvet olduğunu ve kavînin zaife musahhariyeti olduğunu, kör olmayan görür.(NURUN İLK KAPISI)
*mahlûkatta, kuvvetlerinin bütün bütün haricinde bir teavün hakikati görünüyor. Meselâ, unsurları zîhayatın imdadına, hususan bulutları, nebatatın mededine ve nebatatı dahi hayvanatın yardımına ve hayvanat ise insanların muavenetine ve memelerin kevser gibi sütleri, yavruların beslenmelerine ve zîhayatların iktidarları haricindeki pek çok hâcetleri ve erzakları, umulmadık yerlerden onların ellerine verilmesi, hattâ zerrât-ı taamiye dahi hüceyrat-ı bedeniyenin tamirine koşmaları gibi, teshir-i Rabbânî ile ve istihdam-ı Rahmânî ile, hakikat-i teavünün pek çok misalleri doğrudan doğruya, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden bir Rabbü'l-Âlemînin umumî ve rahîmâne rububiyetini gösteriyorlar.
Evet; câmid ve şuursuz ve şefkatsiz olan ve birbirine şefkatkârâne, şuurdarâne vaziyet gösteren muavenetçiler, elbette gayet Rahîm ve Hakîm bir Rabb-i Zülcelâlin kuvvetiyle, rahmetiyle, emriyle yardıma koşturuluyorlar.
İşte, kâinatta câri olan teavün-ü umumî, seyyarattan tâ zîhayatın âzâ ve cihazat ve zerrât bedeniyesine kadar kemâl-i intizamla cereyan eden muvazene-i âmme ve muhafaza-i şâmile; ve semâvâtın yaldızlı yüzünden ve zeminin ziynetli yüzünden tâ çiçeklerin süslü yüzlerine kadar kalem gezdiren tezyin; ve kehkeşandan ve manzume-i şemsiyeden tâ mısır ve nar gibi meyvelere kadar hükmeden tanzim; ve güneş ve kamerden ve unsurlardan ve bulutlardan tâ bal arılarına kadar memuriyet veren tavzif gibi pek büyük hakikatlerin, büyüklükleri nisbetindeki şehadetleri, kâinatın şehadetinin ikinci kanadını ispat ve teşkil ederler. (ŞUALAR,7.Şua)
*Şu kâinat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyen tahrip ve tamir içinde çalkanan bir şehir var. Ve o şehirde her vakit harp ve hicret içinde kaynayan bir memleket var. Ve o memlekette her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanan bir âlem var.
Halbuki, o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlemde o derece hayret-engiz bir muvazene, bir mizan, bir tevzin hükmediyor; bilbedâhe ispat eder ki, bu hadsiz mevcudatta olan hadsiz tahavvülât ve vâridat ve masarif, herbir anda umum kâinatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir birtek Zâtın mizanıyla ölçülür, tartılır. Yoksa, balıklardan bir balık, bin yumurtacıkla ve nebâtattan haşhaş gibi bir çiçek, yirmi bin tohumla ve sel gibi akan unsurların, inkılâpların hücumuyla, şiddetle muvazeneyi bozmaya çalışan ve istilâ etmek isteyen esbab başıboş olsalardı veyahut maksatsız, serseri tesadüf ve mizansız, kör kuvvete ve şuursuz, zulmetli tabiata havale edilseydi, o muvazene-i eşya ve muvazene-i kâinat öyle bozulacaktı ki, bir senede, belki bir günde hercümerc olurdu. Yani, deniz karma karışık şeylerle dolacaktı, taaffün edecekti. Hava gazât-ı muzırra ile zehirlenecekti. Zemin ise bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı.
İşte, cesed-i hayvânînin hüceyrâtından ve kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâdan ve zerrâtın tahavvülâtından ve cihazat-ı bedeniyenin tenasübünden tut, tâ denizlerin vâridat ve masarifine, tâ zemin altındaki çeşmelerin gelir ve sarfiyatlarına, tâ hayvânat ve nebâtâtın tevellüdat ve vefiyatlarına, tâ güz ve baharın tahribat ve tamiratlarına, tâ unsurların ve yıldızların hidemat ve harekâtlarına, tâ mevt ve hayatın, ziya ve zulmetin ve hararet ve burudetin değişmelerine ve döğüşmelerine ve çarpışmalarına kadar, o derece hassas bir mizanla ve o kadar ince bir ölçüyle tanzim edilir ve tartılır ki, akl-ı beşer hiçbir yerde hakikî olarak hiçbir israf, hiçbir abes görmediği gibi, hikmet-i insaniye dahi herşeyde en mükemmel bir intizam, en güzel bir mevzuniyet görüyor ve gösteriyor. Belki, hikmet-i insaniye, o intizam ve mevzuniyetin bir tezahürüdür, bir tercümanıdır. (LEMALAR, 30.Lema)
Evet evrenin bütününe baktığınızda cansız varlıklardan canlı fakat şuursuz, akılsız, fikirsiz, varlıklara oradan akıllı, fikirli ve şuurlu varlıklara kadar her yerde görülen büyük bir yardımlaşma hareketi görülüyor. Bu yardımlaşma, hiçbir varlığın kendi isteği doğrultusunda olan bir şey değil. Hatta şuurlu olanlar bile işin farkında değiller. Öyleyse nasıl oluyor? Evet, nasıl oluyor? Hiçbir canlı aç kalmıyor, hiçbir şey zayi olmuyor! Düzen, insanın kirli eli değmezse bozulmuyor!
Demek ki her şeyin bir sahibi var ve O yapıyor. Bir atomun sahibi kimse, bütün evrenin sahibi, bütün canlı ve cansız varlıkların sahibi de O dur. Bir bakterinin sahibi kim ise evrenin sahibi de O’ dur.
O’nu tanımadan ölmek ne büyük bir eksiklik, kendine ne büyük bir haksızlıktır değil mi?