“Şüphesiz ki Semî‘ (herşeyi işiten), Basîr (herşeyi gören) ancak Allah’dır.”
(Mü’min, 20)
İşitme duyusu insanın çok önemli bir duyusudur. Bu duyunun anahtarı sestir. Her insanın sesi de parmak izi gibi özeldir, yalnız ona aittir. İnsan sesi, kuşların sesi, hayvanların sesi, ağlama sesi, inleme sesi, toprağa atılan tohumun çatlama sesi, yağmurun sesi, şimşeğin sesi ve daha niceleri… binlerce ses vardır tabiatta.
İnsan kulağı; dış, orta ve iç kulaktan yapılmıştır. Dış kulak; kulak kepçesi ve dış kulak yolundan, orta kulak; çekiç, örs ve üzengi kemikçiklerinden, iç kulak ise; işitme ve denge organlarından yapılmıştır. Çekiç kemiği zara yapışıktır. Örs, ortada ve üzengi ise iç duvarda yapışıktır. Bu kemikçikler zara gelen titreşimleri 12 kat kadar artırırlar. İç kulak içindeki tüycükler ise; ses dalgasını beynin yorumlayabileceği elektriksel sinyallere dönüştürmekle görevlendirilmiştir.
Dış, orta ve iç kulağın anne karnında gelişim üç ayrı yapraktan, ayrı ayrı olur. İç kulak gelişmeye 20.günde başlar, ancak 4.ay sonunda tam gelişir. Orta kulak ise 30. günde başladığı gelişmesini, 30. haftada tamamlar.
İnsan kulağına 500 bin sesi ayırt edebilme yeteneğinin verildiği bilinmektedir. Ana rahminde ilk tam gelişen ve çalışan organ olan kulak, ölüm esnasında ise en son ölen organ yine kulaktır.
*binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda, manada o küçücük kulak ve lisanlara kemal-i intizamla gelip, çıkıp, hiç karışmayarak, bozulmayarak o küçücük kulaklara girip, o gayet incecik lisanlardan çıktığı ve o her zerre ve her parçacık, bu acib vazifeleri görmekle beraber, (E.LAHİKASI)
*kulak sadâların envalarını, latîf nağmelerini ve mesmûât âleminde Cenâb-ı Hakkın letâif-i rahmetini hisseder. Ayrı bir ubûdiyet, ayrı bir lezzet, ayrı da bir mükâfatı var. (SÖZLER, 32.Söz)
Göz bakar, kulak işitir ama bir de görmek ve duymak vardır. İşte insanı insan yapan, bu manevi görüş ve duyuşlardır. Evrendeki manevi sesleri algılayabilen insan, kulağın duymadığı ama her varlığın çıkardığı sesleri aklen ve hayalen işitebilir, o seslerin sunduğu derin anlamlar içinde kendinden geçebilir.
Böyle büyülü bir ortamda rüzgârın sesindeki musikiyi, bulutların bağırışlarıyla, deniz dalgalarındaki nağmeleri, yağmur ve kuşların seslerindeki ilahi müzikleri ve onların hep birlikte Allah’ı tesbih edişlerini işitebilir insan. Varlık âlemindeki her bir ağızdan gelen, kendi küçük dilleriyle yaptıkları tesbihatları da aklen, hayalen anlayabilir.
Evren, musiki dairesinin ilahi bir korosu gibidir. Türlü türlü sesler, nağmelerden bazıları kalplere hüzün yaşatır. Bazıları da İlahi aşkları uyandırır, ruhları aydınlık dünyalara götürür. Çok ilginç tabloları yaşatarak kalpleri ve ruhları lezzetlere ve zevklere doyurur. İşte bu ilahi besteyi duyamayan, onun notalarını yazan bestekârı bulamayan kulaklar için o sesler, notasız birer gürültüden başka bir şey değildir.
Bu kadar görevler yapmak için tasarlanmış kulağın yapısı da tam bir sanat eseridir. Havayolu, zar, orta kulak kemikçikleri, iç kulak salyangozu ve içindeki tüycüklerle işitme siniri ve beyindeki görme merkezi arasındaki ilişkiler çok ince bir tasarım ürünüdür.
*hem binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda, mânâda o küçücük kulak ve lisânlara kemâl-i intizamla gelip, çıkıp, hiç karışmayarak, bozulmayarak o küçücük kulaklara girip, o gayet incecik lisânlardan çıktığı (SÖZLER, 13.Söz)
*Hem birtek kelime söylense, nihayetsiz hallâkıyetin nihayetsiz vüs'atinden, o birtek kelime, birtek adamın kulağına zahmetsiz girdiği gibi, bir milyon kulakların kafalarına da izn-i Rabbânî ile zahmetsiz girer. Binlerle dinleyen ile birtek dinleyen müsâvidir, fark etmez. (ŞUALAR, 7.Şua)
*Sâni-i Zülcelâl, koca kâinatı bir mûsıkî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbânî ve bir mûsıkà-i İlâhî tarzında yapmış ki; hikmet-i beşer, o san’at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor (SÖZLER, 32.Söz)
*herbir insan kafasına, değil yalnız plâksız fonoğraf, birer aynasız fotoğraf, bir telsiz telgraf, belki bunlardan yirmi defa daha harika, her insanın kafasında öyle bir makineyi yapmaktan ve istediği tarzda işleyip neticeleri vermekten (LEMALAR, 30.Lema)
İnsan kulağı belli frekanstaki sesleri duyar ama bazen de frekans ötesi sesler vardır ki onlar, manevi seslerdir. Kulakla işitilen seslerin arkasından duyulan seslerdir, hallusinasyon değildir, gerçeğin ta kendisidir. Ancak kişideki iman nuruyla duyulabilir. Her kesin kendi kabiliyetine göre işitilir. O sesler insanı alır ta ötelere götürür, ruhları kalpleri lezzetlere boğar, zevkten başını döndürür. O sesler bazen de evrenin sessiz bir konuşmasıdır.
*kâinattaki kudretin faaliyeti ve seyir ve seyelân-ı eşya o kadar mânidardır ki, o faaliyetle Sâni-i Hakîm envâ-ı kâinatı konuşturuyor. Güya göklerin ve zeminin müteharrik mevcutları ve hareketleri, onların o konuşmalarındaki kelimelerdir; ve taharrük ise, bir tekellümdür. Demek, faaliyetten gelen harekât ve zeval, bir tekellümât-ı tesbihiyedir. Ve kâinattaki faaliyet dahi, kâinatın ve envâının sessizce bir konuşması ve konuşturmasıdır. (MEKTUBAT, 24.Mektup)
*kulaktaki zar, nur-u İmân ile ışıklandığı zaman, kainattan gelen manevi nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hatta o nur-u İmân sayesinde rüzgarların terennümatını, bulutların naralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hakeza yağmur, kuş ve saire gibi her neviden Rabbani kelamları ve ulvi tesbihatı işitir. Sanki kainat, İlahi bir musiki dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbani aşkları intiba ettirmekle kalbleri, ruhları, nurani alemlere götürür, pek garip misali levhaları göstermekle o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder. (İ.İCAZ)
*hava-i nesîminin dokunmasıyla eşcar ve nebâtâttan birer tel-i mûsıkî gibi nağamât-ı zikriye kulağına gelsin ve dağ, binler dilleriyle tesbihât yapan bir acâibü'l-mahlûkat mahiyetini göstersin ve ekser ekser kuşlar, Hüdhüd-ü Süleymânî gibi birer mûnis arkadaş veya mutî birer hizmetkâr sûretini giysin. Hem seni eğlendirsin, hem müstaid olduğun kemâlâta da seni şevk ile sevk etsin, öteki lehviyât gibi, insaniyetin iktizâ ettiği makamdan seni düşürtmesin. (SÖZLER, 23.Söz)
*Hem tekbir ve tehlîl ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor.(SÖZLER,2.Söz)
*Evet, nasıl ki semâ güneşler, yıldızlar denilen nurefşan kelimâtıyla, hikmet ve intizamıyla Onu takdîs ediyor, vahdetine şehâdet ediyor; ve cevv-i hava dahi, bulutların sesiyle, berk ve ra'd ve katrelerin kelimâtıyla Onu tesbih ve takdîs ve vahdâniyetine şehâdet eder; (SÖZLER, 25.Söz)
*Evet, kim kendi uyanık vicdânını dinlerse, "Ebed, ebed!" sesini işitecektir. (SÖZLER, 29.Söz)
*Şimdi, kuşlara bak. Onların söyleşmeleri ve cıvıldaşmaları, bir Sâni-i Hakîmin intak ve söyletmesi olduğuna delil-i katî ise, hayret verir bir tarzda birbirine o seslerle müdâvele-i hissiyât ve ifade-i maksad etmeleridir.
Şimdi, bulutlara bak. Yağmurun şıpıltıları mânâsız bir ses olmadığına ve şimşek ile gök gürlemesi boş bir gürültü olmadığına katî delil ise; hâlî bir boşlukta o acâibi icâd etmek ve onlardan âb-ı hayat hükmündeki damlaları sağmak ve zemin yüzündeki muhtaç ve müştak zîhayatlara emzirmek gösteriyor ki, o şırıltı, o gürültü gayet mânidar ve hikmettardır ki; bir Rabb-i Kerîmin emriyle müştaklara o yağmur bağırıyor ki, "Sizlere müjde, geliyoruz!" mânâsını ifade ederler. (SÖZLER, 33.Söz)
*denizlerin ve büyük nehirlerin cezbekârâne cûş u huruşla zikirlerini ve hazin ve leziz seslerini işitir. Lisan-ı hal ve lisan-ı kâl ile "Bize de bak, bizi de oku" derler. (ŞUALAR, 7.Şua)
*İnsanın, nasıl, ruhu bütün cesedine öyle bir münâsebeti var ki, bütün âzâsını ve eczâsını birbirine yardım ettirir. Yani, irâde-i İlâhiye cilvesi olan evâmir-i tekviniyeye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latîfe-i Rabbâniye olan ruh, onların idaresinde, onların mânevî seslerini hissetmesinde ve hâcâtlarını görmesinde birbirine mâni olmaz; ruhu şaşırtmaz, ruha nisbeten uzak yakın bir hükmünde, birbirine perde olmaz. İsterse çoğunu birinin imdadına yetiştirir, isterse bedenin her cüz'ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ, çok nurâniyet kesb etmiş ise, herbir cüz'ü ile görebilir ve işitebilir. (SÖZLER, 33.Söz)
*Şu kâinat tamamıyla bir bürhan-ı muazzamdır. Lisân-ı gayb, şehâdetle müsebbihtir, muvahhiddir. Evet, tevhid-i Rahmân'la, büyük bir sesle zâkirdir ki: “Lailahe illallah”(Ondan başka ilah yoktur.)
Bütün zerrât-ı hüceyrâtı, bütün erkân ve âzâsı birer lisân-ı zâkirdir; o büyük sesle beraber der ki: “Lailahe illallah”
O dillerde tenevvü' var, o seslerde merâtib var. Fakat, bir noktada toplar onun zikri, onun savtı ki: “Lailahe illallah”
Bu bir lisân-ı ekberdir; büyük sesle eder zikri. Bütün eczâsı, zerrâtı, küçücük sesleriyle, o bülend sesle beraber der ki: . “Lailahe illallah”
Şu âlem halka-i zikri içinde okuyor aşrı, şu Kur'ân maşrık-ı nuru. Bütün zîruh eder fikri ki: . “Lailahe illallah”
Bu Furkan-ı Celîlü'ş-Şan, o tevhide nâtık bürhan; bütün âyât sâdık lisân, şuââtı bârika-i imân. Beraber der ki: . “Lailahe illallah”
Kulağı ger yapıştırsan şu Furkan'ın sînesine, derinden tâ derine sarîhan işitirsin; semâvî bir sadâ der ki: . “Lailahe illallah”(SÖZLER, Lemeat)
*İşte, kâinatı dolduran bu yüksek sesleri ve kuvvetli şehadetleri işitmeyen ve kulak vermeyen, ne derece sağır ve ahmak ve cani olduğunu (ŞUALAR, 15.Şua)
* Yine o şahıs, ecram-ı ulviye ile öyle bir kesb-i muarefe eder ki, hangi bir cirme bakarsa baksın, o cirmlerden "Ey arkadaş, bizden tevahhuş etme. Hareketlerimizden korkma. Hepimiz bir Halıkın memurlarıyız" diye, me'nus ve emniyet verici sesleri kalben işitmeye başlar.(İ. İCAZ)
Hz. Muhammed’in hayatında onun peygamberliğini tasdik ettirecek olağanüstü sesler vardır ki onu çevredeki birçok kişi de duymuştur.
*İşte, Hazret-i Câbir tarikinde der ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hutbe okurken, Mescid-i Şerifte “Kuru hurma direği “denilen kuru direğe dayanıp okurdu. Minber-i şerif yapıldıktan sonra, minbere geçtiği vakit, direk tahammül edemeyerek, hamile deve gibi ses verip inleyerek ağladı. Hazret-i Enes, tarikinde der ki: Camus gibi ağladı, mescidi lerzeye getirdi. Sehl ibni Sa'd, tarikinde der: Hem onun ağlaması üzerine, halklarda ağlamak çoğaldı. Hazret-i Übeyy ibni'l-Kâ'b, tarikinde diyor: Hem öyle ağladı ki, inşikak etti. (MEKTUBAT, 19.Mektup)
*Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın hizmetkârı Sefine, Yemen Valisi Muaz ibni Cebel'in yanına gitmek için, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan emir alıp gitmiş. Yolda bir arslan rast gelmiş. O Sefine ona demiş: "Ben Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın hizmetkârıyım." Arslan ses verip ayrılmış, ilişmemiş. Diğer bir tarikte haber veriyorlar ki: Sefine döndüğü vakit yolu kaybetmiş. Bir arslana rast gelmiş; arslan ona ilişmemekle beraber, yolu da göstermiş. (MEKTUBAT, 19.Mektup)
*Başta İmam-ı Beyhakî gibi râviler, Abdullah ibni Ubeydullahi'l-Ensârî'den haber veriyorlar ki, Abdullah demiş: Sâbit ibni Kays ibni Şemmas'ın Yemâme harbinde şehid düştüğü ve kabre koyduğumuz vakit ben hazırdım. Kabre konulurken, birden ondan bir ses geldi:
"Muhammed Allah'ın Resulüdür. Ebû Bekir Sıddıktır. Ömer şehiddir. Osman ise, şefkatli ve iyilikseverdir." Dedi. Sonra açtık, baktık; ölü, cansız! İşte, o vakit, daha Hazret-i Ömer hilâfete geçmeden, şehadetini haber veriyor. (MEKTUBAT, 19.Mektup)
*Hem Abbas ibni Merdâs'ın sebeb-i İslâmiyeti olan meşhur vakıa şudur ki: Dımar namında bir sanemi varmış; o sanem birgün böyle bir ses vermiş:
Yani, "Muhammed gelmeden evvel bana ibadet ediliyordu. Şimdi Muhammed'in beyanı gelmiş; daha o dalâlet olamaz." (MEKTUBAT, 19.Mektup)
*Ramazan-ı Şerifte İstanbul Bayezid Câmi-i Şerifinde hâfızları dinliyordum. Birden, şahsını görmedim, fakat mânevî bir ses işittim gibi bana geldi. Zihnimi kendine çevirdi; hayalen dinledim. Baktım ki, bana der:
"Sen, Kur'ânı pek âlî, çok parlak görüyorsun. Bîtarafâne muhâkeme et, öyle bak. Yani bir beşer kelâmı farz et bak; acaba o meziyetleri, o zînetleri görecek misin?" dedi. (SÖZLER, 15.Söz)
*Denizli hapsinden tahliyemizden sonra meşhur Şehir Otelinin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gâyet latîf, tatlı bir sûrette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları, havanın dokunmasıyla, cezbedarâne ve câzibekârâne hareketle raksları(SÖZLER, 25.Söz)
İnsanın yeteneklerinin gelişmesinde işittikleri şeyler önemli bir yer tutar. İnsan gözü, yalnızca ön tarafı görebilirken kulak; 6 yönden de gelen sesleri duyabilir. Ustanın veya öğretmenin söylediği şeyler, insanın aklında kalır.
Ayrıca kulak yoluyla işitilen sesler ona gönül dünyasının kapılarını da açabilir. Kuran dinleyen bir kimse onun manasını bilmese de onun güzel sesli hafızlar tarafından okunuşu kişiyi heyecanlandırır, mutlu eder. Ney, keman ve kanun gibi aletlerin sesleri de insanlara huzur verir.
*Melekat ve malumat-ı kalbiye, alelekser kulak penceresinden kalbe girerler. Bu itibarla, sem', kalbe yakındır. Ve aynı zamanda, cihat-ı sitteden malumat aldığı cihetle kalbe benziyor. Zira göz, yalnız ön ciheti görür. Bunlar ise her tarafı görürler. (İ.İCAZ, H.Mukattat)
*sen kulağını kapamakla kâinat sükût etmez, mevcudat susmaz, vahdâniyet şahitleri seslerini kesmezler. (SÖZLER. 33.Söz)
Kuran da çeşitli seslerden bahseder. Geçmişte yaşamış azgın kavimlerin helakinin bir ses ile olduğu gibi gelecekte Haşrin de bir sesle olacağını anlatır. İnsana kulak verilmeseydi bu seslerden hiçbirini algılayamazdı. Ne güzel sesleri ne de korkunç sesleri duyamayacaktı. Güzel sesler mükâfatın sesleriyken korkunç sesler de cezanın habercisi seslerdir. Kulak hem mükâfatın hem de cezanın aracı olacak yapıda yaratılmıştır.
Kurandaki kulak ve işitme ayetlerinden bazıları şunlardır:
*“Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır.” (Yasin, 53)
*“derken (kulakları sağır eden) o şiddetli gürültü (Sûr’a ikinci üfürüş) geldiği zaman” (Abese, 80)
*“Halbuki o (diriliş), bir tek haykırışa bakar” (Naziat, 79 )
*“Sadece korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler” (Yasin, 369)
*“Zulmedenleri ise o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında yüzüstü serilip kaldılar” (Hud, 117)
*“(azap) emrimiz gelince, Şuayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri, katımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.”(Hud, 94)
Duyulan, işitilen her bir ses içimizde bir şeyleri uyandırır. Yaratılışların ve mizaçların farklılığına göre etkileri de insanlar üzerinde farklı olabilir. Bu nedenle kimileri için haram olan sesler kimileri için helal olabilir. Mesela işitilen bir müzik veya bir çalgı aletinin sesi insanlarda şehvanî hisleri uyandırıyorsa o kişi için onu dinlemek haramdır. Aynı müzik ve ses, bir başka insanda ulvî hislerin uyanmasına sebep oluyor ise o kişiler için onu dinlemek helal olur.
Gözün kötü şeylere, haramlara bakması yasak olduğu gibi kulağında bazı sesleri işitmesi yasaktır. İnsanı dünyada bir yetim gibi yalnız, kimsesiz, terk edilmiş ve sahipsiz hissettiren müzik ile cinsel arzuları kamçılayan sesleri dinlemek haramdır. Kuran’ın sınır koymadığı sesleri ise, sen ruhun ve vicdanındaki etkilerine göre değerlendirebilirsin.
*şeriatça bazı savtlar helal, bazıları da haram kılınmıştır. Evet, ulvi hüzünleri, Rabbani aşkları iras eden sesler helaldir. Yetimane hüzünleri, nefsani şehevatı tahrik eden sesler haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.(İ.İCAZ)
*Birinci tabaka: "Kulaklı tabaka" tabir ettiğimiz âmi avam (MEKTUBAT, 29.Mektup)
*kulaklı âmî tabakası (SÖZLER, 15.Söz)
*kulaklı âminin fehmettiği (MEKTUBAT,19.Mektup)
İnsanların bu dünyada her bir uzvuna yaptırdıkları şükür ve ibadetlere karşılık Cennette de insanın o uzuvlarına özel lezzetler verilecektir. Öyleyse kulağını da yaratılış sebebine göre kullanıp bu ödülü kazanmak gerekir.
*Ve lisan, göz ve kulak gibi âzâların ettikleri hâlis şükürler ve hususî ibadetlerin mükâfatları, o uzuvlara mahsus cismânî lezzetler ile verilecektir.(ŞUALAR, 11.Şua)