İnsanoğlu güzelliğe ve mükemmelliğe hayrandır, her güzel ve mükemmel şeyi görmek mümkünse de sahip olmak ister. Ama her şey dünyada imkanlar ölçüsünde gerçekleşir. Dünyadaki her güzel yerleri görmek, gezmek ister. Mükemmel şeyleri hayretle seyreder, imkanı varsa almak ister.
Allah, her şeyin yaratıcısı olarak sonsuz bir güzellik ve mükemmelliğe sahiptir. Güzellik ve mükemmellik hiçbir sebep, şart gerektirmeden sevilen şeylerdir. Allah da kendindeki bu güzellik ve mükemmelliğini sever, yarattığı varlıklara da bunları yansıtarak onların üzerinde de görür. Bir terzinin diktiği elbiseyi mankenlerin üzerinde görüp seyrettiği ve defilelerde başkalarına da seyrettirdiği gibi O da kendi güzellik ve mükemmelliğine bakar.
Varlıklar içinde canlılar, şuurlu varlıklar ve insanlar vardır. Ancak insanlar da birbirinden farklıdır, ilahi güzellik ve mükemmelliği en iyi yansıtan fert yaratıcı tarafından en çok sevilendir.
"Hem Sâni-i Âlemin, âsârın şehadetiyle, nihayetsiz cemal ve kemâli vardır. Cemal, hem kemal, ikisi de mahbub-u lizâtihîdirler. Yani bizzat sevilirler. Öyleyse, o Cemal ve Kemal Sahibinin, cemal ve kemâline nihayetsiz bir muhabbeti vardır. O nihayetsiz muhabbeti, masnuatında çok tarzlarda tezahür ediyor. Masnuatını sever; çünkü masnuatının içinde cemâlini, kemâlini görür. Masnuat içinde en sevimli ve en âli, zîhayattır. Zîhayatlar içinde en sevimli ve âli, zîşuurdur. Ve zîşuurun içinde, câmiiyet itibarıyla en sevimli, insanlar içinde bulunur. İnsanlar içinde, istidadı tamamıyla inkişaf eden, bütün masnuatta münteşir ve mütecellî kemâlâtın nümunelerini gösteren fert, en sevimlidir. "(31. Söz, 3. Esas)
Allah, Hz. Süleyman’a hem peygamberlik hem de dünya saltanatı, hayvanların dillerini anlama, cinleri kendi hizmetinde kullanma gibi bir çok özellikler vermiştir. Bunlar her kula nasip olmayan mükemmel şeylerdir, herkes böyle mükemmel bir şahsı görmek, tanımak ister.
Hz. Yusuf ise güzelliği diller destan olmuş, herkesi kendine aşık etmiş bir peygamberdir. Yine onu da her kes görmek, tanımak ister.
Gerek Hz. Süleyman’a verilmiş mükemmellik gerekse Hz. Yusuf’a verilmiş güzellik yüce yaratıcının mükemmellik ve yaratıcılığının birer yansımalarıdır ki Cennet dahi bütün güzellik ve mükemmelliğiyle O’nun rüyetinin mükemmelliği ve güzelliği karşısında bir hiç kalır. Öyleyse O’nu sevenler arasında yalnız O’nu görmeyi hayatının tek gayesi edinen insanlar da olacaktır.
“Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm gibi muhteşem bir kemal ile meşhur bir zâtın rü’yetine iştiyaklı bir merak, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir cemal ile mümtaz bir zâtın şuhuduna meraklı bir iştiyak; herkes vicdanen hisseder. Acaba dünyanın bütün mehasin ve kemalâtından binler derece yüksek olan Cennet’in bütün mehasin ve kemalâtı, bir cilve-i cemali ve kemali olan bir zâtın rü’yeti, ne kadar mergub, merak-aver ve şuhudu ne derece matlub ve iştiyak-aver olduğunu kıyas edebilirsen et...” (32. Söz, 3. Mevkıf, 9. işaret)
“Allah’ın güzelliğini seyretmek” anlamına gelen rüyet-i cemal’in İslam alimleri arasında nerede ve nasıl olacağı ile ilgili söylenmiş bir çok söz vardır. Bazı ayet ve hadislerde de geçen bu kelimenin nasıl gerçekleşeceği hakkında farklı fikirler beyan edilmiştir.
İnsanlar rablerini görmek isterler mi? Dünyada iken böyle bir şey mümkün müdür? Bu iki sorunun cevabı bu konulara ilgi duyan insanları hep meşgul etmiştir.
Bediüzzaman da insanların istek ve arzularının sonsuz olduğunu, Cennet’i de rablerini de görmek isteyeceklerin söyler:
*İnsan, kâinatın ekser envaına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyacatı âlemin her tarafına dağılmış, arzuları ebede kadar uzanmış... Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cennet’i de arzu eder. Bir dostunu görmeğe müştak olduğu gibi, Cemil-i Zülcelal'i de görmeye müştaktır. (32. Söz)
Kur’an da geçen aşağıdaki ayet’den öğreniyoruz ki Hz. Musa’nın rabbinden dünyada böyle bir talebi olmuş ve ona şöyle cevap verilmiştir:
"Musa, tayin ettiğimiz vakitte (Tur’a) gelip de, Rabbi onunla konuştuğu zaman, Rabbim! bana (kendini) göster, Seni göreyim! dedi. Rabbi: (ona şöyle) dedi; "Sen beni asla göremezsin, fakat şu dağa bak; eğer o yerinde durabilirse beni göreceksin.” Rabbi 0 dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa da baygın düştü. Kendine geldiği zaman dedi ki; "Ya Rabbi! Seni tenzih ederim, sana tövbe ederim; ben müminlerin ilkiyim"[ A’raf Suresi 7/143 ]
Bediüzzaman da bu konuda fikirlerini eserlerinin çeşitli yerlerinde yazmıştır. Sabah ve akşam namazlarından sonra söylenen on kelimelik şu tevhid cümlesinin( “Lailahe illa hu vahdehula şerikeleh lehülmülkü velahülhamdü yuhyi ve yumit ve hüve hayyü layemut biyedihilhayr vehüvealakülli şeyin kadirun veileykelmasir”(*) izahını yaparken 11. kelimesi olan “veileykelmasir” i yorumlar ve öncelikle dünya hayatı, Cennet hayatı veya rüyet-i cemalden alınacak mutlulukları karşılaştırır:
“Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mes'udâne hayatı, bir saat hayatına mukàbil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemâl, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem'a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyle ise, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.”(MEKTUBAT, 20. Mektup, 1. Makam, 11. Kelime)
Hz Süleyman da Hz. Yusuf da peygamberdir ve ayrı ayrı üstün özellikleri vardır. Son Peygamber olan Hz. Muhammed ise daha başka özelliklere sahip, seçkin birisidir ve bu özellikleri nedeniyle Miraç’ta rüyet-i cemal ile bizzat müşerref olmuştur. Hz. Musa, Tur’da rabbiyle konuşmuş ama onu görememiştir, alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed ise Miraç’ta rabbiyle hem konuşmuş hem de rüyet-i cemalle müşerref olmuştur.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(*) Allah'tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; Onun hiçbir şeriki yoktur. Mülk Ona ait, hamd Ona mahsustur. Hayatı veren de Odur, ölümü veren de Odur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. O her şeye hakkıyla kàdirdir. Her şeyin ve herkesin dönüşü de Onadır. "
"İşte, Sâni-i Mevcudat, bütün mevcudatta intişar eden tecellî-i muhabbetin bütün envâını bir noktada, bir aynada görmek ve bütün envâ-ı cemâlini, ehadiyet sırrıyla göstermek için, şecere-i hilkatten bir meyve-i münevver derecesinde ve kalbi o şecerenin hakaik-i esasiyesini istiab edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zâtı, o mebde-i evvel olan çekirdekten, tâ müntehâ olan meyveye kadar bir hayt-ı ittisal hükmünde olan bir Miraç ile, o ferdin, kâinat namına mahbubiyetini göstermek ve huzuruna celb etmek ve rüyet-i cemâline müşerref etmek ve ondaki hâlet-i kudsiyeyi başkasına sirayet ettirmek için, kelâmıyla taltif edip fermanıyla tavzif etmektir. "(31. Söz, 3. Esas, 1. Temsil)
Miraç’tan dönerken insanlara ve cinlere de hediye ile dönmüştür. O da, rüyet-i cemal yolunun insanlara ve cinlere de açık olduğunun müjdesidir.
“Rüyet-i cemâlullah meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mü'mine dahi mümkün olduğunu cin ve inse hediye getirmiştir ki, o meyve ne derece leziz ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu bununla kıyas edebilirsin: Yani, her kalb sahibi bir insan, zîcemal, zîkemal, zîihsan bir zâtı sever. Ve o sevmek dahi, cemal ve kemal ve ihsanın derecâtına nisbeten tezayüd eder, perestiş derecesine gelir; canını feda eder derecede muhabbet bağlar. Yalnız bir defa görmesine, dünyasını feda etmek derecesine çıkar. Halbuki, bütün mevcudattaki cemal ve kemal ve ihsan, Onun cemal ve kemal ve ihsanına nisbeten, küçük birkaç lemeâtın güneşe nisbeti gibi de olmaz. Demek, nihayetsiz bir muhabbete lâyık ve nihayetsiz rüyete ve nihayetsiz bir iştiyaka elyak bir Zât-ı Zülcelâli ve'l-Kemâlin saadet-i ebediyede rüyetine muvaffak olması ne kadar saadet-âver ve medar-ı sürur ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu, insan isen anlarsın. "(31. Söz, 4. Esas, 4.. Meyve)
Bediüzzaman Bakara suresinin 5. ayetinde geçen” ulaike humulmuflihun” un tefsirini şöyle yaparken bütün Müslümanlara ayrı ayrı müjdeler olduğunu söyler, kim neyi dilemişse ona kavuşma imkanı olabilecektir. Müttakiler, Salihler, Arifler, Aşıklar ve diğerleri bu müjdeden nasiplerini alacaktır.
"Hem meselâ, الْمُفْلِحُونَ هُمُ اُولٰۤئِكَ (*)da bir sükût var, bir ıtlak var. Neye zafer bulacaklarını tayin etmemiş, tâ herkes istediğini içinde bulabilsin. Sözü az söyler, tâ uzun olsun. Çünkü, bir kısım muhatabın maksadı ateşten kurtulmaktır. Bir kısmı yalnız Cenneti düşünür. Bir kısım, saadet-i ebediyeyi arzu eder. Bir kısım, yalnız rıza-i İlâhîyi rica eder. Bir kısım, rüyet-i İlâhiyeyi gaye-i emel bilir. Ve hâkezâ, bunun gibi pek çok yerlerde, Kur’ân sözü mutlak bırakır, tâ âmm olsun. Hazfeder, tâ çok mânâları ifade etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun. İşte, اَلْمُفْلِحُونَ der, neye felâh bulacaklarını tayin etmiyor. Güya o sükûtla der: 'Ey Müslümanlar, müjde size! Ey müttakî, sen Cehennemden felâh bulursun. Ey salih, sen Cennete felâh bulursun. Ey ârif, sen rıza-i İlâhîye nail olursun. Ey âşık, sen rüyete mazhar olursun. ' Ve hâkezâ... "(25. Söz, 1. Şule, 2. Şua, 1. Lem’a)
(*)"İşte kurtuluşa erenler onlardır. " Bakara Sûresi, 2:5.
"Yani, muhabbet-i İlâhiyenin tecellîsinde ve o şarâb-ı muhabbetten, herkes istidadına göre mesttir. Malûmdur ki, her kalb, kendine ihsan edeni sever ve hakikî kemâle muhabbet eder ve ulvî cemâle meftun olur. Kendiyle beraber sevdiği ve şefkat ettiği zatlara dahi ihsan edeni daha pek çok sever. Acaba, sabıkan beyan ettiğimiz gibi, herbir isminde binler ihsan defineleri bulunan ve bütün sevdiklerimizi ihsânâtıyla mes'ud eden ve binler kemâlâtın menbaı olan ve binler tabakat-ı cemâlin medarı olan bin bir esmâsının müsemmâsı olan Cemîl-i Zülcelâl, Mahbub-u Zülkemal ne derece aşk ve muhabbete lâyık olduğu ve bütün kâinat Onun muhabbetiyle mest ve sergerdan olmasının şayeste bulunduğu anlaşılmaz mı?"
"İşte şu sırdandır ki, Vedûd ismine mazhar bir kısım evliya, 'Cenneti istemiyoruz. Bir lem'a-i muhabbet-i İlâhiye ebeden bize kâfidir. ' demişler. "
"Hem ondandır ki, hadiste geldiği gibi, 'Cennette bir dakika rüyet-i cemâl-i İlâhî, bütün Cennet lezâizine fâiktir. ' "(32. Söz, 2. Mevkif, 3. Maksat, 4. Remiz)