Üstad kelimesi konusu sınırlı olmayacak şekilde insanları etkileyen bir karakter bilgin ve alim demek. Bediüzzaman, Peygamberimize (asm) Üstad imajını kullanıyor. Şimdi buna göre üstad kelimesini izahı oldukça zor. Çünkü kelimenin insanlar, özellikle aydınlar ve entellektüeller arasındaki kullanımı sınırlı. Bediüzzaman kelimeye çok genişlik getirmiş.
Nurun ilk Kapısı isimli eserinde bunu kullanır.
“Ey Said! Biliyorsun ki, o melik, bu kasrı, şu mezkûr maksatlar için bina etmiştir. Şu makasıdın husûlü ise, iki şeye mütevakkıftır.
Biri Şu gördüğümüz üstadın vücududur. Çünkü o üstad olmazsa, maksat beyhude olur.
İkincisi: İnsanların onun sözlerini kabul edip dinlemesidir.”
Bir saray yapılmış, bu saray bu dünyadır. Sarayın niçin neden yapıldığını birinin insanlara izah etmesi lazımdır, bu izah eden zat üstaddır, yani peygamberimizdir. Dünyanın, misyonu izahı insanın maddi ve manevi melekelerini tatmin edecek şekilde ancak vahiyle gönderilmiş peygamberlerlerin izahı ile mümkün olmuştur. Anahtarla kilit gibi.Kainat bir kilit ise anahtarı da peygamberdedir. Çünkü insanı da alemi de yaratan Allah’tır izah da Allah’a göre olmalıdır, izahını da sarayın sahibinin insanlara üstad olarak gönderdiği zat yapabilir.
Sarayın varlık nedeni ancak onu izah eden bir üstad ile mümkündür. Yoksa insanlar sarayın anlamını ve saray ile ilişkilerini anlayamazlar. Beşeri dinler, ve ilimler alemin anlamını çözemedikleri için insan hayret ile suskun kalmıştır.
“Demek vücud-u üstad, vücud-u kasrın dâisi,”dir.
İstimâ-ı nas, kasrın bekàsının sebebidir. Öyleyse, denilebilir ki: "Eğer şu üstad olmasaydı, melik, şu kasrı binaetmezdi. Hem o üstad-ı mübelliğin talimatını raiyet dinlemediği vakit, o kasır tahripve tebdil edilir."
Sarayın anlamları bilinmeyecekse yapılmasına gerek yoktur. Sarayda nasıl haraket edileceği, hareket kuralları bilinmediği takdirde de saray tahrib edilecektir.
“Amma üstad ve muallim ve aveneleri ve tilmizleri ise, Seyyidimiz Muhammedüni'l-Mustafa ve sair enbiyalar aleyhi ve aleyhim efdalu's-salevâti ve's-salâm ve evliya(radıyallahü anhüm) hazaratına misâldirler.”
Üstadın fonksiyonu çok geniş tutulmuştur.Ayrıca avanaleri yardımcıları, tilmizleri ,öğrencileri vardır. Evliyalar ve peygamberler de onun üstadlık işinin dahilindedirler.
Saraydaki kafileyi üstada karşı tutumları ile tasnif eder Bediüzzaman.
“Birinci kâfile olan süedâ ve ebrar, zülcenaheyn olan üstadı dinlediler.
Üstadın bir vasfı da iki yönlü hem ahiret hem de dünyaya dönük misyonunun olmasıdır. Üstadı dinleyeler, süeda ve ebrar, saidler ve çok temiz olanlardır.
“O üstad,hem abddir; ubudiyet noktasında, Cevşenü'l-Kebîr ve emsaliyle Rabbini tavsif ve tarif eder.”
O üstad hem kuldur , kulluğunu büyük dua olan zırh niteliğine sahip Cevşeni ile ortayakoyar.”
Sonra Üstad (asm), elçidir.
“Cenâb-ı Hakkın dergâhında ümmetinin elçisi hükmündedir.” Sonra “Hem resuldür; risalet noktasında Rabbinin ahkâmını Kur'ân vasıtasıyla cin ve inse tebliğ eder.” Ümmetinin eçisi, Allah’ın da Resulü. Çok yönlü, çok görevli bir üstad.
Üstadı dinlemeyenler sadece hazlarına ve zevklerine mağlub olan kimselerdir. Onların durumunu Bediüzzaman tafsil eder, açar. Onlar üstadın irşadına ve şakirtlerinin ikazına kulaklarını tıkadılar, duymadılar. Cezalandırıldılar.
“İkinci güruh ise, akılları bozulmuş, kalbleri sönmüş olduklarından, saraya girdikleri vakit nefislerine mağlûp olup lezzetli taamlardan başka hiçbir şeye iltifat etmediler. Bütün o mehâsinden gözlerini kapadılar ve o üstadın irşâdâtından ve şakirtlerinin ikazâtından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen, fakat bazı şeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar, karıştırdılar, seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler. Sâni-i Zîşânın düsturlarına karşı edepsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onları tutup öyle edepsizlere lâyık bir hapse attılar.”
Üstadın tarif ediciliği anlatılır. Sarayın hikmetini tarif, içindekilerinin manalarını tarif. Sarayın nakışlarını sembollerini ,sanat inceliklerini anlatan bir üstad. Bütün bunlar hadisi şeriflerde açılmıştır. Bediüzzaman geniş anlamlı cümlelerle bunları nazara verir.
“Sonra sarayın hikmetlerini ve müştemilâtının mânâlarını bildirerek onu üstad ve tarif edici tayin etti. Ta, sarayın sâniini, sarayın müştemilâtıyla ahaliye tarif etsin; ve sarayın nakışlarının rümuzlarını bildirip, içindeki san'atlarının işaretlerini öğretip, derunundaki manzum murassâlar ve mevzun nukuş nedir, ve ne vech ile saray sahibinin kemâlâtına ve hünerlerine delâlet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin; ve girmenin âdâbını ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyâtı dairesinde teşrifatmerasimini tarif etsin.”
Sanatların işaretleri, manzum murassalar, nakışların rumuzları, Saniin sanatçının özellikleri. Üstad bir sanat yorumcusu gibi sanatlı yapan ilahın yani Saniin eserlerindeki sanat inceliklerini anlatır. Peygamberimiz (asm) Saniin sanat inceliklerini de anlatmış.Bunların neler olduğu bize çok da malum değil, Bediüzzaman hem çok açık , hem de mazmunlarla konuşuyor.
Üstadın her bir dairede yardımcıları var. Bunlar kimler.Kendisi onların içinde hitapta bulunuyor. Sonra manayı iyice açıyor:
“İşte, o muarrif üstadın herbir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi, en büyük dairede, şakirtleri içinde durmuş, bütün seyircilere şöyle bir tebligatta bulunuyor.Gösterme, tanıtma, tanımayı hem de ne şekilde tanımak gerektiğini tebliğ ediyor. Tanımak nasıl, güzelce tanımak.Üstadın bir özelliği muarrif tarif edici olmasıdır. Kelime gittikçe genişliyor, muhit kazanıyor.
"Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız.”
Aşağıdaki cümlede üstadın bir özelliliğini de anlatır. Muhakkik olmak, yani her şeyi araştırarak tahkik ederek anlatmak izah etmek. Cümleler peygamberin birçok görevinin kaynağını ve sıfatlarını da anlatır. O her halde bulunması gereken bir üstaddır.
“Bu kâinat, nasıl ki kendini icad ve idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray gibi, bir kitap gibi, bir sergi gibi, bir temâşâgâh gibi tasarruf eden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkâşına delâlet eder. Öyle de, kâinatın hilkatindeki makàsıd-ı İlâhiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbânîhikmetlerini talim edecek ve vazifedarâne harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemâlâtını ilân edecek ve o kitab-ı kebîrin mânâlarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkiküstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delâletettiği cihetiyle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu zâtın hakkaniyetine ve bu kâinat Hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna şehadet ettiğini bildi.” Burada üstad aynı zamanda keşşaf, dellal ve muallimdir, muhakkiktir. Resulullahın hayatı iyice gözden geçirilmiş
Ve mana çeşitliliği ortaya çıkmıştır.
Üstad kelimesini çok genişlik getirmiş Bediüzzaman. Üstad yani peygamberimiz, en büyük muallimdir, en doğru rehberdir,en mükemmel üstaddır.Şaşırmıyor, şaşırtmıyor.Peygamberimizin misyonu nasıl etraflı nazara veriliyor.Klasik telakkinin anlam üretmeyen yapısına göre bunar geniş anlamlar külliyesi.
“Hem madem Hâlıkımız, bize en büyük muallim ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Muhammed-i Arabî aleyhiss alâtü vesselâmı.”
Aşağıdaki cümlede üstadın gerekliliğini seyircilerin soruşturma meyli ile ortaya koyar. Acaibi merak ettiler, manaları tahkik ettiler. Karşılarına Üstad yani peygamberimiz (asm) çıktı. Çok dramatik bir durum, sinema gibi insanlar sorularının cevabını almak için peygambere doğru gidiyorlar, öğrenmek istedikleri şeyleri soruyorlar.
“Bir güruh: Kendini tanımış aklı başında olanlardır. Kasr içindeki acaibe baktılar, dediler ki: "Bunda büyük bir iş var." Ve o acaibin beyhude olmadığını anladılar. Merak ettiler. "Acaba nedir?" dediler. Birden o üstad-ı muallimin bahsettiğimiz nutkunu işittiler. Anladılar ki, bütün esrarın miftahı ondadır. Ona mütevecciholdular. Dediler: "Esselâmü aleyke yâ üstad! Şöyle bir kasrın, senin gibi bir muarrifi lâzım ki, seyyidimiz, sana ne bildirmişse, bize de bildir."
Burası çok da muktedir olmadığım bir anlamı anlatıyor. Celcelutiye peygamberimizin anlattığı Hz.Ali’nin kaleme aldığı mukaddes bir dua metni. Orada “la tehaf“ korkma hitabı bütün zamanlara asrımıza dönük bir geniş bir ikaz. Bediüzzaman’ın da “korku elimi tutamadı” tavrının kaynağı, İşte celcelutiye Cenab-ı Risaletin femi mübareğinden tekellümü olduğundan metnin üstadı Peygamberimiz (asm). Bu yüzden Bediüzzaman Hz. Resulullaha (asm) Üstad-ı Kudsi diyor.
“Mızrak ve oku harpte istimal eden Arap ile eski zaman bedevi adamlarıdır. Doksan Üç (93) Harbi ise asr-ı bedeviyete yakın olmakla beraber mıntıka-i harre ehli olan mızraklı ve oklu Araplar o dehşetli harpte memalik-i bâridede kışta çarpıştıkları halde devlet-i İslâmiyenin mağlûbiyetiyle neticelenmesi ve o harpte Arabın acınacak vaziyetlerini Seyyid-i Arap olan Hz. İmam-ı Ali (r.a.) görmüş gibi ifade ediyor. Evet, Üstad-ı Kudsisi ona göstermiş o da görmüş. Ve kahramanlık damarına dokunmuş, şiddetle korkma diye teşci' etmiş.”
Risale-i Nur’un kavramlar lügati ancak muktedir metinlere derinliğine vakıf insanlarla yapılabilir. Birileri hakim olduğu imajını veriyor ama ortada bir şey yok, böyle adamllar, leylü nehar Bediüzzaman’la uğraşmalı bu hay huy içinde nasıl olsun. Adam yetiştirmek boyayıp göndermek değil ki. Adamın itibarı yok ki.
Üstadlık görevinin tarifini, fiillerini anlatıyor, bir de anlatımlarının doğru neticellerini gösteriyor ki onun görevini nasıl layıkıyla yaptığı ortaya çıksın.
Düsturları, terbiyesi, tebaiyyeti, arkasından gitmeler, bu kelimeler üstadın yaptıkları. Bunlarla insanlar hakka hakikata , kemalata ve keşfiyata ve müşahadeta gitmişler. Demek üstadlık yerinde ve hakkıyla yapılmış.
“Bu zâtın düsturlarıyla ve terbiyesi ve tebaiyetiyle ve arkasında gitmeleriyle hakka, hakikate, kemâlâta, kerâmâta, keşfiyata, müşahedata yetişen binler evliya, vahdâniyete delâlet ettikleri gibi, üstadları olan bu zâtın sadıkıyetine ve risaletine icmâ ve ittifakla şehadet ediyorlar. Ve âlem-i gaybdan verdiği haberlerin bir kısmını nur-u velâyetle müşahede etmeleri; ve umumunu, nur-u iman ile, ya ilmelyakîn veya aynelyakîn veya hakkalyakîn suretinde itikad ve tasdik etmeleri, üstadları olan bu zâtın derece-i hakkaniyet ve sadıkıyetini güneş gibi gösterdiğini gördü.”
Onun Üstadın anlattıkları ile tesirleri ile itikadın bütün şubelerini, ilmel, aynel, hakkel yakına varan insanlar. Onun hakkaniyet ve sadıklığının doğruğunun derecesini gösteriyorlar. Mananın hiç boş yerini koymamış.
O Üsdat evliya ve asfiyanın da eğiticisidir ki onlardan zuhur eden keramet, icmakar tasdikler, tahkikler yine onun büyük Üstad olduğunu gösterir.
“Hem onun terbiyesi ve irşadı ve nur-u şeriatiyle kemal bulan bütün evliya ve asfiyanın sultanı ve üstadıdır. Öyle ise, onların sırr-ı kerametlerini ve icmâkârânetasdiklerini ve tahkiklerinin kuvvetini câmidir. Çünkü onlar üstadlarının açtığı ve kapıyı açık bıraktığı yolda gitmişler, hakikati bulmuşlar. Öyle ise, onların bütün kerametleri ve tahkikatları ve icmâları, o mukaddes üstadlarının sıdk ve hakkaniyeti için bir nokta-i istinad temin eder."
Bu salat ve salamın arkasından Üstad’ın yeni bir yorumunu getirir Bediüzzaman. “Üsdad-ı Azam.” Bütün üstadların üstadının üstadın üstadı. Nasıl iş bütün bir kainatı insanları varlıkları etkileyen bir peygamber. Kainat mektebinde vahyin perspektifi ile bakmış ve baktırmış.
“O Resul-i Ekremine Risaletin semereleri adedince ona, âl ve ashabına salât ü selâm ve hadsiz şükrediyoruz ki, onun mu'cize-i kübrası ve hakaik-ı kâinatın remizleri ve işaretleri ile tamamıyla cem edilen Kur'ân-ı Azîmüşşan asırların geçmesi ile dâim, bâkî ve nev-i beşere mürşid, tâ kıyamete kadar beka vermiş. Ve o Resul-i Ekremi onlara Üstad-ı Azam eylemiş.”
Yetmedi burada da üstad misyonunu maziye doğru değerlendirir. Bütün sabık asırlardaki peygamberlerin en üstünü odur, ciddi bir teftiş ve kontrol ile bakılırsa görülür, kendisi görmüş sonucu söylüyor. Onlar da Peygambere şahit, peygamber onlara şahit. Ve yeni bir peygamber misyonu Üstad ül beşer.
“Enbiya-i sâlifînde nübüvvete medar ve esas tutulan noktalar ve onların ümmetleriyle olan muameleleri hakkında—yalnız zaman ve mekânın tesiriyle bazı hususat müstesna olmak şartıyla—yapılacak tam bir teftiş ve kontrol neticesinde, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmda daha ekmel, daha yükseği bulunmakta olduğu tahakkuk eder. Binaenaleyh, nübüvvet mertebesine nailolanların heyet-i mecmuası, mu'cizeleriyle ve sair ahvalleriyle, lisan-ı hal ve kal ile, nev-i beşerin sinni, kemale geldiğinde "Üstadü'l-Beşer" ünvanını taşıyan Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm'ın sıdk-ı nübüvvetine ilân-ı şehadet etmişlerdir. O Hazret de (a.s.m.), bütün mu'cizeleriyle Sâniin vücut ve vahdetini, nurlu bir burhan olarak âleme ilân etmiştir.
Üstad kelimesini çok boyutlu, çok yönlü, etraflı anlatmış. Bir kelimede bir imparatorluk kurmuş, helal olsun Bediüzzaman’a. Peygamber (asm) böyle anlatılır.