Bediüzzaman’ın Risale-i Nur hakkında Kur’ân’dan işaret çıkarması meselesi

Prof. Dr. Metin Yiğit, Üstad Bediüzzaman Said Nursi etrafında zaman zaman tenkit konusu yapılan 12 meseleyi cevaplandırıyor

Salih Okur-Cevaplar.org

SORU-11: Üstad’ın Risaleler hakkında Kur’ân’dan bazı işaretler çıkartması da çokça tenkit ediliyor, bu konuda ne dersiniz?

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN MAKSADINI DOĞRU ANLAMAK İÇİN

Prof. Dr. Metin Yiğit: Bazı Risalelerde geçen İşarat-ı Kur’âniyye konusu kanaatimce tamamen yanlış anlaşılmakta ve eleştirilmektedir. İşarat konusu, “Bediüzzaman bazı ayetlerin Risale-i Nur’dan ve Nur talebelerinden söz ettiğini söylüyor” şeklinde anlaşılmakta ve takdim edilmektedir. Öncelikle Üstad Bediüzzaman’ın maksadını doğru anlamak için onun kullandığı kavramlara vakıf olmak gerekiyor. Üstad meramını ifade ederken genelde İslami İlimler terminolojisini kullanır.

Bu meselede mantık ilmine ait küllî, cüzî ve masadak ıstılahlarını kullanmaktadır. Mantıkçılar küllîyi ما لايمنع تصورمفهومه من وقوع الشركة فيه şeklinde tarif ediyorlar. Cüzîyyi ise ما يمنع تصورمفهومه من وقوع الشركة فيه şeklinde tarif etmektedirler.

Cüziyle yakından alakalı olan masadak kavramını ise ما يصدق عليه المفهوم الكلي للفظ من الأفراد şeklinde tarif etmektedirler.

Teknik malumatın karmaşasına girmeden söylemek gerekirse “küllî” “bir türe dahil olan her bir ferdi veya fertleri ifade eden tümel kavram” manasını ifade ederken “masadak” ve “cüzî” ise “tümel kavramın tekabül ettiği haricî fertlerden her biri” anlamına gelmektedir. Mesela Kur’ân’da kullanılan “mümin”, “iman eden kişi” demektir. “İman eden kişi” mümin lafzının mana ve mefhumunu teşkil etmektedir. Ancak mümin lafzının masadakı a, b, c ve sair her bir müslüman ferttir. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki Kur’ân’da yer alan “mü’min” lafzıyla kastedilen mana ayrı, masadak ayrıdır. Nitekim Üstad’ın kendisi de On ikinci Lema’da “ayetin “manası ayrıdır ve o manaların efradı ve mâsadakları ayrıdır” demektedir.

Binaenaleyh, ayet-i kerimede geçen “mümin” kelimesiyle “çağımızda yaşayan a, b veya c şahsı kastedilmiştir” demek yanlış, ama “falanca şahıs ayetin masadakı ve efradından bir ferttir” demek doğrudur. Zaten her mümin ayetlerde anlatılan güzel vasıflara masadak olma ümidi taşımaktadır. Üstad, Risale-i Nurun ve nur talebelerinin ayetlerde geçen vasıflara masadak olduklarını veya manay-ı işarînin bir masadakı ve cüzî bir ferdi olduklarını söylüyor. Onlarca yerde masadak, ferd ve cüzî ifadelerine yer vermektedir.

“KUR’ÂN A ŞAHSINDAN BAHSEDİYOR” VEYA “ONU KASTEDİYOR”

Konunun daha iyi anlaşılması için bir örnek daha verelim. Furkan süresinde Allah’ın has kulları anlatılırken “Gecelerini rablerine secde ederek, huzurunda durarak geçirirler” denilmektedir (Furkan, 64). “Geceleri secde eden” / “ellezîne yebîtûne” ifadesi küllî bir ifadedir. Takva ölçülerine riayet ederek yaşayan ve gece teheccüde kalkan A şahsının, Kur’ân’ın bahsettiği vasıflara sahip bir kimse olduğunu ve “ayetteki küllî ifadenin bir masadakı, bir ferdi ve cüziyatından bir cüzî olduğu” söylenebilir ve bu anlamda ayet ona işaret ediyor denebilir. Ancak “Kur’ân A şahsından bahsediyor” veya “onu kastediyor” anlamında “ona işaret ediyor” denemez.

NUR TALEBELERİ DE BU KÜLLÎ MANANIN CÜZÎYATINDAN BİR CÜZÎDİR

Şimdi Üstad’ın İşarat-ı Kur’âniyye bağlamında verdiği örneklerden birkaçına bakalım:

Üstad, On dördüncü Şua’da Kur’ân’da Ehl-i İmanı öven ayetlerin “Mana-yı işarî külliyetinin bir mâsadakı ve cüz'î bir ferdi bu zamanda Risale-i Nur'dur” diyen nur talebelerinin tahtie edilemeyeceğini belirtir.

İşarat-ı Kur’âniyye adlı Risalenin Onüçüncü maddesinde geçen لايعلم تاويله إلا الله والراسخون في العلم “Müteşabihatın tevilini Allah ve ilimde râsih olanların haricinde kimse bilmez” ayetindeki “ilimde rasih olanlar” ifadesinin küllî bir mana olduğunu ve bu mananın her asırda mâsadakları ve cüz'iyatları bulunduğunu beyan ettikten sonra ayetin Risale-i Nur ve şakirtlerine remzen baktığını belirtmektedir. Benzer bir açıklamayı ondördüncü maddede de yapmaktadır.

İşaratın onsekizinci maddesinde إن حزب الله هم الغالبون ayetine değinerek Risale-i Nur talebelerinin de hizbi Kur’ânî’nin hadsiz efradı kapsamına girdiklerini ifade etmektedir. Ayetteki harflerin ebced değerinin de Risale-i Nur talebelerinin ayetin külli manasına dahil olduklarına dair bir emare olduğunu belirtmektedir.

İşârat-ı Kur’âniyye’nin yedinci maddesinde ويحق الله الحق بكلماته ayetiyle ilgili olarak “ayetin küllî manasının bu zamanda zahir bir mâsadakı Risalet-ün Nurdur” demektedir.

İşârât’ın yirmi altıncı maddesinde aşağıdaki ayet zikredilmektedir:

يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ إِلَّا بِإِذْنِهِ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَشَهِيقٌ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ

“O gün geldiğinde Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu! Bedbaht olanlar ateştedirler, orada onlar her nefeste acıdan inleyip feryat ederler Rabbinin dilediği hariç, onlar gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Rabbin gerçekten istediğini yapar. Mutlu olanlara gelince onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada kesintisiz bir lutuf olarak ebedî kalacaklardır.” (Hud, 105-108)

BU TAVIR “AYETLERLE KASTEDİLEN KİŞİLER BİZLERİZ” DEMEKTEN ÇOK FARKLIDIR

Ayette geçen “mutlu olanlara gelince onlar da cennettedirler” ifadesinin küllî ve çok geniş bir mana taşıdığını, asrımızdaki Nur talebelerinin de bu küllî mananın cüzîyatından bir cüzî olduğunu belirtir. Mezkur ifadenin ebced değerinin Nur talebelerinin çok sıkıntı çektikleri bir tarihle örtüşmesini bir teselli ve bir beşaret olarak değerlendirir. Birinci ayetteki “said” yani mutlu kelimesinin “Mutlu olanlara gelince onlar da cennettedirler” cümlesiyle aynı hizaya tekabül etmesinin ayetteki letafeti artırdığını belirtir. Akabinde bir Nur talebesinin gördüğü bir rüyada kendisine Nur talebelerinin imanla kabre girecekleri ve imansız vefat etmeyecekleri müjdesi verildiğini zikrederek açıklamasını bitirir.

Görüldüğü gibi Üstad, ayetlerin Risale’den veya nur talebelerinden bahsettiğinden veya ayetle Risale-i Nur’un ve Nur talebelerinin kastedilmesi anlamında bir işaretten söz etmemektedir. Aksine Risale’nin ve nur talebelerinin diğer çağlardaki ehl-i iman gibi Kur’ân’da övülen ehli iman kapsamına girmesinden söz etmektedir. Bunu söylerken ayetlerdeki harflerin ebced değerini de teyid edici bir emare olarak görmektedir. Bu tavır “ayetlerle kastedilen kişiler bizleriz” demekten çok farklıdır.

Tekrar ifade edelim: Zikrettiğimiz örneklerde Üstâd’ın işarat-ı Kur’âniyyeyle “Kur’ân bizden veya Risale-i Nur’dan söz ediyor” şeklinde bir tutuma sahip olmadığı açıkça anlaşılıyor. Üstad, Risale’nin ve ihlaslı Nur talebelerinin Kur’ân’ın küllî ifadeleriyle övülen müminler kapsamına girdiklerini başka bir ifadeyle Kur’ân’ın küllî ifadelerine masadak, cüzîyat ve efrad oldukları kanaatini izhar ediyor. Bu kanaati izhar ederken ebcede ve yer yer müjdeleyici bazı rüyalara atıfta bulunuyor.

Zikrettiğimiz örneklerde işaret konusu masadak, cüz’î ve efrad kavramları eşliğinde zikredildiği için konu son derece açıktır. Ancak örneklerin çoğunda mezkur ifadeler geçse de tamamında geçmemektedir. Bu durumda yapılması gereken işaretin mutlak zikredildiği örneklerde de konuyu bu çerçevede ele alıp yorumlamaktır. Başka bir ifadeyle mutlakı, mukayyede hamlederek anlamak gerekir. Bilindiği gibi usulî bir prensip gereği aynı merciden sadır olan mutlak ve mukayyed ifadeler olduğunda mutlak ifadeler, mukayyed ışığında yorumlanır.

Binaenaleyh işaret kelimesini bunun dışına taşıyıp Kur’ân Bediüzzaman’dan veya Nurculardan bahsediyor şeklinde anlamak hem yanlış hem de şer’î açıdan çok mahzurlu bir durumdur.

HZ. ALİ (R.A) VE ŞEYH ABDÜLKADİR GEYLANÎ’NİN (K.S) RİSALE’DEN HABER VERMESİ

Aynı konuyla yakından alakalı olduğu için belirtelim: Risale-i Nur’da yer yer Hz. Ali (r.a) ve Şeyh Abdülkadir Geylanî’nin (k.s) Risale’den haber verdiği belirtilmektedir. Bu da zaman zaman tenkitlere konu edilmektedir. Bu durum, herkesçe kabul edilen keşif ve kerametle izah edilebilir. Salih bir kulun Allah’ın ikramı olarak gelecekte meydana gelecek bir şeyi önceden bilmesi ve haber vermesi mümkündür. Ancak daha önce belirttiğimiz gibi bu bilgi, sahibine tam bir kanaat verse de usulî açıdan katiyet taşımayan zannî bir bilgidir.

Yeri gelmişken bir özeleştiride bulunmak istiyorum. İşârât-ı Kur’âniyye konusunda Üstad’ın meramı “ayet bizi kastediyor” veya “bizden sözediyor” olmadığı halde Nur dairesinde yer alan birçok kimse meseleyi “ayetlerin Üstad’tan ve Risale’den bahsettiği” şeklinde anlamaktadır. Bu anlayış ise birçok kimsenin Risale-i Nur’dan soğumasına bazılarının da tavır almasına sebep olmaktadır. Burada yapılması gereken şey, ilmî ölçüler ışığında hareket ederek mezkur tasavvuru tashih etmektir. Aksi taktirde hem bazı insanların Risale’den istifadesine engel olan bir durumu sürdürmüş oluruz hem de Risale karşıtlığına istemeden de olsa katkı sunmuş oluruz.

Tekrar ebced-cifir meselesine dönüp şunu söylemek isterim: Ebced-cifir Risale-i Nur’da geçmekte ama çok cüzi bir yer işgal etmektedir. Risale-i Nurun esas mesajı ebcede değil Kur’ân’ın muhkem ve müfesser nasslarına dayanmaktadır. Dolayısıyla ebcedin “yanlışlanması” Risale-i Nuru hiçbir şekilde etkilememektedir. Üstad’ın tabiriyle Risale’nin Kur’ânî delillere dayalı bahisleri ebcede dayalı işarî manalardan yüz derece daha kıymetlidir. Dolayısıyla ebcedden dolayı Risale’deki Kur’ânî istihraca dayalı bahisleri feda etmek büyük bir haksızlıktır. Bu durum bana İbn Mace’deki bir rivayeti hatırlatmaktadır.

مثَلُ الَّذي يَجلِسُ يَسمعُ الحِكْمةَ ثمَّ لا يحدِّثُ عَن صاحبِهِ إلَّا بِشرِّ ما يسمَعُ كمثلِ رجلٍ أتى راعيًا فقالَ: يا راعي أجزِرني شاةً من غنمِكَ قالَ: اذهب فخذ بأذُنِ خيرِها فذَهَبَ فأخذَ بأذنِ كَلبِ الغنَمِ

“Hikmetli bir konuşmayı dinleyip sonra dinledikleri içinde en kötüsünü nakleden kimse bir çobana gidip bana süründen bir koyun verir misin diyen bir kimseye benzer. Çoban ona: Git en güzel koyunun kulağından tutup götür der. O ise gider, sürüdeki köpeğin kulağından tutup götürür.”

Ebced ve cifirin tamamen batıl olduğunu farzetsek bile 14 ciltlik Risale-i Nur mecmuasında çok cüz’î bir yer işgal eden ebced-cifir hesabına takılmak -iddia sahipleri açısından- aynen koyun sürüsündeki köpeğe takılmak gibidir. Risale-i Nur’da Kur’ân’dan istihraç edilen ve fert ve toplumun yaralarını tedavi edici onca harika tespitler varken bunların yerine sadece ebcede takılıp ötesini göz ardı etmek gerçekten anlaşılır gibi değildir.

Devam edecek

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Bediüzzaman Haberleri