Ceylan Çalışkan, Risale-i Nur’un her zaman en genç şakirtlerinden. Üstad’ı 15 yaşında tanır. Dünyadan ayrıldığı zaman ise 34 yaşındadır. Geçtiğimiz hafta Ceylan Ağabey’in vefatının 50. seneyi devriyesi idi. Bereketli ömrünü Bediüzzaman’ın dediği gibi geçirmişti: “Sen Risale-i Nur’un esaslarını hareketlerinle yaşa!”
Bediüzzaman Said Nursi, Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1944 tarihli beraat kararıyla tahliye olur, 66 yaşındadır... Yaklaşık iki ay Denizli’nin Şehir Oteli’nde kalır. Sonra Afyon’un Emirdağ kazasında ikamet edeceği kendisine bildirilir ve buraya gelir. Bu büyük İslâm âlimi, adını Risale-i Nur külliyatından bir kitaba da verecek olan bu güzel beldede bir misafir bekler haldedir. Yanına gelenlere şöyle der: “Bana Ceylan’ı bulun.”
Beldede, Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nin bir makamı olduğundan Ceylan adı çok meşhurdur. Üstad, huzuruna getirilen ‘Ceylan’lar için “Benim aradığım bu değil.” ifadelerini kullanır. Nihayet asıl adı Abdülkadir olan -ki bu hoş bir tevafuktur. Çünkü Üstad’ın mana âlemindeki hocalarından biri de Abdülkadir Geylânî Hazretleri’dir- bir çocuk yanına getirilir. Bediüzzaman, onu görür görmez, “Tamam benim aradığım Ceylan işte budur.” der. Ondan sonra Abdülkadir ismi unutulur ve Risale-i Nur’un kahraman ağabeyi ‘Ceylan’ olarak anılmaya başlar. Üstad, ona hitaben “Ceylan! Senin hayatın Nurlara aittir. Seni dünyaya vermeyeceğim. Eğer sen dünyaya dönersen, senin hayatın pek kısa olacaktır!” buyurur.
Ceylan’a verdiği ilk ders: Sıdk
Ceylan Çalışkan, 1929 senesinde Emirdağ’da dünyaya gelir. Babası Mehmet Efendi de valideleri Ayşe Hanım da Emirdağ halkı tarafından sevilen ve saygı duyulan şahıslardır. Ceylan Çalışkan, küçük yaşta annesini kaybeder. Ama öksüzlüğü çok uzun sürmez, çünkü kendini 15 yaşında bir çocukken asrın şefkat abidesinin yanında bulacaktır. Babası Mehmet Çalışkan ile Üstad’ı ziyarete giderler.
Üstad’ın Ceylan Ağabey’e verdiği ilk dersin konusu oldukça manidardır: Sıdk. Sanki onu yıllarca sürecek bu davada yılmaması, korkmaması ve geri dönmemesi için hazırlıyordur. Şu sözler Nur denizine girişte bir deniz feneri gibidir: “Daima doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin. Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyen kötü anılır.”
Ceylan Çalışkan, artık hem Risale-i Nur’un hem Üstad’ının sadık bir talebesidir. Askerlik çağı geldiğinde, Üstad onun biraz geç asker olmasını ister. Babası Mehmet Efendi, “Müracaatlarımızı yapamadık ve Ceylân asker oldu.” diye anlatır o zamanı ve devam eder: “Üstad’ına ‘Allah’a ısmarladık’ diye veda ederken, hakikaten maddi-manevî hastalıklarımızı derin ilmiyle ve derya gibi olan şefkatiyle tedavi eden Nur’ların müellifi yavruma şu nasihati vermişti: Sen Risale-i Nur’un esaslarını hareketlerinle yaşa!”
‘Yaşı küçük ama on kişinin işini yapabilecek bir kabiliyete sahip’
Ceylan Ağabey, vatanî görevini Urfa’da tamamladıktan ve bir müddet medresede kaldıktan sonra memleketine geri döner. Üstad, Mehmet Efendi’ye başka evlatları da olduğunu, Ceylan’ı kendisine vermesini ister. Babası da “Üstad’ım biz daha evvel Ceylan’ı size vermiştik.” cevabını verir. Bunun üzerine Ceylan Ağabey, eşyalarını toplar ve Üstad Bediüzzaman’ın evine taşınır.
Bediüzzaman Said Nursi, Ceylan’ından oldukça memnundur: “Yaşı küçük ama on kişinin işini yapabilecek bir kabiliyete sahip.” Onun yaptığı vazifeyi belki de en güzel İhsan Atasoy özetler: “Hükümet yetkilileriyle Üstad adına görüşmek, gelen mektupların okunarak cevaplandırılması, gerektiğinde çoğaltılıp postalanması, yazılmış eserlerin dağıtılması, gelen misafirlerin münasip bir şekilde karşılanması, Üstad’la görüştürülmesi ve uğurlanması, hatta günlük ihtiyaçların temininden kırlarda gezdirilmesine kadar, yani o gün Emirdağ hayatında Üstad’ın santral vazifesini gören bir insan, bir eleman.”
‘Kardeşim, durursak, ne zaman başlayacağımızı bilemeyiz’
Ceylan Çalışkan, soyadı ile müsemma bir şahsiyete sahiptir. 1960 darbesinin kasvetli ve karanlık günlerinde dahi iman hizmetinden geri durmaz. Bazı ağabeyler, mezkûr devrin şedit uygulamaları geçene kadar Risale-i Nur neşrine ara vermeyi teklif eder. Ceylan Ağabey’in verdiği cevap ise onun Nur’lara bakışının hülasasıdır: “Kardeşim, durursak, ne zaman başlayacağımızı bilemeyiz.”
Ceylan Ağabey, bir gün Üstad’la Isparta’dan Barla’ya giderken bir şantiyeye uğrarlar. Ceylan bir ara gözden kaybolur. Hemen greyderlerden birinin üstüne çıkar, sürücüsünü de ikna ederek koca aracı kullanmaya başlar. Bu manzarayı gören Bediüzzaman, “Fesübhânallah! Ceylan, seni dünyaya vermeyeceğim!” der. İşte dünyanın ele geçiremediği bu büyük dava adamı, Çalışkanlar hanedanının müstesna çocuğu Ceylan Ağabey, 22 Ağustos 1963’te İstanbul Bakırköy’de meydana gelen trafik kazası sonrası Hakk’ın rahmetine kavuşur. Dar-ı bekaya irtihal ettiğinde 34 yaşındadır ve dünya onun düşlerinde hiçbir zaman yer bulmamıştır. Bindiği minibüste vefat ettiğinde nüfus cüzdanının arasından şu vesika çıkar: “Ceylân benim vekilimdir. Nur’a ait işleri benim hesabıma yapar. Said Nursî.”