İmam Kuşeyri çok yönlü bir zattır. Onun ötesinde çok yönlü bir ilim adamıdır. Öncelikli olarak önemli bir kelamcıdır. Onun ötesinde tasavvuf alanında temayüz etmiş ve risalesi bu alanda ün yapmış ve sahanın temel eseri haline gelmiştir. Kelabazi’nin ‘et-Ta'arruf li-mezhebi ehli't-tasavvuf’ kitabıyla birlikte Er Risaletü’l Kuşeyriyye bu alanın temel ve klasik kitapları arasına girmiştir. Kuşeyri aynı zamanda kelamcı olmasının ötesinde birinci sınıf Ehl-i Sünnet müdafiidir. Tarihte bu ebedi savunmanın mağdurları arasında yerini almıştır. Daha doğrusu Ebu’l Hasan Eş’ari ve yolundakileri savunmuş ve bu yolda bir çok çile ile karşılaşmıştır. Ahmet Bin Hanbel’in maruz kaldığı meşhur halku’l Kur’an meselesi gibi bir meseleyle karşılaşmıştır. İmam Kuşeyri aynı zamanda dilci, nahivci, belagat üstadı idi. Gazali’ye üstün olduğu taraflardan birisi budur. Kuşeyri de sufi ve kelamcılardan olmasına rağmen aynen Ahmet Bin Hanbel’in maruz kaldığı gibi mihne ve çile tufanına maruz kalmıştır.
Tuğrul Bey, Hanefi mezhebinden olmasına rağmen veziri Ebu Nasr Kenderi hem Mutezile ve hem de Şii mezhebine mensup idi. Siyasi olarak da Eş’arilerin rekabetinden ürküyor ve Ebu Sehl İbni Muvaffak isimli Şafii-Eş’ari alimin Tuğrul Beyin gözdesi olmasından ve baş veziri olarak yerini almasından korkuyordu. Bunu engellemek için bir hileye ve ötesinde fitneye başvurdu. Kuşeyri ve dostlarına bidat kulpu taktı. Emevilerin Ömer Bin Abdulaziz’e kadar bir dönem minberlerden Ehl-i Beyt’e lanet okutmaları gibi Ehl-i bidata lanet adı altında ve bahanesiyle Cuma günleri minberlerden bidat sahibi olarak tanımladığı Ebu’l Hasan el Eş’ari’ye lanetler okutturmaktadır. Bu Şafii ve Eş’arilere elbette zor gelir ve bu karalamaya karşı çıkanlardan biri olarak İmam Kuşeyri sivrilir ve bu fitnenin kahramanlarından birisi haline gelir. Bu sahadaki mücadelesinin yansımalarından birisi Şikayetü Ehli’l Sünne adlı eseri olur. İmam Kuşeyri bu haliyle zamanının Ahmet Bin Hanbel’i olmuştur.
*
Kuşeyri’nin gölgede veya daha geride kalan yönlerinden birisi kelamcılığıdır. Daha ziyade tasavvuf alanındaki iştigaliyle tanınmıştır. Bununla birlikte kelamcılığı gölgede kalsa da bu alanda temayüz etmiş isimlerden birisidir. Bediüzzaman’a selef olduğu hususlardan birisi kainatı esma üzerinden okumasıdır. Kainat esmanın tecelli alanıdır. Kainat isimlerin tecelliyatıdır. Dolayısıyla kainat, tecelliyat veya yansıma kitabıdır. Kainat kitabını okumanın en iyi yönteminin esma ile eşleştirme ve mukabele ile olacağını ilk söyleyenlerden birisi İmam Kuşeyri hazretleri olmuştur.
İmam-ı Gazali ile çağdaş veya muasır olmasına rağmen ondan öncedir. Ölümü, 465 tarihidir. Gazali’nin ölümünden 40 yıl evvel vefat etmiştir. Kuşeyri vefat ettiğinde Gazali henüz 15 yaşındadır. Elbette mülakat ve karşılaşmaları mümkün olmamıştır. Lakin Gazali, Kuşeyri’nin ilminin varislerinden birisidir. İkisinin mesleği de aynıdır. Gazali kelamcı olmasının ötesinde usulcüdür. Gazali de tasavvufun dışında usul-u fıkıh ve fıkıh kelamla birlikte öne çıkarken, tebarüz ederken Kuşeyri de Arapça ve ilimlerinde öne çıkmıştır.
*
Bediüzzaman’a öncülük anlamında ise kainatı esma üzerinden okumasıdır. Bu meyanda Şerhü Esmaillahi’l Hüsna adlı eserini kaleme almıştır. Bu alanda bir başka kitabı ise et Tahbir fi’t Tezkir adlı eseridir. Bu kitabında esma yani Cenab-ı Hakkın güzel isimleriyle insanın davranışları ve kainat nizamı arasında ilişki kurar. Yansımaları tarassut eder ve gözler. Ona göre, insan esmayı tahsil ve etüt ederek Allah’ın ahlakına ulaşmaya veya yaklaşmaya çalışmalıdır. Esma buna göre insanın ayinesidir. Lakin bu konuda ontolojik düzey ile şer’i düzey arasında fark olmalıdır.
Cebbar ismi ontolojik düzeyde insanın üzerine yansıyabilir ve sinebilir lakin bunu şer'i ölçülerle sınırlamalıdır. Bu sahada şer’i çizgiyi esas alarak; kul, cebbar ve kahhar ve celal isimlerini taklit etmek yerine itaat düzeyinde kalır. Cebbarlanmaz. Bundan dolayı çocuklara tek başına Cebbar ismi vermek de yanlıştır. Ancak Abdulcebbar denmelidir.
Kul, Allah’ın yasalarına boyun eğmelidir. Hadislerde ahirzaman deccallerine cebabire yani cebbarlar denmektedir. Filistin’deki devler veya amalika denilen kavim ile keza sütunların sahibi (zati’l imad) Ad kavmi, ismi cebbar’a veya ismi dalal’a ayine olan hilkat garibesi varlıklardandır. الَّتِي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِ/ Elletiy lem yuhlak mislüha fiylbilad ayeti onlara işaret etmektedir. Hud Kavmi olan bu kavmin kimilerine göre iskan mahalli Basra Körfezi kıyılarıdır. Dolayısıyla esma ile kainatın mukabelesinde ontolojik ölçüler kadar şer’i ölçüler de esas alınmalıdır.
Kula kulluk yakışır ve Cenab-ı Hakkın ahlakıyla ahlaklanması da Allah düzeyinde değil kendi düzeyinde ve mütevazi düzeyde olacaktır. Daha doğru şer’i ölçüler ontolojik sapmaları tashih eder. Tek başına iri cüsseli olmak olumsuz değildir lakin bu özgüveni kamçılar ve şımartır ve zulme araç olursa, menfi süreç başlamış olur. Tek başına kuvvete istinat ettiği zaman haktan sapmış ve ölçüden çıkmış olur. Allah zulmü kendisine haram kılarken güçlü oldukları için onlara helal kılması tasavvur edilemez. Kuşeyri’nin ilmi kelamda getirdiği yeniliklerden birisi esma ile tecelliyatı olan kaniatı karşılaştırması ve kainata bir ayine olarak bakmasıdır. (Fi İlmi’l Kelam, Cemal Receb Seyyid Bey, Mektebetü Vehbe, s: 75)
*
Huccetü’l İslam İmam Gazali de onun yolunu takip etmiştir. El Maksad el Esna fi Şerhi Esmaüillihi’l Hüsna kitabında İmam Kuşeyri’yi izlemiş ve esma meselesini tahkik etmiştir. İmam Kuşeyri kainatı esma üzerinden okuyarak Mutezile’yi dolaylı olarak reddetmiş ve sıfatlar ve esmanın reddedilmesiyle birlikte kainatın gerçek bir okumadan mahrum kalacağına işaret etmiştir. Marifetullah’ın en önemli basamaklarından birisi de esma ile kainatı karşılaştırmak ve ayine üzerinden veya eser üzerinden müessire ulaşmaktır. Ünlü Arap pozitivisti Zeki Necip Mahmut Gazali’nin El Maksad el Esna fi Şerhi Esmaüillihi’l Hüsna kitabını okuyunca çarpılmış ve kendisini tashih etmiştir.
Marifetullahın en mühim kapısı esma eşliğinde kainatı okumaktır. Bu yapıldığında şu ayetin mefhumuna ulaşılacaktır: Onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki böylece onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? (Fussilet 53)