Abdulhamit Güler'in yazısı
Filmin hemen açılışında göreceğiniz mesajda Bediüzzaman Said-i Nursi, sinema hakkındaki görüşünü dile getiriyor. Müslümanların nasıl sinema yapması gerektiği konusunda yaza yaza klavyemde tüy bitecek belki. Fakat vazgeçmeyeceğim. Sanatla uğraşmayan Müslümanın bir yanının mutlaka eksik olduğu tezimin de altını çizerek, 'nasıl bir sinema' sorusunu yineleyerek, Bediüzzaman'ın yaklaşımının iyi bir başlangıç noktası olacağını düşünüyorum.
Büyük prodüksiyonların adamı, Beyaz Sinema'nın en önemli işlerinin yapımcı ve yönetmeni Mehmet Tanrısever, yine büyük bir işe imza attı. Bütçesi açısından en pahalı Beyaz Sinema örneği oldu belki de. 4 Milyon TL civarında bir bütçe ile Hür Adam'ı çekti.
Türkiye sinemasının en iyi filmini yaptığını iddia etmişti Tanrısever. Öyle mi gerçekten; değil. Sinema sanatının hakkını veren çok sayıda film var. Hür Adam ise kendi kategorisinde standardı yakalamış, bütçe açısından üst düzeyde sayılabilecek, sinematografik olarak vasatın üstüne çıkmış, oyunculuk açısından da aynı düzeyde bir film.
Patlamalar ve bazı 'masa çalışmaları' yapay bir görüntü oluşturuyor. Said-i Nursi'nin ağacın tepesinde ne işi olduğunu tam anlayamadım. Basit bir Hollywood tarzı gönderme olduğunu düşünüyorum. Tarihi bir gerçekliği varsa da benim cehaletim. Köyün delisi sıkıcı ve klasik bir karakter. Son bölümde tempo çok düşüyor. Ve filmin süresi uzun.
Lakin bunlardan sonra filmin değerini artıran noktalara değinmek lazım (ki, yazı bitince göreceksiniz ki her halükarda izlenmesi gereken bir film).
Said-i Nursi'nin bir Kürt olduğu gerçeğini yüksünmeden ortaya koyan ve yine çekinmeden Kürtçe diyalogları senaryoya ekleyen yazım ekibini tebrik etmek gerek. 'Zaten olan o, neyini tebrik ediyorsun' diyebilirsiniz. Ama Kürtçe'nin bir dönem yasaklı dil olduğu ülkede ve Müslümanların da Kürt sorunu konusunda tutarsız davrandığı dönemde bu husus önem arz ediyor.
Sırf, Atatürk ile ilgili sahneden ötürü soruşturma açılması dahi bu filmi izlemek için yeterli sebep. Çünkü bu sahne Türkiye sinemasında bir ilk. Mustafa Kemal sıkıntı içerisinde, 'küçük dağları yaratmamış', birini 'ikna etmeye çalışan', 'herkes gibi' bir insan olarak resmediliyor. Tartışılan sahnenin Kemalistleri rahatsız etmesi hiç de şaşılacak bir şey değil. Zaten Kemalistler rahatsız oluyorsa iyi bir şeyler vardır. Ancak diğer taraftan, aslında Mustafa Kemal filmin başka bir yerinde 'aklanıyor'. Bu sahnenin hiç konulmaması gerekirdi bence. Can Dündar'ın Mustafa filminde ilk kez gördüğümüz 'insan Mustafa Kemal', 'daha fazla insan' ve 'daha gerçek' olarak karşımıza çıkıyor, Hür Adam'da.
Şeyh Said İsyanı ve Menemen olayı için 'tuzak' denmesi de 'resmi tarih'in hoşuna gitmeyecek yaklaşımlar.
Ve elbette Bediüzzaman Said-i Nursi...
Hayatı zindanlarda, sıkıntı ve baskı ile geçmiş olan bir insanın biyografisini film yapmak kolay değil. Hiçbir şey tam olmaz. Hayatının her anı kocaman birer gösterge olsa da siz en mühim noktayı mutlaka atlamış olursunuz. Burada da o var gibi. Aksi söz konusu olamaz zaten.
Her fırsatta okulunun planını çizmesi ve 'şubeleri dünyanın dört bir yanında açılacak' demesi, Gülen Cemaati'ne bir gönderme midir, bilemem. Ancak Cemaat'in, Said-i Nursi'nin yolundan gittiğini bildiğimiz için çok da şaşırmadık.
"Bismillah her işin başıdır", "Dahilde cihat, ilim ve irşatladır", "Medeniyet için inkılap, devlet için ihtilal lazım" gibi ifadeler de filmde aklınıza kalacaklardan.
Ve filmin hemen açılışında göreceğiniz mesaj. Bediüzzaman Said-i Nursi, sinema hakkındaki görüşünü dile getiriyor. Daha önce de bu sayfada ifade etmeye çalışmıştım. Bu filmle yeniden gündeme gelmesi önemli.
Said Nursi'nin sinema ve sanat ile ilgili görüşleri şöyle:
"Lafız mananın tabiatı müsaade ettiği ölçüde süslenmeli... Şekil, muhtevaya göre resmedilmeli; resmedilirken de mealin izni alınmalı...Üslubun parlak ve revnakadar olmasına önem verilmeli, fakat gaye ve maksat da asla ihmal edilmemelidir...Hayal geniş bir hareket alanıyla desteklenmeli, ancak hakikat da hiçbir zaman incitilmemelidir."
Müslümanların nasıl sinema yapması gerektiği konusunda harika bir 'hareket noktası'. Günümüzde bile sinema için 'haram' fetvası veren din adamları olduğunu düşünecek olursak, Said Nursi'nin onlarca yıl önce böylesine bir bakış sergilemesi takdire şayan. Dahası, dikkate alınmalı.
Müslümanların nasıl sinema yapması gerektiği konusunda yaza yaza klavyemde tüy bitecek belki. Fakat vazgeçmeyeceğim. Sanatla uğraşmayan Müslümanın bir yanının mutlaka eksik olduğu tezimin de altını çizerek, 'nasıl bir sinema' sorusunu yineleyerek, Bediüzzaman'ın yaklaşımının iyi bir başlangıç noktası olacağını düşünüyorum.
'Mealin izni alınmalı' babı önemli. 'Bu kadardan bir şey olmaz' diyerek cinsellik veya şiddet ya da 'lâdinilik' bakışlarıyla yapılan sinema, sadece bu yönüyle 'İslamî/Beyaz/Milli Sinema'nın dışında kalacaktır.
Hakikat arayışında en fazla bir 'araç' olabilecek olan sinemanın, böylesi bir arayışta 'araç' olma onurunu da göz önünde bulundurarak, 'sanat' olduğu gerçeğini unutmadan, 'maksat asla ihmal edilmeden' sinema yapılmalıdır.
Adını ne koyarsanız koyun. Yeter ki bu niyetle sinema yapılsın.
Milli Gazete