Bediüzzaman'ın 'sonsuz şükür' formülü

Sömestr tatili sonrası ikincisi düzenlenen üniversite seminerinin konusu şükür’dü. Yoğun ilginin olduğu seminer DKM’de gerçekleştirildi

H. İbrahim Önal’ın haberi

RisaleHaber-Eğitim Fakültesi öğrencisi Sedat Önen’in sunduğu “Şükür “konulu seminerde şükür ile ilgili ayrıntılı bilgilere yer verildi. “Şükür ve mahiyeti, neden şükretmeliyiz, nasıl şükretmeliyiz, şükrün faydaları nedir?” gibi başlıkların yer aldığı seminer ilgi ile izlendi.

Seminerine çağdaş eğitimdeki 5n 1k yöntemini açıklayarak başlayan Önen, “bir konu hakkında Ne, Neye, Neden, Nasıl, Ne zaman ve Kim sorularına cevap verebildiğimiz oranda konu daha iyi anlaşılır” dedi.

Önen, “Bediüzzaman Hazretleri bütün konularda olduğu gibi şükür meselesini de hiçbir boşluk kalmayacak şekilde izah etmiş, akla yaklaştırmış, somutlaştırmış ve ispatlamıştır. Kanaatimce 5n1k yöntemi Bediüzzaman’dan esinlenmiştir. Çünkü Bediüzzaman’ın yaşadığı döneme kadar da böyle bir şey yoktu” dedi.

Şükrün sözlükte kadir ve kıymet bilmek, takdir etmek, tebrik etmek, teşekkür etmek, iyiliklere karşı memnuniyet göstermek, memnun olduğunu bildirmek ve hissettirmek, iyiliği iyilikle karşılamak manalarına geldiğini söyleyen Önen, “Terim olarak ise; şükür, nimette in'amı görmek (Risale-i Nur’da), nimet ve iyiliğin sahibini tanıma ve ona karşı minnet duyma, Allah'ın verdiği nimetler karşısında Elhamdülillah deme, Allah'a dil ile hamd etme, Allah'a karşı kulluk görevlerini yerine getirme demektir.” dedi.

Türkçe’de kullanılan teşekkür ve şükran kelimelerinin aynı kökten geldiğini ifade eden Önen, şekere kökünden gelen şükrün, isim ve fiil olarak Kur'an-ı Kerim'de yetmişe yakın yerde geçtiğine, teşekkürün yaratılmışlara, şükrün ise Yaratana yapıldığına dikkat çekti.

Önen, Bediüzzaman ise şükrü, "nimetleri doğrudan doğruya Cenab-ı Hak'tan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmektir" (29. Mektub; 1. Söz) şeklinde tanımlamıştır. Bunun yanında Rabbimizin rızasını kazanmak için”acz-i mutlak,fakr-ı mutlak,şevk-i mutlak ve şükr-ü mutlak”esaslarını benimsediğini ve en önemlisinin de şükür olduğunu söylemektedir.Ayrıca şükrün ölçüsünün kanaat, iktisat, rıza ve memnuniyet olduğunu; şükürsüzlüğün ölçüsünün de hırs, israf ve haram helal demeyip rast geleni yemek olduğunu vurgulamıştır.” dedi.

Kur’an-ı Kerim’de çok tekrarlanan bir mevzuyu önemle vurgulayan Önen, “Sadece Rahman suresinde “febieyyi ala i Rabbiku ma tukezziban” ayeti 31 defa geçiyor. Risale-i Nur’da yaklaşık olarak 500 defa geçmektedir. Özellikle 28.Mektup, 9.Söz, 29.Lem’a, 1.Söz, Mesnevî-i Nuriye… Zaten 28.Mektup başlı başına bir Şükür Risalesi.” dedi.
 
Sosyal yaşamın her alanında teşekkür etmenin var olduğunu söyleyen Önen, “şöyle bir gün hiç kimsenin kimseye teşekkür etmediğini düşünürsek bu konunun önemi herhalde çok güzel somutlaşacaktır. En basitinden dersten sonra gelip beni tebrik ve teşekkür etmemeniz olmaz değil mi?” dedi. 

Neden şükretmemiz gerektiğine deyinen önen, “Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol!”(Zümer,39/66) ayetini ifade etti ve sözlerine şöyle devam etti:
      
Her insanda nimete ve nimet verene karşı perestiş hissi vardır. Biri bizlere çok küçük bir iyilik bile yaparsa ona teşekkür ederiz, hatta biz de birine yardım ettiğimizde ondan ister istemez bir teşekkür bekleriz. Çünkü bu bizim fıtratımızda vardır.Teşekkür etme fıkrası.. Cenabı hak kâinattaki her şeyi insanın hizmetine vermiş, bütün mevcudat ona hizmetkâr kılmıştır. Ona kaldıramayacağı vazifeler yüklememiştir. Güneşi ona soba ve lamba, yıldızları ise birer gece lambası hükmüne geçirmiştir. Baharı ve yazı ona bir nimet sofrası yapıp,en güzel yiyeceklerle süslemiştir.Hayvanatı emrine verdirmiş etinden, sütünden, derisinden, gücünden faydalanacağı hale getirmiştir. Nebatatları, bitkileri ona yiyecek, şifa, giyecek suretine getirmiş hizmetkâr kılmıştır. Bostanlara sebze, ağaçlara meyve hayvanlara süt, bal yumurta verdirip insanı nazlı, nazdar ve nazenin bir misafir gibi besleyip büyütmektedir. Görülüyor ki insanın emrine verdiği bu kadar hizmetkarın hiç birisi vazifesini ihmal etmiyor. Şu dünya hanı misafirhanesi her gün dolup boşalmaktan dolayı kirleniyor, batıyor, bulaşık hale geliyor. Kâinatın sahibi şu dünyayı bir oda bir ev gibi temizletiyor. Rüzgârlara süpürtüp, yağmurlarla yıkattırıyor. Bir kir pas göze ilişmiyor.
Eğer havadaki gaz oranları biraz fazla olsaydı yaşayamayacaktık. Ya güneş bizden ısı, ışık parası isteseydi. Ya hayvanlar bizden süt karşılığı para isteseydi. Bostanlar sebze, ağaçlar meyve vermeseydi. Arı bala para isteseydi. Yağmur para isteseydi. Halimiz nice olurdu. Ya kendi kendimizi yönetmek, kendi vücudumuzu yönetmek zahmeti bize verilseydi. Hangi hücreye söz geçirecektik. Yediğimiz yiyeceklerin vücudumuzun neresine lazım olduğunu ne kadar vitamine ihtiyacı olduğunu nasıl karar verecektik. Ama rabbimiz bütün bu yükleri zahmetleri bizden almış omzumuza yüklememiş, bize şükretmek için milyonlarca sebep yaratmış. Örneğin 1 sevaba 10, bir günaha bir yazması şükrü ne kadar da çok gerektiriyor. Kur’an-ı Kerim’in her bir harfine yüzlerce sevap vermesi, hatta dün geceki gibi mübarek gecelerde binler sevap… Bunun yanında saymakla bitiremeyeceğimiz diğer nimetler:El, kol, gözler, mükemmel bir beden, Ailemiz, memleketimiz, Kur’an-ı Kerim nimeti, Hz. Muhammed’e (a.s.m) ümmet olma nimeti, Bediüzzaman ve Risale-i Nur nimeti ve en önemlisi iman nimeti vs… Bu hususta bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır; “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, bitiremezsiniz.[Nahl 18]”

Peygamber Efendimiz (a.s.m)’ın hayatından örnek veren Önen, “Ya Resûlallah, senin geçmiş ve gelecek bütün günahların affolunduğu hâlde neden böyle yapıyorsun?” diyen Hz. Âişe’ye (r.a.) karşı “Şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuştur.” Bu hâdise de şükrün olup biten bir şey olmayıp süreklilik isteyen ve bunu sağlamak için temrinler gerektiren bir ameliye olduğunu göstermektedir.”dedi.

Nasıl şükredilmesi gerektiği konusunu da ele alan Önen, Peki biz nasıl şükredebiliriz? Bu soruyu Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri bizim için yıllar önce sormuş ve cevaplamış şöyle ki; “Eğer desen: “Şu küllî, hadsiz nimetlere karşı, nasıl şu mahdut ve cüz’i şükrümle mukabele ederim?”

Elcevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikat ile… Meselâ nasıl ki, bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, her biri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım? ”Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.” İşte hiç ihtiyacı olmayan ve riayetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah,o biçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikat liyâkatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen öyle de; âciz bir abd, namazında “ettâhiyyatu lillah” der. Yani: Bütün mahlûkatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem Sen onlara, hem daha fazlasına layıksın. İşte bu niyet ve itikat, pek geniş bir şükr-ü küllîdir…”(24.Söz)” dedi.

Şükrün en güzel şekilde ibadetlerle yerine getirileceğini, ibadetlerin en güzel özetinin Risale-i Nur’da İttibâ-ı sünnet, ferâizi işlemek, kebâiri terk etmek, ve bilhassa namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmak şeklinde açıklandığını belirtti.

Bediüzzaman Hazretlerinin şükrün en kapsamlı bir şekilde namaz ibadeti ile yerine getirildiği sözüne dikkat çeken Önen,  “Namazın mânâsı Dokuzuncu Söz'de "Cenâb-ı Hakk'ı tesbih ve tazim ve şükür etme" şeklinde tarif edilmektedir. Ramazan ayındaki oruç da bizlere şükrü hatırlatan çok önemli bir ibadettir. Oruç zamanında Yüce Allah’ın vermiş olduğu nimetlerin kıymeti çok iyi anlaşılır ve şükredilir. Risale-i Nur’da: “İşte Ramazan-ı Şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki: Kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emir olunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rubûbiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.”(29.Mektup)” dedi.

Şükrün üç şekilde eda edildiğini belirten Önen, “şükür birincisi dil ile yapılır ki, nimet vereni anmak, onu övmek ve bu hususta dil ile yapılabilecek şeyi yapmakla olur. Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.s)'e onun vasıtasıyla bütün insanlara bu hususta şöyle seslenmiştir: "Rabbinin nimetine (ihsanına) gelince, onu minnet ve şükranla an" (ed-Duha, 93/11)…Elhamdülillah demek bunun en kısa ifade şekli. İkincisi kalp ile yapılan şükürdür. Bu da Kalp ile nimeti vereni tanımak ve onu tasdik etmektir... Kısacası Tefekkür etmektir. Üçüncüsü fiil ile yapılan şükürdür. Bu da, vücudun bütün organlarıyla olur. Her çeşit nimeti veren Allah'ın emir ve yasakları, vücudun hangi organını ilgilendiriyorsa, o organın, Allah'ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmesini sağlamak gerekir.” dedi.
Önen, “İnsanlar nimetlerin gerçek sahibi olmadıkları halde onlara teşekkür ederiz. Peki acaba asıl her şeyin sahibi olan Allah bizden ne istemektedir? Bu konuda Bediüzzaman’a kulak verelim: “Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba, asıl mal sahibi olan Allah ne fiat istiyor?

Elcevap: Evet, o Mün'im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise, üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir.

Başta "Bismillâh" zikirdir. Ahirde "Elhamdülillâh" şükürdür. Ortada, bu kıymettar hârika-i san'at olan nimetler Ehad, Samed'in mu'cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir.””dedi.

Şükrün faydalarına da değinen önen, “Öncelikle şunu belirtelim ki bizler şükrü  ilk olarak sadece ve sadece Allah emrettiği için yaparız, o niyetle şükretmemiz gerekir. Ondan sonra hikmetlerine ve faydalarına da bakılabilir, hiçbir mahsuru yoktur, hatta daha güzel olur. Böyle düşündüğümüzde meseleyi çözmüş oluruz.” dedi ve bu hikmetleri şöyle sıraladı:
Yeryüzünde, gökyüzünde, sualtında, su üstünde milyonlarca canlının bedeni özelliklerine göre en güzel şekilde beslendirilmeleri apaçık tevhid delilidir. Bu muazzam faaliyet ancak ve ancak şükürle mukabeleye layıktır.

Tüm kâinatta hayatı tercih ederek, bütün maksatlarını ve isimlerinin cilvelerini hayatta tecelli ettiren Zat-ı Zülcelal, canlılar alemi içerisinde de rızkı şuunatının merkezi yapmış, iştah hissiyle canlıları rızka yöneltmiştir. Bundan maksadı ise kâinatın en ehemmiyetli neticelerinden birisi olan "şükür"e insanları sevk etmektir. Rızk bir perdedir. Perdenin arkasında ise Zat-ı Zülcelal'in Rahman ismi yer almaktadır.

Maddî ve mânevî nimetlere yüklenilen mânâ insanın itikadi yapısını ortaya çıkaran turnusol kâğıdı gibidir. Rızk mânâ-i harfi ile değerlendirildiği zaman şükre ulaşılmakta, mânâ-i ismi ile değerlendirildiği zaman nimetleri tekzip etme kaçınılmaz son olmaktadır.

Lezzetlerden haz almak fıtri bir duygudur. Ancak bu fıtri duygu şükür ile birlikte insana layık bir surete bürünmektedir. Yoksa nimet vereni düşünmeyerek her önüne gelenden faydalanma hayvana mahsus bir eylemi ifade etmektedir.

Şükür insanın faydasına sunulan besin maddeleri karşısında sürekli tevhid delillerini görmesini ve Yaratanı hatırlamasını ifade ettiği için, insana huzur-u daimiyi kazandırabilecek kadar ulvi ve cami bir ibadettir.

Şükür nimetlerin yalnız ve yalnız Allah'ın kudretiyle ortaya çıktığını düşünen insanı diğer insanlara minnet etmekten kurtaran, insanı izzetli kılan ve mümine yakışan ulvi bir duruştur. 

Önen “Sonuç olarak diyebiliriz ki şükür; insanı insan yapan özellikler arasında en önemli yeri tutan bir değerdir. Kuvve ve fiil olarak şükür eksik olduğunda insan yüksek insanlık ufkuna ulaşamadığı gibi, gerçek kulluk mertebesine de erişemez. Allah’ın insan tabiatına yaratılışta koyduğu bu duyguyu işler hale getirmek için eğitim yoluyla çocukluktan itibaren geliştirmek gerekiyor. Yoksa fıtratındaki potansiyelleri açılmayan veya çeşitli etkenlerle bozulan insan, ne insanlara teşekkür ne de Allah’a şükür edebilir.” dedi.
 

2010 Bediüzzaman Etkinlikleri Haberleri