Fatma Yılmaz'ın röportajı:
Hepimizin içinde uyuyan bir başarı var. Onu dışarı çıkarmamızı bekliyor olmalı. Ama bazı etkenler bunu gerçekleştirmemizi engelleyebilir. Özellikle biz gençler türlü boş işlerle vaktimizi geçiriyoruz. Örneğin sosyal ağlar. Sosyal ağlar bizi enikonu etkisi altına almış durumda. Giderek okumaya karşı ilgisi azalan ve merakı günden güne tükenen, tüketilen, yok edilen ahir zaman gençleri haline mi geliyoruz? Ahh evet itiraz seslerini duyar gibiyim “Hayır biz okuyoruz, düşünüyoruz ve araştırıyoruz” Evet biliyorum aramızda okumaktan, araştırmaktan keyif alanlar da var şükür ki… Örneğin Deniz Çağlın. Deniz, Manisa Soma doğumlu, liseyi İzmir’de okudu. Üniversite olarak da Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi’ni tercih etti. Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) 2011'de TM-1, TM-2 ve TM-3'te Türkiye birincisi olan İzmir Özel Yamanlar Anadolu Lisesi öğrencisi Deniz Çağlın’la başarısının yükseldiği değerler üzerine konuştuk…
Bugün ülke çapında bir birincilik elde ettin. Bunun için zamanının çoğunu çalışarak mı geçirdin, nasıl bir programın vardı?
Çok çalıştığım söylenemez. Hatta arkadaşlarım şaşırdı. Bana sende şeytan tüyümü var diyorlar. Olimpiyat çalıştım ben. Lisede ilk üç sene olimpiyat çalıştım. Olimpiyat, spor olimpiyatlarının bilim versiyonu. Bilim olimpiyatları yani. Medya da fazla yer almıyor bu sistem. Her ülkenin 4 kişilik bir milli takımı var. Türkiye’den de 3000- 4000 katılım oluyor. Milli takımı seçme sürecinde 4 sınav var. O dört aşamayı geçen Türkiye’yi diğer ülkelerde temsil ediyor. Aynı spor müsabakaları gibi. Ve bu dört kişi her sene farklı ülkede gerçekleşen organizasyonlarda sınava tabi tutuluyor. Ve madalya veriliyor. Bunu TÜBİTAK organize ediyor. Olimpiyatta fizik, kimya, biyoloji, matematik ve bilgisayar olmak üzere beş dal var. Ben kimya da çalıştım. Bu çalışmanın çok faydasını gördüm sınava hazırlanırken. Japonya’da uluslararası kimya olimpiyatına katıldım. Olimpiyatta şöyle birşey var. Oturup 1.5 – 2 saat ders çalışıyoruz. YGS’ye çalışmaya başladığımda olimpiyattaki çalışmayı öğrendiğim için hiç sıkılmadım. Gidiyorduk, eğleniyorduk, geziyorduk ama oturunca da verimli çalışıyordum. Mesela biri oturup 40 dk. çalışınca sıkılıyor ama ben 1.5 - 2 saat sıkılmadan çalışıyordum. Tabi şöyle bir şey var sadece çalışarak olacak bir şey değil, saatlerce çalışsanız bile hatta çok zeki olsanız da olmayabilir. Nasip sonuçta.
İnsan kendi başarı motivasyonunu yükseltmek için ne yapmalı?
Kendinden gazlı olmak diye bir tabir duymuştum lise 1’de. Kendinden gazlı olursan başarırsın demişti o kişi. Üniversite kimyasını öğrendik biz olimpiyatlarda. Bazen çok sıkıcı olabiliyor bu. İnsan çalışıyor, çalışıyor sonra duruyor, böyle bir isteksizlik oluyor. Arzun kalmıyor çalışmaya ve yapabileceğin çok cazip şeyler var. Örneğin futbol oynamak, gezmek gibi. İşte o an kendinden gazlı olmak devreye giriyor. Ve kendini gazlayarak tekrar ders çalışmaya başlıyorsun. Bunu fıtraten sağlayabiliriz. Ama başkasının desteğiyle de olabilir. O isteksiz anlarda yine dua ederek de bunu aşabiliriz. Ben rahat biriydim sınav konusunda. Sınavlara güle oynaya giriyordum. Onun çok faydasını gördüm. Kimisi “kazanmam lazım, Türkiye birincisi olmam lazım” diye çok sıkıntı yapardı. Ama ben hiç Türkiye birincisi olacağım diye, ya da kazanamazsam diye düşünmedim.
Çok iyi çalışıyor çaba gösteriyor, ama sınav günü hastalandığında hiç birşey ifade etmiyor. Çocuk ne olacağı meçhul bir yere geliyor. Gençlere özellikle şu imaj veriliyor. Üniversite okumak zorundasın. Doktor, hukukçu olacaksın vs. bence bu yanlış. Hayat sadece üniversite mezunları için değil. Ya da illa doktor veya hukukçu olmak gerekmiyor Türkiye’de. Türkiye’de zanaatkar insanlara da ihtiyaç var. Ve bu konuda hiçbir yönlendirme yok. Mesela biri ileride hattat olacağım diye hayal kursa ve bu işin kitabını okusa, araştırmasını yapsa bugün ÖSS’ye çalışmaz yani. Farklı bir ufuk açmış olur. Yine mesela bir zanaat, demircilik sanatı. Sonuçta bu da bir meslektir ve para kazanabilirsin. Ben bunun eksikliğini görüyorum. Her öğrenci ya ailesi tarafından veya çevresi tarafında şartlandırılıyor. Üniversiteyi kazanmalıyım, şu olmalıyım, bu olmalıyım. Daha sonra da diyoruz ki Türkiye’de binlerce üniversite mezunu işsiz var. Belki de bu, bahsettiğimiz şartlanmışlığın bir sonucu.
Bu denli büyük bir başarıyı yakalamanda ailenin rolünü nasıl özetlersin?
Ailem gerçekten çok fedakar. Bana kalkıp ders anlatan, benim sürekli derslerimi takip eden insanlar değil, ama benimle ilgilendiklerini hissettiriyorlar. Annem çok duygusal bir insan. Ben yatılı okulda 4 sene ayrı kaldım. Olimpiyat çalıştığım için haftasonları da gidemiyordum eve. Ama buna hiç sızlanmıyordu. Orda ağlıyor ediyor ama bunu bana hiç yansıtmıyordu. Bana hep destek oluyordu. Ya da babam mesela. Kendisi üniversiteye gidememiş. Kendisi bunu yapamadığı için, babası kendisine destek vermediği için elinden gelen her şeyi yaptı. Bu çok güzel bir şey. Şu denemede kaç aldın, bugün kaç soru çözdün gibi baskıcı bir aile değil. Desteğini hissettiren ve başarısız olsam bile biz senin arkasındayız diyen bir ailem var. Dolayısıyla başarımda bu desteği hissetmemin payı ifade edilemez.
Türkiye'de genç neslin okumadığını söyleyenler çoğunlukta. Geçtiğimiz aylarda yapılan bir araştırmada da gençlerin sadece yüzde 10.7’sinin düzenli kitap okuduğu belirtiliyor. Bu bağlamda neler söylersin. Gençler neden okumuyor?
Küçükken kitap okumayı severdim. Evde bilgisayar, TV var benim onlarla çok aram yoktu. Kitap okumaktan zevk alırdım, şimdi de öyle keza. Ama lisede kitap okumam azaldı. Üniversite sınavından dolayı eskisi gibi devam ettirmek zor. Ama diğer yandan sosyal medya insanları sosyalleştirmek yerine asosyalleştiriyor. Ve böylece okumuyoruz da konuşmuyoruz da. Gençlerin tepesinde bir insan olarak konuştuğum algılanmasın kendimde yaşadığım için söylüyorum. Gençlerde iki sorun var. Okumamak ve iletişimsizlik. Facebook’ta konuşuyor ama biraraya gelince konuşmuyor. Eskilerdeki gibi bir sohbet ortamı yok. Türkiye çok değerli bir havza. Ama öyle bir yozlaşma politikası oluşturulmuş ki, hem iç hem dış güçler tarafından, insanlar kitaptan, okumaktan, ilimden uzaklaştırılmış. Mesela futbol. Bazılarının hayatında futbol her şey olmuş nerdeyse. Cumartesi günü Pazar günü gideceği maçın muhabbetini yapıyor. Pazar günü maçta. Pazartesi maçtaki pozisyonları tartışıyor. Sonraki günler önündeki maça bakıyor. Böylece kitapmış, muhabbetmiş bunlar geri planda kalıyor. Ama son dönemde yine kıpırdanma var. Sevdiğim bir söz var; günde 100 sayfa okuyan insan bilgi sahibi, 200 sayfa okuyan insansa söz sahibi olur. Bence bizlerinde söz sahibi olabilmesi için okumaya ihtiyacımız var. Ve inşallah okuyacağız.
Bu konuda çözüm kime düşüyor? Aileye mi, çevreye mi, bireye mi?
Aslında her şey bir arada bir aile gibi olmalı. Sadece anne baba değil. O toplumdaki gençler, eğitimciler, veliler, medya bunların hepsi bir aile gibi. Artık her şeyin içiçe geçtiği bir toplumda birey tek başına varolamıyor. Çünkü bireyi etkileyen çok fazla şey var. Örneğin annesi, babası, TV, gittiği sinema hepsi birşeyler söylüyor. Gencin sorunlarını aşabilmesi için başta ailesinden iyi bir eğitim alması gerekiyor. Ve toplumun gence sorunlarını aşmasında yardımcı olması gerekiyor. Toplum bunu nasıl yapar? Toplumdaki ana akım ve kriterlerle. Yani geleneklerimiz, göreneklerimiz. Gençlere yol gösterici eğitimciler de çok önemli. Bence gençler tek başlarına bu doğru, bu kötü, bu yanlış diyemez. Kişiyi etkileyen faktörlerin hepsinin de doğruyu söylemesi çok zor. Biraz da iradeye bakıyor olay.
Peki kitap seçiminde senin tercihin ne?
Biraz karman çorman. Risale-i Nur ve Mesnevi okuyorum. Diğer taraftan Sosyalizmin Alfabesini okuyorum mesela, Murathan Mungan okuyorum. Bunun yanında Necip Fazıl okuyorum. Değişiyor yani. Ama son dönemlerde Türk yazarlara bir ilgim var. Sinemada da öyle. Fikir, hikaye ve deneme kitapları çok sık okuduğum kitaplar. Kitap konusunda temel atmadan her şeyi okumak yanlış derler. Ama ben temel atmamış olsam da okuyorum her şeyi.
Hayatı neye göre yaşıyorsun. Bir hayat felsefen var mı?
Ben umreye gittim Elhamdülillah. Umrede dilime düşen bir cümle vardı. “Faniyim fani olanı istemem, acizim aciz olanı istemem, isterim bir yarı baki isterim…” Daha önceden de biliyordum bunu, ama hissetmiyordum açıkçası. Çok muhteşem bir söz. Aslında Bediüzzaman’ın çoğu sözünün arkasında bir dünya yatıyor, çok basit düşünerek okuduğunuzda algılayamayacağınız kadar. Çünkü öyle bir ufukla yazılmış ki, her şey sanki başka bir yerlerden yazdırılmış gibi.
Muhteşem birşey. Bu cümlelerde benim algılamaya çalıştığım şey insanın acziyeti ve fakriyeti. Bunun farkında olmadığımı fark ettim. Tabi bu farkedişim arada bir kayboluyor, aciz olduğumu unutup kendimi bir şey zannettiğim zamanlar oluyor. Yine aciz ve fakirliğimizi hissettiğimizde bir şeyi başaramayınca üzülmemek, çünkü biliyoruz ki aciziz ve fakiriz. Ama biz zannediyoruz ki çok mükemmeliz her şeyi başarırız, birşeyi başaramadığımız zaman “nasıl başaramadım” diyoruz, başardığımızda da “vay be ben başardım” diyoruz. Ama bilsek ki aciziz ve fakiriz bu tür hatalara veya üzüntülere düşmeyiz. İnşallah bu söz hep hayat felsefem olur.
Mesleki olarak ilerideki hedefini belirlerken, insan olarak topluma katkı bağlamında hedeflerin ve düşüncelerin neler?
Ben diplomat olmayı istiyorum. Dışişleri benim için çok cazip. İdealist biriyim diyebilirim. Dışişleri aslında öyle çok parlak maaşlar veren, çok parlak çalışma imkanı sunan bir yer değil. Sonuçta aile hayatınızda da değişiklikler olacak. Kendi anneniz babanızla ilerde görüşemeyebilirsiniz. Ama ben bunu göze alıyorum inşallah, ilerde de göze alabilirim. Bunun sebebi belki de şu; Türkiye’nin geçmişine baktığımda dünyaya hükmetme ve dünyayı huzur içinde bulundurma anlayışı var. Yine atalarımızdan tearüs eden adalet düşüncesi, şefkat telakkisi ve istikamet anlayışı var. Şimdi bakıyorum Dünya’nın bunlara ihtiyacı var. Peki Dünya böyle bir yer mi? Son dönemlerde diplomaside öne çıkıyoruz, dünyanın dikkatini çekiyoruz. Bölgesel aktör olmaktan küresel aktör olamaya gidiyoruz. Bunları öne çıkarmamız lazım -ki bunu yapıyoruz şu anda. Türkiye’nin devletler muvazenesinde hak ettiği yere gelmesini çok istiyorum. Ve ilerde dışişlerinde bunu yapabileceğime inanıyorum.
Bir gencin sosyal sorumlulukları neler olmalı?
Biz gençlerde sanki toplumdan kopmuş bir hal var. Kendi halinde takılan, sokakta gezen, sinemaya giden, internette eğlenen bir güruh haline dönüşmüşüz. Mesela 70 yaşında tek tanıdığınız insan dedeniz oluyor. Başka 70 yaşında tanıdığınız biri olmuyor. Ama geleceğin anahtarı gençlerin elinde olduğu için hem büyüklerin gençlere karşı sorumlulukları olması gerekiyor - ki bence gençlerin sorumlulukları da bundan sonra geliyor. Gençlerin sorumlukları nedir peki? Topluma karşı saygı çerçevesi içerisinde yaşamak. Toplum içerisinde bizim geleneklerimizde olmayan birşeyi yaşatmaya çalışmak, batıdan birşeyleri direk kopyalamak gençlerin sorumluluğuna aykırıdır mesela. Ayrıca bir hedef koyup, illa bir meslek değil bu hedef, bir şekilde bulunduğu topraklara, bu vatana hizmet yapmak amaç. Kimisi doktor olarak yapar bu hizmeti, kimisi hukukçu, kimisi diplomat olarak. Yani dediğim gibi büyüklerin sorumluklarını yerine getirdiği bir Türkiye’de gençler de kendilerine hedef koyup çalışarak inşallah bu topluma karşı sorumluluklarını yerine getirir.
Son olarak özel üniversitenin imkanları mı yoksa devlet üniversitesinin prestiji mi?
Girift bir mesele. Özel üniversitenin imkanları var, ama yine özel üniversitenin prestiji de olabiliyor. Devlet üniversitesinin prestiji var yine imkanları olabiliyor. Kimisinde her ikisi de olmayabiliyor. Ben Galatasaray’la Bilkent arasında kalmıştım. Benim için; Bilkent özel üniversitesiydi ve imkanları vardı. Yine Galatasaray bir devlet üniversitesi ve prestiji vardı. Çok düşündüm bu konuda daha sonra Boğaziçi’ni keşfettim. Ve fark ettim ki Boğaziçi’nde hem prestij var, hem de imkanlar. Biraz yarı özel diyebilirim Boğaziçi için. Şuna inanıyorum ben, üniversite dediğimiz ortam öğrenciye araştırma imkanı sunmalı ya da öğrenciye ilmi aramasını öğretmeli. Direk ilmi vermek kolaycılığa kaçıyor, ama ilmi aramayı öğretmesi çok önemli bence. Yine statükocu, soğuk bir ortam olmamalı. Ben Galatsaray’da onu gördüm mesela, siyasette bahsettiğimiz statüko var ya onun üniversitedeki hali vardı orda. Deniz kıyısında bir yer ama, orada Ankara havası esiyor bana göre. Ve ben vazgeçtim oradan. Üniversite liberal olmalı, demokrat olmalı ve öğrenciye imkan sunmalı. Tabi keşke bütün üniversitelerimiz dünya çapında prestijli olsa ama sadece Boğaziçi, sadece ODTÜ dünyada biliniyor. Ben isterim ki bütün üniversitelerimiz imkan sunsun, ve bütün üniversitelerimizi dünyada prestij sahibi olsun. Ama bu sorunun cevabını devlet üniversitesinin prestiji ya da özel üniversitenin imkanı diye veremem çünkü çok karışık. Ama Boğaziçi diye verebilirim
Genç Yaklaşım