Vastanın tepeleri
Bediüzzamanın adı henüz Molla Said
Yaşı kırka merdiven dayamış
Fakat çakı gibi bir delikanlı Kıyasıya mücadele vermekte
Ardı sıra Talebeleri
Oynanan, Kurtuluş savaşının en çetin sahneleri
Yakalanan kadın ve çocukları Ermeniler bir bir kesti
Vandan kaçabilen ahalininse perişandır hali
Onları korumak için Yüksek tepelere çıkıp Kazaklara dehşet vermek gerekli
Nihayet cesur kumandan Üstad, gerçekleştiriyor bu hayali
Vastanın tepelerine çıkıyor
Kazaklar büyük bir imdat kuvveti gelmiş zannediyor
Ve Üstad Rusların istilasını geri çeviriyor
Vastan artık Üstadın zafer tepesi olarak âlemde şöhret buluyor
Çamlıca tepesi - (İstanbul)
Kurtuluş savaşı bitmiş
Üstad Rus diyarına esir gitmiş
Bir vesileyle esaret bitmiş
İstanbula geri gelmiş
Çamlıca tepesinde bir güzel köşkte yaşam
Ne ala, mesudane bir hayat imiş
Fakat aynalar hep gerçekleri söylermiş
Saçında, sakalında beyaz kıllar Üstadın
Bu tablo karşısında yine hüzünlenmiş,
Bu kadar saadeti kendine yeter bilmiş
Yeniden Çamlıcadan bakıp, bu haleti iman gözüyle tefekküre çevirmiş
Dünyayı fani bilip, her şeyden el etek çekmiş
Bize göre Mesudane olan hayat, Onun için yeni bir zaferin başlangıcında sona ermiş
Yuşa tepesi - (İstanbul boğazı)
Dünyanın terkine karar verdiği bir zamandır
Fakat Dünya Onu hep kendine çağırır
Onun cevabı çok manidardır
Beni dünyaya çağırma; ona geldim fenâ gördüm.
O sıkıldığında, bir kuru canını yanına alır, Yuşa tepesine kaçardı
İnsanı dünyaya çağıran o kadar çok şey varken
Hepsinden sıyrılıp, bir tepeciğe sığınmak hangimizin kârıdır?
Şeyh Sanan tepesi
İstanbuldan Vana bir uzun sefer başlar
Yol Tiflise doğru akar
Üstad, Şeyh Sanan tepesine uğrar.
Dikkatle etrafı temaşa ederken, yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:
"Niye böyle dikkat ediyorsun?"
"Medresemin planını yapıyorum."
"Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir."
"Asya'da, âlem-i İslamda üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek; ben de gelip burada medresemi yapacağım."
Polis, söylenmeye başlar:
"Heyhat! Şaşarım senin ümidine."
Üstad yine Üstadlığını yapar
"Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin?
Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı var..."
Şeyh Sanan tepesi o güne dek duyulmayan en güzel sözlerle çın çın çınlar
Horhora bakan tepe (Van)
Yekpare taştan ibaret bir medrese süslüyor karşıyı
Savaşın ardından yıllar geçmiş, her şey değişmiş
Kale dibi, Medrese etrafındaki şehir içi hepten tahrip edilmiş
Güya aradan iki yüz sene geçmiş gibi bir hüzün gelip, Üstadın gözbebeklerine yerleşmiş
Dost ve akrabalar nerelere gitmiş?
Kalbi en derinden inlemiş
Öyle bir rikkat ki, binler gözü olsa hepsi birden gözyaşı dökermiş
Gurbetten vatana döndüm zannederken, gurbetin en dehşetlisi karşısında belirmiş
Harabezar memleket, Ona yine aynı şeyi söyletmiş
Faniyim, fani olanı istemem
Acizim, aciz olanı istemem
Ruhumu Rahmana teslim eyledim
Gayrı istemem
Tepelice - (Çam dağı- Barla)
Ve sürgün yıllarında bir durak da Barladır
Bu dünyada Onu en çok anlayan bir Tepelicesi vardır,
Bir de derin bir dereye bakan, o meşhur Katran ağacı
Ama ne Tepelice Katransız olur,
Ne de Katran, Tepelice de tuttuğu nöbetten geri durur
Katran ağacı
Uzun seneler Üstadın yalnızlığına ortak olmuş, bağrında nice sırları, hüzünleri, acıları paylaşmış bir kuru direk
Gel gör ki, bir gün insan eli değer köklerine
Katran boynunu büker, atıverir kendini dereye, çaresiz bir şekilde
Katran intihar etti diye iftira mı atılır şimdi?
Hayır! Katran boğuldu, Kuru direkten korkuldu, Ne tuhaftı İnsanoğlu
Bir yeşil filiz vermiş aynı yerden şimdilerde
Tepelicenin en güzel yerinde
Barla denizine,
Gelincik dağına bakan köşede
Sanki yerimi kimselere vermem, Üstadın arkadaşıyım
Mümkün olsa kalacağım bir ömür boyu Barlada, der gibi bize
Çınar ağacının tepesi (Barla)
Üstadın evinin tam önünde
Gölge ettin, serinlettin, tefekkür ettirdin...
İlhama yaklaştırdın Üstadı en tepende
Ve bir gün yıllar sonra aynı yerde
Üstad gövdende sarılıp ağlayacak
Arkadaşına özlemle sarılacak
Hey koca çınar!
Yaşıyorsun Barla'nın serin göğsünde, şimdi bile sessizce
Adaçalı tepesi Emirdağ
Bir bahar mevsimiydi
Üstad, garibâne, mütefekkirâne, seyahate gidiyordu...
Bir tepeciğin eteğinden geçerken parlak bir sarıçiçek nazarına ilişti
Adaçalı tepeciğinde
Horhordaki sarıçiçekler aklına gelirken,
Kalbine de şöyle bir şey gelmişti:
Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir, sikkeleridir.
Nasıl bir mühür ile mühürlenmiş bir mektub, o mühür, o mektubun sahibini gösterir; öyle de, şu çiçek, bir mühr-ü Rahmânîdir. Şu enva-ı nakışlarla ve mânidar nebâtât satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi bu çiçek Sâniinin mektubudur. Hem, şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahrâ ve ova bir mektub-u Rahmânî heyâtını aldı.
Bir çiçekten ne büyük bir tefekkür başladı,
Üstad, herkesin hissesini dağıttı
Çiçeğe, şehre, tepeye
En küçük şey bile çok değerlidir onun gözünde
Tepe deyip geçmeyin sizde
Tepeler bu kadar önemlidir işte