(İhtiyarlar Risalesi Notları, 2. Yazı)
Bir önceki yazımızda, bir nebze, Risale-i Nur'un tefsir oluşu, fakat tefsir olarak yeterli emekle okunmadığı üzerine konuşmuştuk. Bir nebze de Nur talebeleri açısından, meselenin özeleştirisini yapmıştık. Fakat bu yazıda, özeleştiri kısmını birazcık kenara bırakarak, Risale-i Nur'un tefsir metodu adına bir şeyler söylemek istiyorum. Çünkü bahsi geçen yazının ardından, okuyanların bir kısmı tarafından bana yapılan itirazlar, bu noktada bir şeyler yazılması gerektiğini söyler gibiydi. Gerçi piyasada bu konu üzerine yazılmış eserler de yok değil, fakat demek ki, bazı hakikatler söylenmekle eskimiyor, onlara ihtiyaç asla zail olmuyor. Böyle şeyler ekmek gibi, su gibi, her zaman ihtiyaca ve rızka dahiller...
Vahyin öyle nazenin ve nazik bir yapısı var ki, benim gibi bir cahil de okuduğunda onu anlıyor; bir âlim de okuduğunda onu anlıyor. Belki o daha fazla ve daha başka anlıyor; ama nihayetinde anlıyor. Cenab-ı Hakkın hazinesi o kadar geniş ki, ben gibi fikri fakirleri dahi o muhteşem sofradan mahrum bırakmıyor, elhamdülillah. Önünde dizini kırmış herkese bir şeycikler veriyor, lokmalar uzatıyor, boş çevirmiyor.
Bugünden, on dört asır öncesine baktığımızda da Kur'an'ı en çok anlayanlar ve asla daha sonra bu hususta geçilemeyenler olarak bildiğimiz sahabiler de, sıradan halk insanları değiller miydi? Öyle ya, hiçbirisinin isminin önünde profesör kısaltması gördüğümüzü hatırlamıyoruz. Hiçbirisinin ulemadan olmakla çevresinde fazilet aradığına şahit olmuyoruz. (Aksine; vahyin gelmesinden önce namı Hikmetin Babası olan, fakat daha sonra hakka uyanamayışla Efendimiz (a.s.m.) tarafından adı Cehaletin Babası'na çevrilen Ebu Cehil gibi kötü yönleri baskın bir örnek var karşımızda.) Fakat bu insanlar, daha sonra üç kıtaya yayılan, yedi kıtaya dağılan bir davanın ilk omuzlayanları oldular. Hakkıyla da bu işi yaptılar... Ve bunu yaparken, ehl-i ihtisas olmayı değil, emeği esas aldılar. Gayretleriyle bu işi başardılar.
Ben, bu yönüyle bazı şeyleri çok fazla sembollere, kıdemlere, usüllere boğduğumuzu düşünüyorum. Belli şeyleri, belirgin yöntemler eşliğinde yapmayı, kendimize şart koşuyoruz veya başkaları için şart görüyoruz. Mesela; Risale-i Nur'un, müellifinin defalarca yazdıklarının tefsir olduğunu ifade etmesine rağmen, aksi iddialara maruz kalması, belki biraz da bundandır. Yani Kur'an-ı Hakîm'i izah ederken, ayetlerin arasındaki bağıntıyı, sıralamayı, sıradan tefsir usullerine göre kurmuyor oluşu, "ilm-i kelam ekolünün kurallarına" ve "klasik tefsir usullerine" alışık olanlar için belki çok sıradışı bir yöntem gibi görünmektedir. Bu yüzden de bazı kesimler tarafından kabul edilememektedir. Oysaki müellif-i muhterem, bakınız, Sözler isimli eserinde, bu konuda neler söylemektedir:
"Âyetlerinin herbir necmi, vezin kaydı altına girmeyip ta ekser âyetlere bir nevi merkez olsun ve kardeşi olsun ve mâbeynlerinde mevcut münasebet-i mâneviyeye rabıta olmak için, o daire-i muhîta içindeki âyetlere birer hatt-ı münasebet teşkil etmesidir. Güya, serbest herbir âyetin ekser âyetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. Kur’ân içinde binler Kur’ân bulunur ki, herbir meşrep sahibine birisini verir. Nasıl ki, Yirmi Beşinci Söz'de beyan edildiği gibi, Sûre-i İhlâs içinde, otuz altı Sûre-i İhlâs miktarınca, herbiri zi’l-ecniha olan altı cümlenin terkibatından müteşekkil bir hazine-i ilm-i tevhid bulunuyor ve tazammun ediyor.
Evet, nasıl ki semâda olan intizamsız yıldızların sureten adem-i intizamı cihetiyle herbir yıldız, kayıt altına girmeyip herbirisi ekser yıldızlara bir nevi merkez olarak daire-i muhîtasındaki birer birer herbir yıldıza, mevcudat beynindeki nisbet-i hafiyeye işaret olarak, birer hatt-ı münasebet uzatıyor. Güya herbir tek yıldız, necm-i âyet gibi, umum yıldızlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardır."
Halbuki Bediüzzaman'ın üç boyutlu, Kur'an tefsiri algısında, müellifin daha evvel Muhakemat isimli eserde de dikkat çektiği gibi nazm-ı maanî, nazm-ı lafzîden önceliklidir. Ve nazm-ı maanî, diğer iki boyutun üzerine bir boyut daha ekler. Bu nedenle Bediüzzaman, örneğin asıl konumuzu oluşturan İhtiyarlar Risalesi boyunca birçok ayete atıf yapar. Uzaydaki yıldızlar gibi dizilmiş ayetler arasında seyran eder. Çünkü onların her birisinin, nuzül olma sırasından ötede, birbirlerine bakar yüzleri ve ilgileri vardır. "Güya herbir tek yıldız, necm-i âyet gibi, umum yıldızlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardır."
Matematikte uzay, sonsuz sayıda noktanın bulunduğu, bu nedenle sonsuz sayıda doğrunun çizilebileceği bir alandır. Biz bu uzay kavramını tefsir ilmi içerisinde; "Kur'an" düzeyinde düşünürsek, ayetler bizim yıldızlarımız olur ki, onların da arasında sonsuz sayıda doğru, ilgi, bağıntı kurulabilir. Çünkü boyut sayısı üçe çıkmıştır ve bu düzeyde mana, yani müellifin ifadesiyle nazm-ı maanî, bize ayetlerin yorum sırasında daha rahat olabilme imkânı sağlar. Örneğin; İhtiyarlar Risalesi'nde izah edilen ayetlere baktığımızda; Meryem Sûresi, 19:1-4; Bakara Sûresi, 2:117; Yâsin Sûresi, 36:82; Âl-i İmrân Sûresi, 3:185; Müzzemmil Sûresi, 73:17; Âl-i İmrân Sûresi, 3:173; İsrâ Sûresi, 17:23-24; ila ahir... gibi bir dizilimle metnin içinde birbiri peşi sıra geldiklerini görürüz. Görüldüğü gibi bir sure veya bir ayet öbeği, belirgin bir sırayla işlenmez İhtiyarlar Risalesi’nde. Zahirde karmaşık gibi görünen bir nazm-ı maanî içinde olur bütün anlatım. Bu adeta, Kur'an semasındaki yıldızlar arasında, fikir hızında yapılan yolculuklardır ve mana itibariyle bunlar arasında kurulan bağıntılardır.
Sanıyorum; Bediüzzaman'ın eserlerinin klasik tefsir usulü bağlıları tarafından eleştirilmesinin bir nedeni de budur. Yani ayet dizilimindeki ve izahındaki hür yapısıdır. Ben, hassaten İhtiyarlar Risalesi'ni okurken konu itibariyle zikri geçen ayetlerin nasıl kanaviçe gibi bir eseri dokuduğuna şahit oldum. Her hakperest okur da, bu hale şahit olur, hak verir... Burada zahiren geçen ayetlerin yanısıra, mana itibariyle ayetten mülhem olunan cümleler de yer almaktadır ki, onları tespit etmek de ayrı bir hüner işidir. Bazı külliyat çalışmaları, Allah hepsinden razı olsun, böyle bir inceliği de gözetmişlerdir. Mesela ben, Söz Basım'dan okuduğum külliyatta, kısmen bunlara da dipnotlar konmuş, işaretler yapılmış olduğuna şahit oldum, maaşallah dedim. Emeği geçenlerden Allah razı olsun. İşte bu tarz sıradışı bakışlardır ki, bize Kur’an’ın daha önceki asırlarda açılmamış kapılarını açacak, görülmemiş güzellikleri gösterecektir. Zira Bediüzzaman’ın da dediği gibi; “Zaman ihtiyarlar, ama Kur’an gençleşir.”