İbrahim Mert'in haberi:
RİSALEHABER-Medyada Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Medresetüz-Zehra projesinden söz edilirken en çok tekrarlanan yanlışlık dil sıralaması ve isimlendirilmesinde görülüyor.
Bediüzzaman, İslam aleminin düşmanlarının cehalet, zaruret (fakirlik) ve ihtilaf olduğuna dikkat çeker. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihad edileceğini belirten Bediüzzaman Hazretleri Medresetüz-Zehra modeli çerçevesinde yerel dillerin de dikkate alınmasını ister.
Doğuda üniversite kurulması için teklif veren, bunun için mücadele eden Bediüzzaman Hazretleri, eğitim dili olarak "lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım" üçlüsünü zikreder. Bu cümle medyada çoğu zaman "Arapça farz, Türkçe vacip, Kürtçe caiz" şeklinde kullanılır. Burada hem sıralama hem de isimlendirme hatalı olarak anlatılır.
Konunun detayları Münazarat adlı eserinde geçerken ilgili bölüm şöyledir:
Sual: Maksadını müphem bırakma, ne istersin?
Cevap: Câmiü’l-Ezher’in kızkardeşi olan, “Medresetü’z-Zehrâ” namıyla dârülfünunu mutazammın pek âli bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbakır’da tesisini isteriz. Emin olunuz, biz Kürtler başkalara benzemiyoruz. Yakînen biliyoruz ki, içtimaî hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş’et eder.
Sual: Nasıl? Ne gibi? Niçin?
Cevap: Ona bazı şerait ve varidat ve semerat vardır.
Sual: Şeraiti nedir?
Cevap: Sekizdir.
Birincisi: Medrese-nâm melûf ve menus ve cazibedar ve şevk-engiz itibarı olduğu halde büyük bir hakikati tazammun ettiğinden, rağabatı uyandıran o mübarek medrese ismiyle tesmiye.
İkincisi: Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak.
Sual: Şu mezcde ne hikmet var ki, o kadar taraftarsın, daima söylüyorsun?
Cevap: Dört kıyas-ı fâsit HAŞİYE ile hâsıl olan safsatanın zulmünden muhakeme i zihniyeyi halâs etmek, meleke-i feylesofanenin taklid-i tufeylâneye ettiği mugalâtayı izâle etmek...
Sual: Ne gibi?
Cevap: Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.
Üçüncü şart: Zülcenaheyn ve Kürtlerin ve Türklerin mûtemedi olan Ekrad ulemasını veya istinâs etmek için lisân-ı mahallîye aşina olanları müderris olarak intihap etmektir.
Dördüncüsü: Ekradın istidatları ile istişare etmek, onların sabavet ve besatetlerini nazara almaktır. Zira çok libas var; bir kamete güzel, başkasına çirkin gelir. Çocukların talimi, ya cebirle, ya hevesatlarını okşamakla olur.
Beşinci şart: Taksimü’l-a’mâl kaidesini bitamamihâ tatbik etmek—tâ şubeler birbirine medhal ve mahreç olmakla beraber, her bir şubeden mütehassıs çıkabilsin.
Altıncı şart: Bir mahreç bulmak ve müdavimlerin tefeyyüzünü temin etmek; hem de mekâtib-i âliye-i resmiyeye müsavi tutmak ve imtihanları, onların imtihanları gibi müntiç kılmak, akîm bırakmamaktır.
Yedinci şart: Dâru’l-muallimîni muvakkaten şu dârülfünun dairesinde merkez kılmak, mezc etmektir. Ta ki, intizam ve tefeyyüz ondan buna geçsin ve fazilet ve diyanet, bundan ona geçsin; tebâdül ile her biri ötekine bir kanat verip zülcenaheyn olsun.
Sekizinci şart: Kürdistan’da âdet-i müstemirre olan talim-i infiradiyi halka ve daireye tebdil etmek.