Bediüzzaman’ın Urfa Mevlidi

Himmet UÇ

Mevlid Balıklıgöl ve civarındaki tarihi yarımadada icra edildi. Türkiye’nin her yerinden gelmiş Bediüzzaman ve Risale-i Nur hayranları güzel bir gece yaşadılar.

Urfa mevlidi Üstad’ın vefat ettiği tarihten itibaren yapılagelen bir mevlit geleneği. Hiçbir zaman, zor şartlarda bile yapılmasına ara verilmemiş ve mevlid icra edilmiştir. Bu hesaba göre tam elli yılı aşkın bir süredir bu mevlid devam etmektedir. Gerek nur talebeleri, gerek Urfa halkı, gerek bölge halkı sabitleşmiş bu ananenin devamı için gayret göstermekte. Bediüzzaman’ın vefat tarihine denk gelen bu günde, özellikle Kadir gecesine de denk gelme ihtimali olan bu günlerde Üstad’larına olan şükran hislerini yerine getirmekte ve ülkenin birçok yerinden buraya koşup gelmekte ve mevlide katılmakta. Bediüzzaman’ın fikirlerini birlikte teati etmekte ve aralarındaki sevgi ve dostluk bağlarını güçlendirmekte ve Rahmet-i ilahiyeye, merhamet-i Rabbaniyeye istihkak kesbetmektedirler.

MEVLİTLER DE ZAFERİN ÜLKE VE DÜNYA ÇAPINDAKİ İLANATIDIR

Urfa demek hüzün demek. Hüzün Urfa’nın her şeyine sinmiş hava gibi, su gibi. Camiilerdeki salavatlarda, Kur’an okumalarda, zikir meclislerindeki aşkı rabbani ile kendinden geçmelerde, kametlerde… Her yerde bu hüznü görmek mümkün. Herhalde bu şehir tarih boyunca büyük hüzünlere mahal olmuş. Bir peygamber öldürülmek için mancınıkla ateşe atılmaya kalkılınca ehli tevhid tağutların hıncına  elinde mendili ile ağlamış ve tağutları gazab-ı ilahiye havale etmek için dua etmiştir. Bediüzzaman buraya gelmiş ölmek için. Altı üstünden daha zengin olan bu peygamberler şehrine gelmiş. Dergah’ta defnedilmiş. Yıllarca gelmek istediği şehre ölmek için gelmiş. Çünkü onun tevhid mücadelesinin piri olan Hz. İbrahim (as), ki bütün hayatı putlara karşı onların uluhiyete ortak olmak gibi bir densizliği irtikap etmelerine karşı mücadele etmiş. Bediüzzaman da felaket ve helaket asrında onun tevhid davasını tarihte görülmemiş bir boyut ve mecrada icra etmiş ve tevhid bayrağını bu ülkeye ve dünyaya asmıştır. Bu onun tarihte benzeri olmayan zaferinin görüntüsüdür. Bu mevlitler de o zaferin ülke ve dünya çapındaki ilanatıdır.

Salavat-ı Şerifeler ile mevlit başladı. Girişi yapan Mütfü yardımcısı Mustafa Erdem, Hz. İbrahim beldesi olan Urfa’daki macerasından, Bediüzzaman’ın Urfa’ya verdiği önemden ve Urfa’nın bölgenin merkezi olduğu üzerinde vurgu yaptı. Urfa’da Medresetüz Zehra modeli bir üniversite ortaya çıkmasının bölge halkının en büyük düşmanı olan tembellik, cehalet ve adavet gibi zararlı hisleri yeneceğini, adavete adavet ederek ilerleyeceğin belirtti. “Yoksa adavete muhabbet edersek gelişmemiz  kesinlikle mümkün değildir. Cemahir-i müttefika-ı islamiyenin gelişmesini ve vücut bulmasını bu mevlitler sağlayacaktır. Bu mevlidin daha güzel buluşmalara neden olmasını temenni ediyor ve kadir gecesini ve gelecek bayramı şimdiden kutluyoruz” diyerek açılışı bitirdi.

Hamim suresi okunarak başlandı. “Ha mim bu kitabın indirilmesi o üstün kudret tam hükmün sahibi olan aziz ve hakim Allah tarafındandır. Şüphesiz göklerde ve yerde müminler için Allah’ın kudret ve hikmetine çok deliller vardır. Şu insanları yaratılışında ve Allah’ın dünyanın her tarafında yaydığı canlılarda, kesin bilgiye ulaşıp gerçekleri tasdik edecek kimseler için deliller vardır. Gece ve gündüzün peş peşe gelip müddetlerinin uzayıp kısalmasında, Allah’ın gökten bir rızık yani yağmur indirip  onunla  ölümünden sonra yeryüzünü diriltilmesinde, rüzgarları evirip çevirmesinde akıllarını kullanıp düşünecek kimseler için Allah’ın kudretine ve hikmetine dair birçok deliller vardır.”
Rüzgarlar  gah sıcak, gah soğuk, gah hızlı, gah durgun bazen kuru bazen nemli olur, bazen yağmur getirirken bazen bulut götürürler. Bunlar elbette tesadüfi olmayan hikmet sahibi Allah’ın kanununa bağlıdır. Elbette mevsimlerin değişmesi, yeryüzünde yağmur dağılımı, su deveranı, güneşin, arzın rüzgarların, suyun, bitkilerin, hayvanların yönetiminin birbirinden bağımsız düşünülmesinin imkansız olduğunu ortaya koymaktadır.

Kasideler, salavatlar, ilahilerle tek tek ve gurup ve koro halinde, mevlit müziği icra edildi. İlahiler, salavatlar, kasideler o kadar hüzünlü ki hüznün ezip büzdüğü metinler anlaşılmakta oldukça gayret istiyor,

Allahümmesalli vesellim ve ala alihihi adede hasenatı ümmetihi…
Subhaneke la ilmelena illa maallemtena innekeentel alimül hakim…
Mevlitte Nabi’nin -ki Urfalıdır- meşhur peygamber sevgisini anlatan şiiri okundu.
Dönemin meşhur şairlerinden Peygamber aşığı Nâbî, devlet erkânıyla beraber hac yolculuğuna çıkar.
Medine'ye yaklaştıklarında ayaklarını kıbleye doğru uzatmış birini gören Nâbî çok üzülür. Bir şiir yazar ve bakın sonrasında nasıl bir sürprizle karşılaşır?

YAZDIĞI ŞİİR MİNARELERDEN OKUNUYORDU

Osmanlı divan şairlerimizden Nâbî 17. asırda yaşar. Peygamberler şehri Urfa'nın manevi ikliminde iyi bir eğitim alan Nâbî, çocukluk ve ilk gençlik yıllarından sonra İstanbul'a göçer. Tasavvuf terbiyesi de görmüş olan Nâbî, padişah IV. Mehmed döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkânıyla birlikte yola çıkar.

Kafile, Medine-i Münevvere'ye yaklaşmıştır. Vakit gecedir. Peygamber Efendimize (s.a.s.) bir an önce kavuşma özlemiyle Nâbî'nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir insan hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış uyumaktadır.

Peygamber beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâlini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla aşağıda okuyacağınız kasideyi bir anda irticalen söyleyiverir. Kafile, şafak vakti Medine-i Münevvere'ye girmektedir.

Bu sırada Mescid-i Nebevi'nin minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar. Nâbî dikkat eder; okunan kendi şiiridir.

ÜMMETİMDEN Mİ DEDİ?

Hemen minarenin kapısına koşar. Müezzine, "Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin" der. Müezzin şöyle cevap verir: "Bu gece rüyamda Efendimizi (s.a.s.) gördüm, bana dedi ki: "Ya müezzin kalk, yatma. Benim ümmetimden bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir. İşte bu cümlelerle minareden onu karşıla" dedi. Ben de hemen kalktım. Abdest aldım. Peygamberimizin iltifatına mazhar olan âşık acaba kimdir diye düşünerek minareye koştum. Öğretildiği gibi okudum."
Bunun üzerine Nâbî, "Ümmetimden mi dedi" deyip hıçkırıklara tutulur ve sevincinden oracığa bayılıp düşer.

İŞTE NÂBÎ'NİN YAZDIĞI ŞİİR

Peygamber aşığı Nâbî'nin yazdığı o muhteşem şiir şöyle:

Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hudâ'dır bu!
Nazargâh-i ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ'dır bu.
Habîb-i Kibriyânın hâb-gâhıdır fazîletde,
Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu."
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i âdem zâil,
Â'mâdan açdı mevcûdât dü çeşmin; tûtiyâdır bu.
Felekde mâh-ı nev Bâb'üs-Selâmın sîne-çâkidir,
Bunun kandîli cevzâ Matla-ı nûr-i ziyâdır bu.
Mürâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Matâf-ı kudsiyâdır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu.

Şimdi de bu satırları günümüz Türkçesiyle ifade etmeye çalışalım:

"Edebi terk etmekten sakın! Zira burası Allahu Teâlâ'nın Sevgilisi'nin bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak Teâlâ'nın nazar evi, Resûl-i Ekrem'in makamıdır. Burası Cenab-ı Hakk'ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir, fazilet yönünden düşünülürse Allahu Teâlâ'nın arşının en üstündedir. Bu mübarek yerin mukaddes toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Yaratılmışlar, iki gözünü körlükten açtı. Gökyüzündeki yeni ay, O'nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Gökyüzündeki oğlak yıldızı bile O'nun nûrundan doğmaktadır. Ey Nâbî! Bu dergâha edebin şartlarına riayet ederek gir. Zira burası, büyük meleklerin etrafında pervâne olduğu yer olup, bu kapının eşiğini, peygamberler bile edep ve hürmet dairesinde eğilip öperler
Unutmayalım ki edep, insanın bedenindeki ruhtur, insanla hayvanı birbirinden ayıran en önemli vasıftır. Allah ve Resulü'ne yükselen merdivenin basamakları ise ancak edeple çıkılabilir. Unutmayalım ki edep, insanın bedenindeki ruhtur, insanla hayvanı birbirinden ayıran en önemli vasıftır. Allah ve Resulü'ne yükselen merdivenin basamakları ise ancak edeple çıkılabilir.

Günümüz şairlerinden birine ait bu şiiri gazel gibi okudu bir mevlithan:

Beytullah'ta Ben
Bir sancak altında kaç milyon insan,
Ne tenleri benzer, ne dilde lisan...Olmuşlar..
Tek yürek, tek beden de can;
İnsanlığı gördüm... Beytullah'ta ben...

Yedi bağın gülü, aynı destede,
Yetmiş iki millet, aynı listede,
Kaç milyon ''Âmin'' der, aynı bestede;
Tevhîd'le haşroldum... Beytullah'ta ben...

Sînelerde alev, ne kül ne duman,
Dillerde bir soru: ''Vuslat ne zaman? ''
Cehennem söndürür, böylesi îman...
Aşk ne imiş gördüm... Beytullah'ta ben...

Okyanuslar aşmış, gelmiş nicesi,
Aç, susuz, uykusuz, gündüz gecesi...
Her nefes, dilinde Kur'ân hecesi;
Sevdâlılar gördüm... Beytullah'ta ben...

Rabb'in o davetli misafirleri;
Doldurmuş, Mekke'de her karış yeri.
Dillerinde dinmez, ''LEBBEYK'' sesleri,
Arş'a yollar gördüm... Beytullah'ta ben...

Bir damla misâli, kapılmış sele;
Zengin, fakir, paşa, nefer elele...
Yan yana secd'eder, sultanla köle;
Mahşerle tanıştım... Beytullah'ta ben...

Kimi görmez gözü, elinde âsâ;
Lâkin, kalp gözünü açmış devâsa...
Yüzünde tebessüm, ne gam, ne tasa,
Döner durur gördüm... Beytullah'ta ben...

Kimi, ayağında yarım çarığı;
Kaç yerinden kanar, topuk yarığı...
Meğerse; kefenmiş başta sarığı,
Ne âşıklar gördüm... Beytullah'ta ben...

Baktım... Sofrasında, nice melekler;
Bir tas zemzem suyu, kuru ekmekler,
Gözleri Kâbe'de iftarı bekler,
Tokluğuma yandım... Beytullah'ta ben...

Bir zerre gözü yok, dünya aşında,
Âhir rızkın arar, harman başında,
Rabb'in nazarını, Kâbe taşında;
Gören gözler gördüm... Beytullah'ta ben...

Kimi bahardadır, görmemiş yazı,
Kiminin geçiyor, Mevlâ'ya nazı;
Kılınır Kâbe'de vedâ namazı,
İmrendim.. El açtım, Beytullah'ta ben...

Kiminde kalmamış, derman bacakta;
İki büklüm yürür, gitmez kucakta...
Erimiş.. Kaybolmuş.. Cenâb-ı Hakk'ta
Pervaneler gördüm.. Beytullah'ta ben...

O kambur sırtında, eski torbası,
Torbasında sanki, Cennet urbası..
Hele bir, kıyamda var ki durması;
Göz göz oldum, doldum... Beytullah'ta ben...

Bin rütbeyi, bir secdede atlayan,
Bir secdeyi, yüz binlere katlayan,
Bu kârını meleklerle kutlayan,
Ne tâcirler gördüm... Beytullah'ta ben...

Hacerü'l-Esved'de adın yazdıran,
Îman pençesinde, nefsi ezdiren,
Yücelen ruhuna, Arş'ı gezdiren,
Ne veliler gördüm... Beytullah'ta ben...

Unutmuş... Dünyanın vefâ derdini,
Yıkmış... Kalbindeki, riyâ bendini,
Öyle teslim etmiş, Hakk'a kendini;
Canda Cânân gördüm... Beytullah'ta ben...

Bir sevdâ seli var, Safâ Merve'de;
Damlalar köpürmüş, vecde girmede.
Nice peygamberler, nice zirvede;
Durup bakar gördüm... Beytullah'ta ben...

İbrahim Makâmı, sultan sofrası;
Sunulur herkese, bir kevser tası...
Bir cennet şöleni, perde arkası,
Ne sahneler gördüm... Beytullah'ta ben...

Melekler almışlar, şölenden payı;
Sarmışlar, Kâbe'de bütün semayı.
Kalem anlatamaz, bu içtimayı,
Âciz bir kul oldum... Beytullah'ta ben...

Kaç yerinden açılmış, gökte kapılar;
Ardında saraylar, zümrüt yapılar,
Vâdeleri sonsuz, nice tapular;
Elden ele gördüm... Beytullah'ta ben...

Durdum da, tavâfı seyrettim hayran;
Gördüm: Bir kâinat misâli devran...
Hangisi melektir, hangisi insan?
Şaşırdım çok zaman... Beytullah'ta ben...

Bir sağnak misâli selâm yağmuru,
Gönüller yıkanmış, kalpler dupduru.
İhlâs ateşinde, nice hamuru;
Pişiyorken gördüm... Beytullah'ta ben...

Yaş desem... Yaş değil, gözlerden akan,
Bir sel ki, günahlar bendini yıkan...
Kâbe göklerinden, semaya çıkan;
Merdivenler gördüm... Beytullah'ta ben...

Dağlar, taşlar, secde gelmiş kavrulur,
Kum tanesi, ''Allah'' diye savrulur...
Göz nereye baksa, Rahman'ı bulur,
Ne zikirler duydum... Beytullah'ta ben...

Ter döktüm.. Susadım, nefsimden yana,
Başkası bir lezzet vermedi bana;
Dediler: ''Bu zemzem, şifadır cana''
İçtim kana kana... Beytullah'ta ben...

Mescid-i Haram'da dokuz minâre;
Diyor ki: ''Bendedir, gaflete çâre''
Bir günde beş kere, yürek bin pâre;
Ezanlar dinledim... Beytullah'ta ben...

Bir mânâ sarayı, Mescid-i Haram;
O ne ince nakış, o ne ihtişam...
Her kalbe, Muhammed Aleyhisselâm;
Bin taht kurmuş gördüm... Beytullah'ta ben...

Vah ki bana! Bunca yıldır gülmezdim,
Gözlerimden böyle yaşlar silmezdim.
Vah ki bana! Huşû nedir bilmezdim;
Tattım o lezzeti... Beytullah'ta ben...

Yıllar geçti, aramakla özümü;
Dünya malı kör etmişti gözümü,
Unutmuştum, ''Kâlû Belâ'' sözümü;
Gör ki hatırladım... Beytullah'ta ben...

Çekildi kanımdan, şeytân-ı kebir,
Çekildi kanımdan, zorbalık cebir,
Ne bir hased kaldı, ne gurur kibir;
Yerle yeksan oldum... Beytullah'ta ben...

Bir zaman derdim ki: ''Yâ Rabbî neden,
Bir daha istiyor, bir kere giden? ''
Meğer bilemezmiş, insan gitmeden;
Aldım cevabımı... Beytullah'ta ben...

Gördüm ki; bu dünya bir oyalanma,
Halime bakıp da, mutluyum sanma.
Bedenim Kâbe'den uzakta amma;
Gönlümü bıraktım... Beytullah'ta ben...
 
Mevlitler’de Rafet ve Mustafa Mevlitleri okunuyormuş Urfa’da. Kitapçılardan bir Mustafa Mevlid’i buldum, Osmanlıca. Harika bir aşığın peygamber sevgisini dile getiriyor. Eserde Hikaye-i Mevlid, Kaside-i Mevlid, Kaside-i Tevhid, İlahi-i İbrahim Hakkı, Mevlid-i Şerif, Kaside-i Arabi, Mirac-ı Nebevi Aliye-i Aleyhisselam, Vefat-ı Nebevi Aleyhisselam, Vefat-ı Fatımatüzzehra Aleyhisselam, Hikaye-i Geyik, Hikaye-i Güvercin, Hikaye-i İbrahim Aleyhisselam, Hikaye-i Kesik Baş, Hikaye-i İstila-i Yehud, Hikaye-i Deve, Nat-ı Şerif, İlahi, duayı mevlid-i şerif. Eser 1311 senesinde Matbaa-i Osmaniye’de basılmış. Türkçe’ye çevrilmiş örneği yok. Bu mevlidin çevirilmesi Urfa’lıların borcudur.

Mevlidin başında şöyle diyor.
“Ey hüdadan lutf-ı ihsan isteyen, Mevlid-i pak-i Resullulaha gel
Cennet içre huri gılman istersen Mevlid-i pak-i Resulullaha gel
Bulmak istersen cihanda aman
Mevlid-i pak-i Resullulaha gel
Vennet-i alada istersen makam
Mevlid-i pak-i Resulullaha gel
Bu bahsin sonunda bir yunus ilahisi var.
Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu
Çıkmış İslam bülbülleri öter Allah deyu deyu
Aydan arıdır yüzleri şekerden tatlı sözleri
Cennette huri kızları gezer Allah deyu deyu
Salunup tuba talları kuran okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri kokar Allah deyu deyu
Mevlid böyle devam edip gidiyor, çok hüzünlü ve aşıkane kaleme alınmış.
Tevhid kasidesinden bir mısra
Ehlullahın yolları  tevhid olur dilleri

Hafız Ali Mülayım aşr-ı şerif okudu. Ali İmran suresi 102 ve 104. ayetleri: “Ey iman edenler  Allah’a karşı gelmekten  nasıl sakınmak gerekirse öyle sakının,ona layık olduğu tazimi gösterin , ancak ona teslim olan Müslüman olarak can verir.Hepiniz toptan Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın,Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın , hani  siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lutfu ile kardeş oluvermiştiniz. Allah size ayetlerini  böylece açıklıyor.Ta ki doğru yola eresiniz, ey müminler içinizden hayra  çağıran iyilikleri yayıp kötülükleri önleyen bir topluluk bulunsun, işte selamet ve felahı bulanlar bunlar olacaktır.”
 
Mevlid adeta bir ilahi ve salavat ve Ayat-ı Kuraniye resmi geçidi idi. Nice mevlitlere…

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.