Üslub bahisleri edebiyatın en zor ve çok az insanın konuşabileceği bir alan. Kur’an‘ın mucizeliğini ve belagatını anlamak binde bir kimseye has bir durumdur, bu da bir üslub meselesidir. “Fesdaa bima tumer“ ayetini duyunca secdeye kapanan Arap, Müslüman olmadığı halde ondaki üslub harikalığına, söyleyiş kudretine secde ettiğini söyler.
23. Sözün insan hakkındaki mütalaaları psikologların, sosyologların, antropologların, felsefecilerin zihninin varamayacağı bir boyuttadır. Neden? Çünkü bilgi ile vahyin ışığı bir araya gelmeyince söylenecek çok şey yok. Necip Fazıl, “Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar/Yafta yazar isim takar başıboş” der.
23. Sözün ikinci mebhasında bir cümle var: “İnsan kainatın ekser envaına muhtaç ve alakadardır. İhtiyacatı alemin her tarafına dağılmış, arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister.”
Hayalinin zenginliğine ve çağrışımlarının gücüne bak, önündeki bir çiçekten birden koca bir bahara zihnen fikren ve tedai ile gitmek. İstemek fiilinin etrafında bir kıyamet koparmak. Çiçeği istemek, baharı istemek, günlük hayatın maddi lezaizine hasredilmiş bir istek fiili nerede, çiçeği ve baharı istemek nerede…
“Bir bahçeyi arzu ettiği gibi ebedi cenneti de arzu eder.”
Sıra arzu fiiline geldi, bir bahçeyi arzu eder insan ama oradan Bediüzzaman zaman ötesine uçar gider. Bahçe nerede, cennet nerede, ikisi arasındaki mesafeyi aşıp bir anda onları bir araya getiren bir hayal zenginliği, çağrışım gücü. Kur’an‘a bakıyorum o kadar zengin bir sanat eseri ki hacı hocanın elinde bunlar nasıl ortaya çıksın? Sadece tablolar, resim sanatına büyük ilham verecek tablolar. Cümleye bak, “cehennemlikler cehennem önünde diz çökerler.” Ne tablo değil mi? Bunlar cemaatin, halkın hafızasında yok. Bir bayram günü Musa (as) sihirbazlarla sınava girecektir. “Musa karşılaşma zamanı bayram günü olsun halk sabahleyin toplansın” dedi. Tabloya bak karşılaşma bayram günü toplanan halk, bir tarafta Hz. Musa ötede Firavun, milleti, Hz. Musa ve Asası…
Sihirbazların ipleri yılana, canavara dönüşünce “Musa birden içine bir endişe duydu. Endişe etme dedik zira sen galip geleceksin.” Kulnalatehef inneke entel ala. “Elindeki değneği ortaya at, onların yaptıklarını yutacaktır.” Yaptıklarını yutunca Musa’nın asası, sahneye bak dramaturg Allah olursa... “Derken bütün büyücüler secdeye kapandılar. Harun ile Musa’nın Rabbine iman ettik dediler.” “Kalu amenna Rabina Harun’a ve Musa…“ Ne sahneler değil mi? Yedinci asırda bu belağat ve zenginlik, anlatım kudreti, Türkçesi bile harika. Zavallı cemaat, hutbedeki bir-iki ayete hasredilen din.
“Bir dostunu görmeye muhtaç olduğu gibi Cemil-i Zülcelal‘i de görmeye muhtaçtır.”
Sıra muhtaç fiilinde, dostluğu görmeye muhtaç olmaktan, celal sahibi bir güzeli görmeye muhtaç olmak istemek. Muhtaç kelimesi, bu harika kullanımdan Bediüzzaman’a teşekkür etsin. Ekonomik bir kelime muhtaç olmak, ama Allah’ı görmeye muhtaç olmak, dostunu görmek gibi bir estetik ihtiyaçtan güzeller güzelini görmeye muhtaç olmaya geçiş, nasıl bir tedai harikası.
Bediüzzaman’ın hayalleri Tanzimattan günümüze Abdülhak Hamid müstesna kimsede yok. Hamid’in şu mısraı da kendi gibi büyük: “Ne alemdir bu alem aklı fikri bir karar eyler, hep mucizat-ı kudret piş-i çeşmimden güzer eyler.”
Büyük yazar hayali çağrışımı, ifadesi, tefekkürü, taakkulu ve daha çok şey zengin olan insandır. Bediüzzaman ancak Shakespeare ile yorumlanabilir. İnanmayan İngiliz şairinin sonelerini okusun karşılaştırsın. Görsün iki adamın hayallerini.
“Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi, berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyaret etmek… “
Geldik ziyaret kelimesine. Bu cümlede ziyaret etmek kelimesi ile birlikte kapı, açmak ve kapamak kelimesi sanatlı kullanılmış. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi, oradan birden nereye gidiyor, firak-ı ebediden kurtulmak için koca dünyanın kapısını kapayacak, bu imajı birden bire nasıl taşıdı. Bir evin kapısını açmaktan, ahiretin kapısını açmaya gitmek. Kapı açmak ve kapamak ne kadar asil bir maksat için, ne kadar yerinde kullanılmış.
Hayalin ve çağrışımın olmadık genişliği. Ya ifade? O da başka bir esrar. Dünyanın kapısını kapayacak ve bir sıfat tamlaması kullanmış ahiretin özelliği mahşer–i acaib. Çünkü ahiretin geometrisi dünyanın gibi değil, burada herşey bizim gözümüze ve elimize ve uzviyatımıza göre birden ahirete gidince göreceğiz. Nasıl görmediğimiz şeyler mahşer-i acaip. Görünce anlarız mahşeri acaibi, sonra o mahşer-i acaip olan ahiretin kapısını açacak. Bir evin kapısını açmak kapamaktan ahiretin kapısını açmaya gitmek, süfli kelimelerden ulvi kelimelere geçiş seromonisi.
İşte Bediüzzaman. O kelimeleri hayalinde yıkar ve onlarla yeni şeyler yapar. Bulaşıkları yıkamak gibi kirlenmiş kelimeler Bediüzzaman’la hayat bulur, ulviyatın tuğlaları olurlar.
“ve firak-ı ebediden kurtulmak için koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaip olan ahiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp ahireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadir-i Mutlak’ın dergahına ilticaya muhtaçtır.”
Sıra son cümlede dünyayı kaldırmak, ahireti yerine kuracak ve koyacak, şu kelime grubuna bak, dünyayı kaldırmak. Nereden aklımıza gelsin böyle bir kaldırmakla kurulmuş fiil, sonra yerine ahireti kuracak. Ahireti kurmak nasıl bir hayal? Haydi hayal edelim -dolabı kurmak sonra yerine koymak- kurduktan sonra yerine koyacak ahireti, bu hayal zenginliğinin yanında bizim hayallerimiz dünyevi taleplerimizin hayalleri.
“İşte şu vaziyette bir insana hakiki mabud olacak yalnız herşeyin dizgini elinde herşeyin hazinesi yanında her şeyin yanında nazır, her mekanda hazır, mekandan münezzeh, acizden Müberra, kusurdan mukaddes, nakıstan mualla bir kadir-i Zülcelal bir Rahim-i Zülcemal, bir Hakim-i Zülkemal olabilir.”
Yukarıdaki eylemleri kim yapabilir? Üstümüzdeki cümleler ile büyüklüğü, gücü ve kudreti ortaya konmuş olan Allah. Celal sahibi bir kudretli, cemal sahibi bir merhametli, kemal sahibi bir hakim.
Belki bir şeyler anlatabildim, onun söyleyiş zenginliğine fakirliğime hamledin.