Bediüzzaman’ın ve Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır.

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır.

Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert ziridir.

Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar yürüyerek ya da koşarak ulaştığın bütün yerler senindir fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Seni başladığın yerde görmek istiyorum. Yoksa bütün hakkını kaybedersin” der.

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir arazi dikkatini çeker orayı da almak için koşmaya başlar.

Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Vakit epey geçmiş. Daha hızlı koşar, koşar, ama artık kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur.

Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der:

“Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

***

Amerikalı psikolog Abraham Maslow, 1943 yılında şöyle bir teori ileri sürdü:

İnsanlar belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamakla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme arayışına girmektedir. Bu, bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini söz konusu etmektedir.

Maslow'un tanımladığı kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluşturuyor. Her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık geliyor.

Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.

İhtiyaçların giderilme şekli, süresi ve hiyerarşide gelinen nokta, kişiliklerimizi dahi belirliyor.

Maslow, insan ihtiyaçlarını, aşağıdaki şekilde de görüldüğü gibi, 5 kategoriye ayırmaktadır:

Maslow'a göre, birey için o an baskın olan ihtiyaçları hangi kategoriye ait ise, diğer deyişle günlük etkinlikleri ağırlıklı olarak hangi ihtiyaçları doyurmaya yöneliyorsa, kişilik gelişmişlik düzeyi de onun seçiminden bağımsız olarak bu ihtiyaç kategorisine karşılık gelen düzeyde bulunacaktır.

Belirli bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin ihtiyaçlarını algılayamaz, çünkü böyle ihtiyaçları yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan bir insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir ihtiyacı olmayacaktır.

Belirli bir kategorideki ihtiyaçların karşılanması durumunda kişi, bir üst kategorideki ihtiyaçları karşılamaya yönelecektir. Maslow’a göre, bu durum kişilik gelişme düzeyini de bir üst düzeye sürükleyecektir.

Maslow'a göre psikologların yapması gereken, bireyin “kendini gerçekleştirme” aşamasına gelmesinin, yani kategorileri hiyerarşik bir şekilde aşarak en üst hedefe ulaşmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmasına yardım etmektir.

Yoruma Yazabilirsiniz: Siz bir psikolog olsaydınız bu engellerin neler olduğunu belirlerdiniz? Nasıl kaldırabilirdiniz?

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi işte bu!

Aslında, Maslow’un bu beş kategoride topladığı ihtiyaçlarımızdan benim anladığım sonuç, insan türünün ne kadar fakir ve muhtaç olduğu halde, ihtiyaçlarını karşılamada ne kadar aciz kaldığıdır.

Psikanaliz ve davranışçılık okulları gibi düşünce okulları, sorunlu davranışlara odaklanma eğilimindeyken, Maslow, insanları neyin mutlu ettiğini ve hedefe ulaşmak için neler yaptıklarını öğrenmekle daha fazla ilgilendi.

Bir hümanist olarak Maslow, insanların kendilerini gerçekleştirme, yani olmaları gereken her şey için doğuştan gelen bir arzu olduğuna inanıyordu. Bununla birlikte, bu nihai hedeflere ulaşmak için beslenme, güvenlik, sevgi ve özgüvene duyulan ihtiyaç gibi bir takım daha temel ihtiyaçların karşılanması gerekirdi.

Maslow, bir psikolog olarak, her şeyi maddede arayan pozitif psikolojiye karşıt bir görüş geliştirmiştir. Ancak, yine de kapitalist dünyanın insancıl yönünü ortaya tam olarak çıkaramamıştır.

İhtiyaçları, dolayısıyla mutluluğu, sadece “fiziksel boyutta” ele alan bir yaklaşım Maslow’unki.

Maslow elbette bir hakikate dayanıyor, bir dane-i hakikatten hareket ediyor; ama göze çarpan tüm aşamaların ilki olan fizyolojik ihtiyaçlar engelinin aşılmasını öngörüyor. 

Buna göre temel ihtiyaçlarını yerine getirememiş bir insanın saygın olması beklenemez. Yani, “fakir” bir insan saygın olmayı beklemesin!

“Kendini gerçekleştirme” gibi en üstte yer alan kategoriye ulaşmak ise bir hayal.

Bu, tamamen kişinin hayata bakış açısına bağlıdır. 

Kapitalist insan modelinin hayatı bir mücadele gören zihniyetinin sonucu olarak bireylerin Maslow’un ihtiyaçlar sıralamasına göre hareket etmeleri gayet normaldir.

Onlara göre, insanın varoluş himmeti ve gayesi nefsinin, midesinin ve şehevi duygularının heves, istek ve arzularını tatmin etmekten öte bir şey değil. (Onikinci Söz)

Hatta bu hiyerarşiyi aşmak için atılacak adım kişisel çıkarlarını yaşadığı toplumun yararına olan işlerde arayıp durumu lehine çevirmektir.

Buna “hodgamlık” denir; yani “bencil”, kendinden başkasını düşünmeyen bir anlayış.

İktisad tarihi bu anlayışın yaşattığı çeşitli felaketlerle ve kötü örneklerle doludur.

Bediüzzaman’ın İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Bediüzzaman hazretleri, ihtiyaçları farklı kategorilerde ele almıştır.

Bunlardan biri, onun deyimiyle “Cismani ihtiyaçlardır”.

Bu kategorideki açıklamaları Maslow’un fizyolojik ihtiyaçlarına denk gelse de bu ihtiyaçların “zamanlaması-vakti” o ihtiyacın şiddeti hakkında bilgi verir. Şöyle der:

“Cismanî ihtiyaçlar vakitlerin ihtilâflarıyla tebeddül eder, noksan ve fazlalaşır.”

“Meselâ, havaya olan ihtiyaç her anda var.”

“Suya olan ihtiyaç, midenin harareti zamanlarında olur.”

“Gıdaya olan hâcet, her günde olur.”

“Ziyaya olan ihtiyaç, alelekser haftada bir defa lâzımdır. Ve hâkezâ...”

Maslow’da olmayan bir başka ihtiyaç konusu ise “maneviyattır.” Belki Maslow, “kendini gerçekleştirme” kategorisinde bunu düşünmüş olabilir.

Her ne kadar Maslow’un “Kendini gerçekleştirme” ihtiyacı ucundan ilişkili olsa da Bediüzzaman’ın sözünü ettiği manevi ihtiyaçlar, aşağıda da sözünü edeceğimiz gibi ruh dünyamıza hitap eden ve “tekrarlanan” ihtiyaçlardır. Şöyle der:

“Kezalik mânevî ihtiyaçlar da vakitleri muhtelif ve mütefavittir. Her anda Allah kelimesine ihtiyaç vardır. Her vakit Besmeleye, her saatte Lâ ilâhe illallâh'a ihtiyaç vardır. Ve hâkezâ...

Binaenaleyh, âyetlerin, kelimelerin tekrarı, ihtiyaçların tekrarından ileri geliyor. Ve keza, o gibi hükümlere olan ihtiyacın şiddetine işarettir. (Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar, Ondördüncü Reşha, Üçüncü Nokta)

Buna binaen, insanı esfel-i safiline sürükleyen cismani ihtiyaçların su-i istimali olduğu gibi, ala-yı illiyyine çıkaran ise manevi ihtiyaçların tekrarlanması yoluyla ruhi tatmin kazanılmasıdır.

Bediüzzaman’ın ihtiyaçlar konusundaki açıklaması nettir.

Bir defa kâinatla ilişkisi bakımından kâinatın her tarafını görmeyi bir ihtiyaç olarak hisseder. Bilim yoluyla bu ilişkiyi görünür hale getirir. 

“İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir. Hatta hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır.”

“Belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise hadsizdir.”

“Halbuki daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.”

“Demek, fakr ve ihtiyaçlarım dünya kadardır.”

“Sermayem ise, cüz-i lâyetecezzâ gibi cüz'î bir şeydir.”

“Belki dünyada ne varsa, nümuneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.”

“İşte, şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hâcet nerede? Ve bu beş paralık cüz-ü ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez, bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise başka bir çare aramak gerektir.”

“O çare ise şudur ki:”

“O cüz-i ihtiyarîden dahi vaz geçip, irade-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenâb-ı Hakkın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır.”

“Yâ Rab! Madem çare-i necat budur; Senin yolunda o cüz-i ihtiyarîden vaz geçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.” (Onyedinci Söz, İkinci Makam)

***

İnsanın ihtiyaçları sonsuz, onu elde etme gücü sınırlıdır.

Bediüzzaman “fakir” kavramını, “ihtiyaçları fazla (sonsuz) olan kişi” olarak tanımlar.

Zıttı ise “Zengin”, daha az şeye ihtiyaç duyandır. İhtiyacınız ne denli az ise, o denli zenginiz demektir.

Oysa, İnsan binler çeşit elemlerle müteellim ve binler nev'î lezzetlerle mütelezziz olacak bir zîhayat makine…”

“Ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî-mânevî düşmanları…”

“Ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan…”

 “Ve mütemadiyen zevâl ve firak tokatlarını yiyen bir biçare mahlûk iken…”

“Birden iman ve ubudiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâle intisap edip…”

“Bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinat…” 

“Ve bütün hâcâtına medar bir nokta-i istimdat bularak…”

“Herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi, o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir Padişaha iman ile intisap etse ve ubudiyetle hizmetine girse ve ecelin idam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirâne iftihar edebilir, kıyas ediniz." (Altıncı Mesele)

Medeniyetlerin İhtiyaca bakışı

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi kapitalist dünyanın kategorik yaşantısına bir örnektir. Buna göre her basamakta yer alan ihtiyaçlara sahip olmak kaçınılmazdır. Bu durumda, meşhur tanıma giren, “Kaynaklar sınırlı, ihtiyaçlar sonsuz” prensibi, kitlelerde menfaat çatışmalarını öne çıkaracaktır.

Oysa uğruna hayat verilen bu ihtiyaçlar zaruri olmayan ve onsuz da yaşanabilen ihtiyaçlardır.

Günümüzde ihtiyaçları azaltmayı hedefleyen çeşitli akımlar içinde “Minimalizm”in öne çıkmasının sebebi budur.

Çünkü son 200 yıldır israf ekonomisinin sunduğu hayat insan türünü yormuştur. Gerçek ihtiyaç olmadığı halde, sun’i muharrikler sebebiyle kabaran iştihalar insanları eşyanın kölesi haline dönüştürmüştür.

Bediüzzaman bu tehlikeye, ilginç şekilde, Maslow ile aynı tarihlerde şu şekilde ifade eder:

“Hükm-ü Kur'âna göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icabatından olarak hâcât-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış.”

“Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş.”

“Âhirete iman ettiği halde, ‘Zaruret var’ diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.” (Emirdağ Lahikası II, 151.Mektup)

Meyil, İhtiyaç, Şevk, İncizap

İhtiyaçlarımızı en iyi bilen, elbette bizi yaratandır. Bizi kendine muhtaç olarak yaratandır. Gerçek ihtiyacımız, erişmemiz gereken “nokta-i kemâl”e olan meylimizi sürdürmektir. 

“Samed” olan Allah, insan fıtratına sırasıyla ve şiddetine göre şu özellikleri yerleştirmiştir: Meyil, ihtiyaç, şevk, incizap. “Muzaaf meyil ihtiyaç, muzaaf ihtiyaç aşk, muzaaf aşk incizaptır.” 

“Mâhiyât-ı mümkinatın mutlak kemâli, mutlak vücuttur.”

“Hususî kemâli, istidadatını bilfiile çıkaran has vücuttur.”

“Bütün kâinatın kün emrine itaati, bir zerre neferin itaati gibidir.”

“Kün emr-i ezelîsine mümkinin itaat ve imtisalinde, meyil ve ihtiyaç ve şevk ve incizap mümteziç, mündemiçtir.”

O halde gerçek anlamda “muhtaç” olan insandır; Samed’in Rahmaniyetine ve Rahimiyetine muhtaçtır; yalnız insan değil, tüm varlıklar O’na muhtaçtır.

Buna göre Maslow’un saydığı hiyerarşik yapı, gerçek anlamda bir hakikat olsa da, Maslow’un fikri Bediüzzaman’ın saydığı gerçek ihtiyaçları sağlamaya bir vesile olarak görmek gerekir.

Bediüzzaman, Maslow’un da ilk basamak olarak sunduğu “fizyolojik ihtiyaçları” dışında, sayılan ihtiyaçlardan hiçbirinin gerçek olmadığı görüşündedir. Çünkü gerçek olmayan ihtiyaçlar insanın bu dünya hayatı ile ilgili ontolojik sorgusunu engellemektedir.

Ahirzamanda sanal ekonomiye iktisadi hatalarla dünyevileşmeyi hızlandıran hocaların verdiği fetvalara karşın, Bediüzzaman bu fetvaları ve görüşleri reddetmiştir. Kapıyı sonuna kadar kapatır. Şöyle eder:

“İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var?” 

“Su-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar.”

“Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olmadığı ve su-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz.” (Emirdağ II)

Bediüzaman’ın İhtiyaçlar Hiyerarşisi

İman-ı Billah İhtiyacı (En Temel İhtiyaç: Esma-i Hüsna’ya tam ayna olmak)

Bediüzzaman’a göre, insanın en temel ihtiyacı Yaratıcısını tanımaktır.

O’na göre, her bir ihtiyaç, onu gidermek için insana verilmiş bir vazifedir.

Her vazife bir ihtiyaçtır.

Hatta insan türünün medeniyetler kurarak gelişmesinin temelinde, çeşitli ihtiyaçlarla onu Kendisini tanımaya muhtaç kılan ve bunları karşılaması için beynine ve kalbine ilham ile ikramlarda bulunan da O’dur. (Yirmi Üçüncü Söz)

İnsanın en temel ihtiyacı Allah’a güvenli bağlanmaktır. Kendisine bir dayanak noktası aramaktır.

“Ben kimim? Neciyim? Nereden geldim, nereye gidiyorum? Vazifelerim nedir?” sorularının cevabını aramak ve bulmaktır.

Her şeye muhtaç olan insan, bu ihtiyacını hiçbir kimseye muhtaç olmayan Yaratıcısının Samediyetine bir “ayine” olmakla giderebilir. Çünkü “O hiçbir şeye muhtaç değildir; aksine, her şey O’ na muhtaçtır.” (İhlas suresi 2. ayet)

İnsan, iman ve itaat yoluyla O’na güvenle bağlanır. Bu bağlanma aslında O’nun “Esma-i Hüsna” sına bağlanmak ve o esmaya ayinedarlık yapmaktır.

Güvenli bağlanmanın (iman) temelinde ise “Mün’im ve Kerim”, “Rahman ve Rahim” isimleri öne çıkar. 

“Çünkü insan, câmiiyet-i mahiyet cihetiyle hadsiz ihtiyacat noktasında esmâya muhtaç ve müştak olur ve o ihtiyaçla sever.” (Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas)

Bediüzzaman “iman-ı Billah” ihtiyacının her insan tarafından yüksek düzeyde hissedildiğini belirtir. Bu bağlamda dünyanın en mühim meşgaleleri, belki büyük meseleleri insanların hakaik-i imaniye ihtiyacını susturamıyor. 

Marifetullah İhtiyacı: (Bilişsel Tefekküri - Tasavvur, Taakkul ve Tasdik - Talim-i Eşya)

İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. 

Mahiyet ve istidat itibarıyla her şey ilme bağlıdır. 

Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü'l-esası da iman-ı billâhtır.

İnsan ise, dünyaya gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil; hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor.

Belki âhir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor.

On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlerini celp ve zararlardan sakınabilir.

Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. 

Muhabbetullah İhtiyacı (Duyuşsal - İz’an-Kalp, His ve Duygular)  

Kemâlât-ı insaniyenin menbaı ve esası, iman-ı billâhtan ve marifetullahtan neş'et eden muhabbetullahtır (Ayetel Kübra Risalesi)

Tevazu ve mahviyet ile kulluk yapma ihtiyacını tatmin edecek örnek Aşk-ı Nebevi ve Sünnet-i Seniyyeye uyumdur.

İnsan hissiyatının ihtiyacı olan tek şey muhabbetullahtır.

“Sonra, kemâlât-ı insaniyenin en mühimi ve en büyüğü, belki bilcümle kemâlât-ı insaniyenin menbaı ve esası, iman-ı billâhtan ve marifetullahtan neş'et eden muhabbetullah olduğunu bilen o dünya seyyahı, bütün kuvvetiyle ve letâifiyle, imanın kuvvetinde ve marifetin inkişafında daha ziyade terakki etmesini istemek fikriyle başını kaldırdı ve semâvâta baktı...” (Ayetel Kübra)

Lezzet- Ruhaniye İhtiyacı (İltizam ve İtikad)

İnsanı mutlu eden en önemli etkenlerden biri ve en esaslısı “ihtiyacının giderilmesi ve karşılanmasıdır.”

Hem dünyadaki mutluluklar ve hem ahiret hesabına duyulan lezzet ve mutluluklar ihtiyaçlarımızın giderilmesiyle ortaya çıkar.

İhtiyaçların giderilmesi “minnet” duygusunun harekete geçmesi demektir.

“İnsanın ihsanının kulu olması” nedeniyle en ziyade kendine yardım edenlere karşı minnet duyar.

Dünyevi ihtiyaçlarımızı tatmin eden Kudret elini minnetle öpmenin hazzını anlatmak mümkün mü?

Bu tam bir lezzet-i ruhaniyedir; başta bismillah, sonda elhamdülillah ve ortada tefekkür boyutu lezzet-i Ruhaniyenin kapısını açar.

O’ndan gelip O’na döneceğimizin ve O’nu görür gibi yaşamak olan ihsanın verdiği lezzet-i ruhaniyeyi anlatmak mümkün mü? 

İşte gerçek ve nihai ihtiyaç budur.

Lezet-i Ruhaniyenin yüksek hakikatini bu gafil dünyada gaibane yaşayan bir mü’min, ebedi hayatın nihai mutluluğunu hâzırane “Rü’yetullah” olarak yaşayacaktır.

Rabbim; Kendisinden başka hiçbir şeye muhtaç etmesin!

Not: Bu yazının anlaşılmasını engelleyen kusur varsa bana aittir; doğru veya anlaşılır şekilde ifade edememekten kaynaklanmış olabilir.

Ayrıca, bu konu hakkında daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Gayretli ve hamiyetli yazarlara duyurulur.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (14)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.