Bir ağaçtı o görünürde...
Hemen evlerin bahçesinde, kaldırımın muhtelif yerlerinde,
Dağların zirvelerinde, ya da ıssız bir ovanın orta yerinde kalmış ağaçlardan…
Kökleri vardı yerde, gövdesi uzanırken gökyüzüne,
Her bir dalı bin yerden fışkırıp,koca bir çınar eylemişti onu.
Varlıktaydı onlarca sene, lakin varlığının fark edilmesi hayli zaman almıştı.
Ya da beklemekti kaderi... Sahibini, sevdiğini beklemekti... Sabırdı kaderine yazılan ilk kelime...Mecburdu, bekleyecekti...
Fakat hani sabır sırattı ya Mevlana’nın deyişiyle, sonunda cennete ulaştırırdı ya sabır kişiyi, O da sırat eylemişti bu bekleyişi kendine...
İster on sene sonra, isterse bin sene geçsin, gelecekti beklediği... Çünkü beklenen bilirdi onu sabırla bekleyeni... Görmese de, duymasa da, hissederdi en azından...
Kaderleri sabrın bir noktasında kesişecekti nasılsa. Nasılsa çınar oraya dikilmemişti boşu boşuna.
Yeri özeldi... Hani her insana nasip olmaz ya güzel hayatlar içine doğmak yeryüzünde, işte her ağaca nasip olmayacak bir özel yer tahsis edilmişti onun için toprak yüzünde…
İnsan kalbinde de özeldi yeri. Zihinlerde hep bir güven abidesi, sırtını yaslayacağı dağ misaliydi belki de…
Çınar ağacı…
Binlercesiyle aynıdır. Bin sene evvelinde, beş bin sene evvelinde, milyon sene evvelinde…
Kim bilir hangi zamana dayanır öyküsü? Tıpkı her bir şey gibi geçmişte de vardır, gelecekte de olacaktır.
Fakat o çınar… Ah! O çınar… Bediüzzamanın çınarıdır…
Varlığı özeldir, kök saldığı mekan, dalları arasında bulunan boşluk, yapraklarının eğimi…
Bediüzzamanın çınarıdır o. “Şeceretün mübareketün” dür asıl adıyla… Sahibini yıllarca beklemiştir.
Yolların her bir karışını izlemiş, durmadan, dinlenmeden, hep aynı yerde, daima beklemiştir dostunu.
Ve günün birinde Bediüzzamanın yolu Barla’ya düştüğünde,
Sessiz sedasız bir yürüyüşle sokaklardan geçtiğinde,
Kimsenin onu tanımadığı, farkında olmadığı o saniyelerde,
Zikrin son haddine varmıştır belki de çınar…
Çünkü yıllardır beklenen sevgili belirmiştir köşebaşında…
En uç dallarıyla görmüştür daha Barla’ya ilk adımı attığında…
Derin bir hışırtı, rakseden yapraklar, sessiz bir çığlık olmuştur onunkisi…
Aslında bu büyük bir buluşmadır. Çınar ve Bediüzzamanın buluşmasıdır. Belki de ezelde yazılmış, ebede uzanacak bir dostluğun başlangıcıdır.
İşte gelmiştir yıllardır beklenen. Bediüzzaman çınarın tam karşısındadır. Derin bir sessizlik kaplamıştır etrafı. Hiçbir şey hareket etmezken, çınarın bütün yaprakları cezbeye ulaşmıştır. Rüzgar savurmaktadır Bediüzzama'nın sarığından uzanmış, henüz ak düşmemiş siyah saçlarını…
Hey koca çınar! Bu dünyada sen gibi dost var mı? Sen gibi vefalı, sen gibi sarıp sarmalayan, Ele vermeyen sevdiğini? Sen gibi bir sadık var mı?
Başın dik, heybetli gövden… İşte budur seni Bediüzzaman'la eş eden.
Varlığı anlamını bulmuştur çınarın. Beklediği gelmiş, durulmuştur içinin çağlayanı.
Bir dost eli dokunmuştur kalın gövdesine, zikirle coşmuştur bütün benliği…
Musa’nın asasına kavuşması,
Ya da Süleyman’ın tahtına oturması gibi bir şeydir bu an…
Nasıl Musa’yla anlam bulduysa o asa, nasıl Süleymanla mana kazandıysa o taht, çınar da kavuşmuştur ona asıl manasını verecek olana…
Şeceretün mübareketün olacak o Bediüzzamanla.
Ve tam sekiz sene geçirecekler beraber. Yan yana, diz dize, gönül gönüle sekiz sene…
Her gün, her zaman görecek çınar sahibini…
Her gün aynı sevgiyle uzatacak kollarını, bağrında saracak Bediüzzamanı…
Bediüzzamanla zikre düşecek, Bediüzzamanla yaşayacak, yaşatacak, konuşacak, sükun bulacak…
Sekiz sene geçecek birlikte. “Sekiz senelik değil, seksen senelik bir dostluktur bu…” diyecek
Bediüzzaman. Onu hep ayrı tutacak her şeyden…
Hatta: “Ehl-i Hükümet gelsin, desin ki, şu ağacı keseceğiz, sende razı olacaksın,”
“10 bin lira vereceğiz, bu parayı da Risale-i Nur uğruna sarf edeceksin.”
“Vallahi rızam yoktur” diyerek belirtecek ona verdiği değeri.
Ya da; “Menderes gelse dese: Said şu ağacın bir dalını kessek Risale-i Nurları bütün kainata dağıtacağız. Razı olmam” diyerek anlatacak ona olan bağlılığını.
Ah o çınar!
“Bir koca ağaç işte” diyor bizim seni anlamaktan aciz dillerimiz. Bir ağaç işte altı üstü…
Ama binlerce çınar içinden seçilmiş bir ağaç belki de…
Bediüzzamanın şu cümlesi anlatmıyor mu gerçeği?
“Nasıl ki Resulullah (asm) hutbe okurken dayandığı kuru direğe cennette baki kalması için dua etmiş,”
“Ben de bu çınar ağacının bir numunesinin cennette halkı için dua ettim.”
Bu dua, bu söz açmıyor mu gözümüzü?
Koca çınardır o, Barla’nın bağrında yeşeren,
Bir hutbe kürsüsüdür belki, Bediüzzaman'dır hitap eden,
Bir ana kucağı olur bazen, ninni söyleyen bir dil olur beşiğinde uyuyan kimse için…
Bediüzzaman kah onun altında gölgelenir, kah dalları üstünde dua eder…
Bazen sadece gözleriyle konuşur, dalıp gider tefekkür alemine…
Bazen birkaç talebe de gelip yerleşir tahtadan yapılmış çınar köşküne…
Böyle böyle sekiz sene geçirirler birlikte…
Onlarca risalenin telifine şahit olurlar beraber…
Çınar dinler, dinler, dinler günlerce…
Ama günün birinde ayrılık vakti gelir. Ecel gibi gelir, göz açıp kapayıncaya kadar gelir…
Bir anda alıp götürürler Bediüzzaman'ı..
Ayrılık alevi yeniden düşer çınarın gövdesine. Ateş olur, yangın olur, büyür içinin acısı…
Gidiyor işte dostu, sahibi, sevdiği…
Enin etmekte her bir yaprağı, dalı…
Tıpkı peygamberden ayrılan hurma kütüğü gibi, ağlar için için…
Derdini kimselere dökemeden, yalnızlaşır, ıssızlaşır…
Bediüzzaman'ınsa başından türlü olaylar geçer. Kaderin ona çizdiği, zalimlerin ona biçtiği, reva gördüğü şeyler gerçekleşir. Fakat, ne çınar unutur Bediüzzaman'ı, ne de Bediüzzaman'ın kalbinden silinir çınarın dostluğu…
Yıllar birbirini kovalar böylece. Bediüzzaman zorunlu bir yer değiştirme yaşar her zaman.
Fakat çınar, hep aynı yerde, ümitle beklemeye devam eder O'nu.
Ve bir gün, her hangi bir gün, çıkıp gelir Bediüzzaman…
Yine yeniden ayak basar Barla toprağına…
Kader yine birleştirir onları…
Çınar biraz daha yaşlanmış, Bediüzzamanın saçlarına aklar düşmüş, yüzünün çizgileri artmış, içi kırılmış aslında, kalbi yorulmuş ikiyüzlülerle karşılaşmaktan.
Ah, koca çınar! Bu dünyada sen gibi dost var mı? Sen gibi vefalı, sen gibi sarıp sarmalayan, Ele vermeyen sevdiğini? Sen gibi bir sadık var mı?
Yoktur. Olmadığını yaşayarak görmüştür Bediüzzaman.
Yılların bütün hasretiyle, olabildiğine çok açmıştır kollarını. Gözlerindeki yaşlar sicim gibi inerken toprağa, koşup sarılmıştır çınarın koca gövdesine. Bir yavrunun annesine sarılışı gibi acıklı bir tablodur bu. Sımsıkı sarılmış ağlamaktadır. Çınarda ağlamaktadır. Barla ağlamaktadır. Gökyüzü ağlamaktadır.
Hasret… Ne zor bir imtihandır. Gurbet… Ölümden de ağırdır.
Bu sarılış, bu ağlayış ve Bediüzzamanın saçındaki aklar aslında her şeyi anlatmaktadır.
Gerisini yazmak sadece teferruattır…