Dün ikindi saatlerinde internetlere düşen iki haber dikkatleri tekrar Sûriye üzerine çevirdi. Daha doğrusu dikkatlerin Sûriye üzerinde kalmasını sağladı. Zâten son günlerde Sûriye’yle oturup Sûriye’yle kalkıyoruz.
Bu haberlerden biri, BM İnsan Hakları Heyeti’nin bu ülkeye dâir hazırladığı bir raporda Beşşar Esad Rejimi insanlığa karşı suç işlemiş olabilir değerlendirmesinin yer almasıydı. Belki biliyorsunuz, bu, uluslararası hukuk alanında soykırımdan sonra gelen en büyük suçlama.
Öbür haber ise Beşşar Esad’ın BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’a muhâlif güçlere karşı girişilen operasyonların artık bitdiği “müjdesi”ni (!) vermesi idi.
İnsanlığa karşı suç işlemiş olma iddiası bir ülke başkanının (diktatörünün!) Lahey’deki İnsan Hakları Mahkemesi tarafından muhâkeme ve mahkûm edilmesi sonucunu doğurabiliyor. Şartlar icbâr ederse sanıklar gıyâben de mahkûm edilebiliyorlar. Nitekim Libya ve Sûdan diktatörleri aleyhine gıyâbî tutuklama kararları var, ama henüz dâvâlar sonuçlanmış değil.
B. Esad’ın Ban Ki-Moon’a verdiği garanti ise ülkenin muhâlif güçlerince ânında yalanlandı. Heriki taraf da şimdiye kadarki kurban sayısını 1.900 dolayında veriyor. Ancak Şam Hükûmeti bu sayıya güvenlik güçleri mensublarının da dâhil olduğunu ileri sürüyor.
Bu arada ABD ve İngiltere basın organlarında, Türkiye’nin Sûriye’ye “dur” diyebilecek yegâne bölge gücü olduğu yolundaki hükümler ve Amerikan Dışişleri Bakanlığının buna katılması şeklindeki bir tür arkadan “itekleme” çabaları da son bulmuş değil. Ankara, şayet bunlara inanırsa derhâl kılıcını çekerek Sûriye’ye dalacak, Halep’den girip Şam’dan çıkacak ve iki üç hamleyle ülkeyi hizâya getirdikden sonra Beyaz Saray’a dönüp esas duruşa geçerek “Sûriye görüşünüze hazırdır, Komutanım!” şeklinde tekmil verecek. Böyle bir senaryonun Türkiye içinde de bâzı destekçileri bulunduğu belli oluyor.
Öte yandan yine Anglosakson câmiâsında farklı görüşler de dile getiriliyor. Meselâ “Foundation of Defense of Democracies” (Demokrasileri Savunma Vakfı) araştırmacılarından Tony Bardan adlı bir zât, CNN International İnternet Sitesinde bir inceleme yayınlayarak Türkiye’nin bir “büyük güç” olmadığını ve böyle bir operasyonu aslâ tek başına başaramayacağını öne sürdü. Kanaatince eğer böyle bir plan uygulanacaksa bunu gerçekleştirebilecek olan tek güç yine ABD olacakdır.
Burada kimin haklı olduğu sualine tek kelimeyle cevab vermek imkânsız. Türkiye, sırf askerî zâviyeden bakıldığı takdirde elbet Sûriye’nin tamâmını dahî nisbeten kolaylıkla zabtürabt altına alabilecek kapasitededir. TSK’nın bâzı bakımlardan içler acısı hâline rağmen! Fakat bunun, kendi ekonomisi ve İslâm Âlemi’ndeki îtibârı bakımından ne kadar ağır sonuçlar doğurabileceğini görmek için dehâ sâhibi olmaya da gerek yokdur. Suûdî Arabistan’ın bu operasyonu yapacak devlet için hazır tutduğu 60 milyar doların siyâsî bakımdan esâmîsi bile okunmaz. O paranın kimse hayrını göremez.
Onun için Türkiye’nin, Esad devrilecekse bunu bizzat Sûriye Halkı yapmalıdır şeklindeki tutumu yüzde yüz doğrudur.
Kimse belâya çanak tutmasın!
Star