Hz. Süleyman konuşur, Belkıs’ı hidayete çağırmanın hesaplarını yapar.
Belkıs içinde bulunan girdaplardan kurtulmak ve halkına doğruyu anlatmak için her şeyini feda edebilirdi. Serveti, sermayesi, saltanatı ne varsa verebilirdi. Vazgeçemediği tek şey tahtıydı Belkıs’ın. Liderlerin temsil makamı onların ikbaliydi. Ve Belkıs bu makama iki özelliğinden dolayı titriyordu. Birincisi Himyer Hanedanının yadigarı olması, ikincisi ise kendi ikbalinin ve halkının bahtının sembolü alması.
Kraliçe ülkesine gelmeden köklü, hızlı kararlar alıp hayata geçirme işinde mahir olduğu için acilen Şura Heyetini topladı. İnsanlar, cinler, kuşlar, hayvanlar huzurunda elpençe divan durdular. Sultan Süleyman İlya Meclisindeki sedef işlemeli tahtı üzerinde muhteşem bir tablo gibi duruyordu.
“Kıymetli alimlerim, vezirlerim ve maharetli tebaam. Dünyevi iktidar geçicidir, ölümsüz hayat ise ahiret yurdundadır. Biz bu makamları bize ikram eden için kullanmazsak bir işe yaramaz. Firavunların, Karunların düştüğü sonu görmemek için Rabbimizi razı etmekle mükellefiz.
Onun çok değerli bir tahtı var. Sizler de bilirsiniz ki taht bir yönetimin güç simgesidir. Tahtı ele geçirmek yöneticinin gücünü ve otoritesini sarsmak demektir. Şimdi benim arzum Sebe Kraliçesi gelmeden onun tahtını buraya getirebilmektir. İçinizde bu ilme sahip olan var mı?
Cinlerden biri olan Amred heyecanla atıldı. “Ben bu konuda güçlü ve güvenilir biriyim.” İlya topluluğunu yeniden derin bir sükut sardı. Amred devam etti. “Sultanım, tahtın ziynetine zarar vermeden getireceğime söz veriyorum.“
Hızın nedir diye sorulunca “Gözün gördüğü en uzak yere adım atarım. Siz emredin daha yerinizden kalkmadan tahtı önünüze görebilirsiniz."
Sultan Süleyman “Ben daha hızlı gelmesi için acele ediyorum” dedi. İlya meclisinin suskunluğunda gerilerden kibirsiz bir ses duyuldu.
“Ey Allah’ın peygamberi" dedi. “Allah’ın gücü, havl ve kuvvetiyle siz gözünüzü açıp kapayıncaya kadar tahtı buraya getirebilirim."
Bu şahıs Sultan Süleyman’ın teyzesinin oğlu ve baş danışmanı Asaf’tı.
"Bu işi nasıl yaparsın Ey Asaf" diye sordu. “Biiznillah kolaydır Ya Sultan" dedi Asaf. "Göz açıp kapama süresi içinde bu dediğin gerçekleşir." Sultan Süleyman izin verdi, Asaf Bin Beriha iki rekat namaz kıldı. Ardından duasını yaptı. İsm-i Azama iltica etti.
"Ya Hay Ya Kayyum, Ya Zelcelali vel ikram.”
Tarfet ül ayn ani bir şimşek, tuhaf bir şavklanmayla birlikte zamanın süratinin en hassas diliminde taht yanı başındaydı Süleyman’ın. Meclisi bir ürperti sardı. Tuhaf bir hava sardı ortalığı. Şaşkınlıkla karışık şükür nidaları duyuldu. Sultan Süleyman gözyaşlarını tutamadı ve secdeye kapandı. “Elhamdülillahhaza min fadli Rabbi” Bu Rabbimiz fazlı ve ikramıdır dedi. Ve Rabbine saatlerce şükretti.
Tahtı inceledi. Kraliçenin tahtı son derece gösterişliydi.
"Ey süslü ağaç. Aldatıcı caziben ve çekici nakışlarınla ancak ahmakları aldatabilirsin. Nakşedilmiş, bezenmiş tahta ve taş önünde nice aptallar baş koyar, secde eder. Secde edenin de canından haberi yok, secde edilenin de."
Allah’ı unutmuş bir topluma verilecek en iyi ders O’nun şanını göstermektir.
Saray nakkaşları koşup geldiler, Belkıs’ın o çok itinayla işlettiği tahtın ilah sembolleri söküp yerine tek mabud olan Allah’ın adını yazdılar. Her bir taşın üstüne Bismillah yazıldı. Bu fiiliyle kral “Ey güneşe secde eden melike, kendini ziyan etme. Tahtlar ve bahtlar seni terketmeden önce seni var edene dön" mesajını veriyor.
Sultan asasıyla tahtı işaret etti. “Değerli Melike, sizin tahtınız da böyle midir?" Kısa bir şaşkınlık anı yaşadı Melike Belkıs. Kralın asasıyla gösterdiği yöne baktı. Bu bir tahttı ve kendi tahtına çok benziyordu. Tuhaf bir irkiliş içinde tahta dikkatle baktı. Tasarımı, işçiliğiyle, mücevherleriyle kendi tahtının aynıydı. Tahtı karşısında duruyordu. İyi de binlerce fersahlık yoldan nasıl getirilmişti. Kendi tahtı mıydı o. Ya da Hüdhüd’ün anlatımıyla aynısını mı yaptırmıştı. Dünyada eşi benzeri olmayan tahtı nasıl ele geçirmişti?
Devamı romanda...