Bismillahirrahmanirrahim
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş, Kur’ân-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizât-ı bâhireyi göstermiştir.1 O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dâvâ-yı nübüvvetin vukuu kadar vücutları kat’îdir. Kur’ân-ı Hakîmin çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki, o muannid kâfirler dahi mu’cizâtın vücutlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etbâlarını kandırmak için hâşâ sihir demişler.
Evet, mu’cizât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyeti vardır. Mu’cize ise, Hâlık-ı Kâinat tarafından, onun dâvâsına bir tasdiktir, sadakte hükmüne geçer. Nasıl ki, sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki, “Padişah beni filân işe memur etmiş.” Senden o dâvâya bir delil istenilse, padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse, “Evet” sözünden daha kat’î, daha sağlam, senin dâvânı tasdik eder.
Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dâvâ etmiş ki:
“Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte, parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamere bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız, beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız, iki üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte, iki yüz, üç yüz adamı tok ediyor.”
Ve hâkezâ, yüzer mu’cizâtı böyle göstermiştir.
Şimdi, şu zâtın delâil-i sıdkı ve berâhin-i nübüvveti, yalnız mu’cizâtına münhasır değildir. Belki, ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’âli, ahval ve akvâli, ahlâk ve etvârı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini ispat eder. Hattâ, meşhur ulema-i Benî İsrailiyeden Abdullah ibni Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın simasını görmekle,“Şu simada yalan yok;şu yüzde hile olamaz”diyerek imana gelmişler.1
Çendan muhakkıkîn-i ulema, delâil-i nübüvveti ve mu’cizâtı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüz binler delâil-i nübüvvet vardır. Ve yüz binler yolla yüz binler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’ân-ı Hakîmde kırk vech-i i’câzdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bin burhanını gösteriyor.
Hem madem nev-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüz binler zât, nübüvvet dâvâ edip mu’cize gösterenler gelip geçmişler.2 Elbette, umumun fevkinde bir kat’iyetle, nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) sabittir. Çünkü, İsâ Aleyhisselâm ve Mûsâ Aleyhisselâm gibi umum resullere nebî dedirten ve risaletlerine medar olan delâil ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmda daha ekmel, daha câmi bir surette mevcuttur.
Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, zât-ı Ahmedîde (a.s.m.) daha mükemmel mevcuttur. Elbette, hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyetle ona sabittir. (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup)
1 : Tirmizî, Kıyâme: 42; İbni Mâce, İkame: 174, Et’ıme: 1; Dârîmî, Salât: 156; İsti’zân: 4; Müsned, 5:451.
2 : Müsned, 5:266; Hatib-i Tebrizî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:122; İbnü’l-Kayyım el-Cevzî, Zâdü’l-Meâd (tahkik: el-Arnavud), 1:43-44.
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ahval : haller, davranışlar
akvâl : sözler
Aleyhissalatü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
berâhin-i nübüvvet : peygamberlik delilleri
burhan : güçlü delil, kanıt
çendan : gerçi, her ne kadar
daire-i nazar : görüş dairesi
dâvâ : iddia
delâil-i nübüvvet : peygamberlik delilleri
delâil-i sıdk : doğrulayıcı deliller
ef’’âl : fiiller, hareketler
ehl-i dikkat : dikkat sahipleri
etvâr : tavırlar, haller
hâkezâ : bunun gibi
Hâlık : yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah
harekât : hareketler
hile : aldatma
iltimas : istirham, rica
kâfi : yeterli
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kamer : ay
kat’i : şüphesiz, kesin
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
meb’us : gönderilen, peygamber
memur etme : görevlendirme
mu’cizât : mu’cizeler; Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hal ve hareketler
muhakkıkîn-i ulema : gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler
muhtelif : çeşitli, değişik
münhasır : mahsus, ait
müstemir : sürekli, devamlı
nübüvvet : peygamberlik
nübüvvet-i Ahmediye : Hz. Muhammed’in peygamberliği
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed
sadakte : “doğru söyledin”
sıdk : doğruluk
sima : yüz, çehre
sîret : ahlâk, karakter
suret : biçim, dış görünüş
şehadet : şahitlik, tanıklık
taam : gıda, yiyecek
tasdik : doğrulama, onaylama
ulema-i Benî İsrailiye : İsrailoğullarının (Yahudilerin) âlimleri
umum : bütün, genel
vech-i i’câz : mu’cizelik yönü
Zât-ı Ekrem : çok şeref ve itibar sahibi bir zât olan Hz.Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
delâil : deliller
ekmel : en mükemmel
envâ-ı kâinat : varlıkların çeşitleri
envâr-ı hakikat : hakikat nurları
evsaf : vasıflar
hakaik : gerçekler, doğrular
Hâlık : yaratıcı, herşeyi yaratan Allah
hedâyâ-yı mâneviye : mânevî hediyeler
hoşâmedî : hoş geldin deme
hükm-ü nübüvvet : peygamberlik hükmü
illet : esas sebep, maksat
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kat’iyet : kesinlik, şüphesizlik
mazhar : ayna, görünme yeri
meb’us : gönderilmiş, peygamber
mecma : toplanma yeri
mu’cize : Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hal ve hareket
mümessil : temsilci
mütenevvi : çeşitli
nebî : peygamber
nübüvvet-i Ahmediye : Hz. Muhammed’in peygamberliği
nükte : ince ve anlamlı söz
padişah-ı zîşân : şanlı padişah
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed
risalet : peygamberlik, elçilik
Sultan-ı Ezel ve Ebed : başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah
vâzıh : açık, âşikar
yaver-i ekrem : çok değerli, yüksek rütbeli memur
zât-ı Ahmedî : Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, kişiliği