''Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.'' (Emirdağ Lahikası)
Hayatımın kare taşlarından olan Aziz Üstad'ımın pek çok sözünden biri. Mana itibarı ile üzerinde kitaplar yazılacak bir derinliğe sahiptir.
''En ziyade muhtaç olduğum ve hayatımda en esaslı düstur olan, hürriyetimdir. Asılsız evham yüzünden, emsalsiz bir tarzda hürriyetimin kayıtlar ve istibdatlar altına alınması, beni hayattan cidden usandırıyor.'' (Emirdağ Lahikası)
''Değil hapis ve zindanı, belki kabri bu hale tercih ederim. Fakat, hizmet-i imaniyede ziyade meşakkat ise ziyade sevaba sebep olması bana sabır ve tahammül verir. Madem bu insaniyetli zatlar benim hakkımda zulmü istemiyorlar, en evvel benim meşru dairedeki hürriyetime dokundurmasınlar. Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.''
Tüm bu sözler , ruhun levhasında , kalbin odacıklarında ,aklın dünya hengamına karşı zaman zaman sûkûtuna okunduğunda , sadakte Üstad'ım dedirtiyor.
İnsan hür olarak yaşadığını düşünürken zaman zaman hayatın getirileri veya kendi tercihleri ile çıkmazlara düşer. Bu zaman dilimlerinde gökyüzü bir karış mesafe kadar yaklaşır üzerine, dünya bir enkaz yığınıdır da o da altında kalmış gibidir.
Görünmez prangalar ile esaret içindedir zihni. Kalbi adeta hücre hapsinde müebbet yemiştir de iyi halden cezasının hafifletilmesi bile teklif edilemez hakime.
Dışardan bakıldığında ne elinde kelepçe ne ayağında pranga vardır.
Oysa insan kendi alışkanlıklarının ,tercihlerinin, sözlerinin , fiillerinin ya esiridir ya hürüdür.
Çoğunlukla da esirizdir.
İnsan esir olarak mı bu dünyaya gelmiştir ki esir olarak yaşasın ?
Hayır.
Hürdür .
Kâinattaki yaratılan tüm mahlûkata nispeten tek hür varlıktır.
Bir o kadar da muhtaçtır.
Tüm canlılar gibi üstünde libası olmayan bir varlık olarak dünyaya gelir.
Sarılıp sarmalanmaya , korunmaya muhtaçtır.
Her şey onun emrine amadedir , bir o kadar da o sınırlıdır.
Dünyaya hükmedecek akla ve beceriye sahip.
Bir enkaz altında kalsa bu beceresinin sıfırlandığı anları yaşayacak kadar sınırlı.
Vahşi hayvanları eğitebilecek ve onlara hükmedecek akla sahiptir.
Gözüyle görmediği bir mikroba yenilecek kadar aciz.
Sırtında demir yüklü bir kasayı taşıyamayacak kadar zayıf.
Bedeninde dokuz ay bir canlıyı taşıyıp , onu zararlı olan her şeyden koruyup ,tüm sıkıntıları ve doğum anında ölmeyi dahi göze alabilecek kadar güçlüdür.
İğne vurulmaktan korkacak kadar canını sevebilen.
Evladına böbrek gerekirse de hiç düşünmeden verecek kadar cesur.
Tezatlıkları sayarak çoğaltmak mümkün.
İnsan yaratılan mahlûkatın tek özgür varlığı iken bir o kadar da muhtaçlık ve esaret içinde olanıdır.
Fıtrat muktezasınca olan muhtaçlıklar esaret değildir ki bu muhtaçlıklarının karşılanması adına Cenab-ı Hak insan için gerekli tedbirleri almış ve onun rahmetinin enginliği , şefkati ile ruhuna ve bedenine sayısız cihazat yerleştirmiştir.
Acıkma hissi doymayı iktiza ettiğinden ve bedenin fıtri bir ihtiyacının karşılanması şeklidir.Cenab-ı Hak'kın Rezzak ismine tekabul eden ve açlık hissi olarak husule gelen bu durum , aslında tüm vucuttaki değişik elementlere olan ihtiyacın tek elden acıkma olarak midede toplanması ile insana bildirilir. Rızık verici olan Allah'dır , acıkma hissi ile insan neye muhtaç olduğunu bilir ve tanır.Şükrünü eda edip fıtratındaki bu muhtaçlıktan kurtulur.Bu durum kesrette vahdet mührünü gösterir. (çokluktaki teklik mührü) İhtiyaç karşılandığında tokluk hissi ile insana Allah'ın mükemmel santralinden dur sinyali gelir.Bu sinyale doğru cevaplar verilmez , ya da duymazlıktan gelinirse , bozulmalar meydana gelir. Vucutta meydana gelen her şey farklı sinyaller ( Esma-ı İlahinin tezahürü ) ile insana bildirilir.
Bu sinyalleri insan okur ve doğru cevaplar verirse,hayatını sağlıklı ve huzurlu ,alışkanlıkların da esiri olmadan yaşar.
İnsanın fıtri ihtiyaçları ona Allah tarafından verilmişse de , bu fıtri ihtiyaçlarını nerden ve nasıl karşılayacağını yine Allah insana sunduğu alternatifler ile kendi tercihlerine bırakmıştır. Tercihler alışkanlıkların zeminini oluşturur.Bu alışkanlıkları ona ya hürriyet ya esarettir.
Alışkanlıklarınız ne kadar çoksa o denli esirsinizdir.Sözleriniz , aklınızda serbest dolaşım alanında futursuzca dolaşırlarken , ne zaman ki dilinizden kelimeler dökülürlerse , sözlerinizin manayı muhteviyatındaki bağlayıcılığı ile gemici düğümünden daha kör düğümlerine esirsinizdir. Üstelik söyledikleriniz ve muhataplarınızın kendi anlayışlarıyla da esirsinizdir.
Velhasılı insan özgür gelmiştir dünyaya ve lakin esir olmuştur yine dünyaya. Oysa insan yaratılış fıtratını kendi eliyle bozmaktadır ve tüm esareti de kendi eliyle işlediklerinden kaynaklıdır.En önemlisi de eliyle yaptıklarının mimarıdır. Bu mimar ya nefsinin istediği yere deprem olacağını bilse de yapılar diker ve kendi yapılarının enkazında kalır, yahut da meşru dairedeki bölgelerde kendisine verilen tüm mimamri sanatını icra eder. Kainatın maliki ondan hoşnut kalır ve sekeneleri onun mimarisine hayran ve alkış tutarlar.Zira Allah'dan gayrıya sarfedilen her şey ( söz, fiil , amel ) esaret zincirine bir halka daha eklemektir.
“Herşey helâk olup gidicidir Ona bakan yüzü müstesna. Hüküm ve hükümranlık Onundur; siz de Ona döndürüleceksiniz.” (Kasas Sûresi, 28:88)
Allah , insanın vucuduna taktığı bu cihazatlardan ruhuna da yerleştirmiştir ki ,insan bu cihazatlardan gelen sinyalleri duysun , okusun , cevaplasın da ruhu hastalıklara esir olmasın diye.Bilindiğinin aksıne ruh da acıkır, dinlenmeye ihtiyaç duyar,ağrı hisseder.Hatta bir adım daha ileri gidelim , ruhta meydana gelen her şey aslı veya zılli (gölgesi) itibarı ile bedene hükmeder.Bedende husule gelenlerin ruha hükmettiğinden daha fazla da olabilir.
Ruhun mutmainliği sağlandığında bedende ârızî ve muvakkaten hasıl olan hastalıklar dahi insanın yüzündeki tebessümüne engel olmaz.İç huzuru dediğimiz kalp ve ruh mutmainliği bedenden gelen tüm sıkıntıları göğüsleyebilecek kuvvete sahiptir.
Kronikleşmiş hastalıklara müptela insanlara bakıldığında o hastalık zahiren musibet ve esaret olarak görünür.Lakin bu musibet ve esaret dünya nazarında esaret ve musibet gibi görülmesi ,dünya gözüyledir. Hastalık, sabun gibi günahların kirlerini yıkar ve temizler. Hastalıklar keffaret-üz zünub olduğu Hadis-i Sahih'le sabittir...
İnsan yalnızca bu dünya için mi yaratılmıştır ki , muvakkaten başına gelenlerin esiri olsun ? Baki olan Zat'ın eseridir ve bakiye müteveccihtir.İşte bu yüzdendir ki , insan kendisinin tercihleri veya kendi tercih etmese de kader planında hakındaki hükümleri yaşarken verdiği tepkiler ile ya hürdür ya esir.
Maksad-ı dünya olana dünyayı fazla fazla verir Allah ve lakin dünyanın tüm esaretini de . Zira dünya aslı itibarı ile ahirete bakan yönüyle insanı esir ve muhtaçlıktan kurtarır.Kendine bakan vechi ile insana sunduğu tüm nimetlerini de insandan kendisine hizmet bekleyerek ödetir. Ya insanı üstünde misafir ederken veya onu ahirete uğurladığında.
Dünyadan yakayı kurtarmak .! Hem de onun üzerinde yaşayıp,insan olarak nefsimize hitab eden cazibesine karşın. ! Ona muhtaçlığımızı gösteren tüm zahiri sebepler önümüze serilmişken ...
Yeniden başa mı döndük ?
Esaret mi ?
Hayır...
Dünyanın bize kendisini dünya olarak sunmasına rağmen, fıtratımıza derc edilen fıtri muhtaçlıklarımıza rağmen, dünyadan kıblemizi Hak'ka çevirip esaretten kurtulmak mümkün mü ?
Mümkün ;
Dünyada meşru olmayan cazibesine karşı her daim teyakkuzda ve zihnen ruhen ve sık sık da bedenen oruçlu olarak ;
''...şiddetli bir iktisat ve kuvvetli bir riyazet içinde kendini idare ederek, hürriyetini ve izzet-i ilmiyesini muhafaza için kimseye izhar-ı hâcet etmeyen ve minnet altına girmeyen...'' (Emirdağ Lahikası )
''...Nazar ile niyet mahiyet-i eşyayı tağyir (değiştirir) eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalb eder. Evet niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir.'' (Mesnev-i Nuriye)
Fıtraten insanın malik olamadığı , elinin yetiştiği veya yetişemediği tüm ihtiyaçlarını Sünnet-i Seniyeye tam ittiba ile âdi bir fiilden,salih bir amele dönüştürmesi kendi elindedir.
Tercihlerimiz ,bazanda tercih etmediklerimiz, hicret ettiklerimizle masumiyete ve cennete liyakat kesbeder , hürriyet ve izzet ile yaşar veya cehenneme liyakat kesbedecek eserler ile esarete talip oluruz vesselam...