Bombalar yağıyor üzerime…
Ölüm kusan bombalar…
İçim acıyor, her karış toprağım kana boyanıyor…
Yıkılıyorum enkaz enkaz, yüreğime hançer sokuluyor…
Hıçkırıkların feryatlara karıştığı, kanla gözyaşının kardeş olduğu, bomba seslerinin ambulans sirenleriyle buluştuğu yerdir benim sinem…
Evlerinin direği yıkılan kadınların yüzünü gözyaşları yıkıyor bu günlerde, sanki sonsuza kadar ağlayacaklar gibi. Babalarının yolunu bekleyen çocuklar yok artık, çünkü babaları yok, çünkü boyunlarına sarıldıkları adamların eve dönüşü hiç olmayacak.
İnsanların başını sokacak bir odasının kalmadığı, hastanelerin yıkıldığı, okulların bombalandığı yerim ben. Hamile kadınları öldürmenin kazanç bilindiği, insanlığın çarmıha gerildiği memleketim ben…
Kundaktaki bebeklerin kanına girildi, oyun oynayan çocuklar katledildi. Hücre hücre öldürüldüm, adım adım gasp edildim, her yanımdan su-i kaste uğradım, hunharca hıyanetleri, şeytanları ağlatacak ihanetleri yaşadım. Üzerimde dolaşan alçak tankların sancısıyla inledim…
Benim hamurum kanla yoğruldu; benim nefesim ölümdür, toprağım kabir… Gündüzlerim geceden karanlıktır, baharım karakış. Ben acıyım, ben kanayan yara, ben dolmayan çileyim; ben Gazze’yim…
Ayakta ölen yiğitlerin diyarıyım ben.
Ölümün koynunda yaşanıldığı halde terk edilmeyen, hürriyet ağacının kanla sulandığı aziz vatanım ben; ben Gazze’yim…
Sokaklarda çığlık çığlığadır çocuklar: “Zafer İslâm’ın, Allah-u Ekber!”
Anneler bebeklerinin yerine yüreklerine taş basarlar, kadınlar gözyaşlarıyla yıkarlar şehitlerini. Acıları büyür de ümitleri sönmez, içlerinde kıyamet kopar da umutları yıkılmaz; dudaklarında takat kaldıkça derler: “Zafer Müslümanların, Lâ ilâhe illallah!”
Duaların arşı titrettiği, öldükçe dirilen insanların yaşadığı yerim ben.
Gözlerinden akıttığı kanını, yüreğindeki imanıyla, sıradağlar gibi sabrıyla silen, ninnilerini mezarlara söyleyen, dua dua feryadıyla Allah’a yakaran annelerin davasıyım ben, ben Gazze’yim…
Gençlerin şehitlik hayali kurduğu, oyun çocuklarının zulme meydan okuduğu yerim ben, ben Gazzeyim…
Ben Gazze’yim; peki siz kimsiniz, nesiniz, neredesiniz?
Ey İslâm âlemi ses ver, hangi uykunun derinliğindesiniz, nasıl bir gafletin karanlığındasınız, niçin görünmüyorsunuz, neden ortaya çıkmıyorsunuz?
Yattığınız yetmez mi, “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın!” (Âl-i İmran; 103) diyen Kur’an’ın sabahında ne zaman uyanacaksınız? “Kâfir olanlar birbirlerinin dostudur; eğer birbirinize yardım etmezseniz yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk olur.” (Enfal; 73) Ayetinin ikazına kulaklarınızı daha ne kadar kapatacaksınız? "Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir." Diyen Peygamberin yüzüne âhirette nasıl bakacaksınız? (Buharî, Salât: 88; Edeb: 36; Mezâlim: 5; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18; Nesâî, Zekât: 67; Müsned, 4:405, 409.)
Kur'ân-ı Kerîm’in güneşinden gözlerimizi kapatarak gaflet sahrasında kalmamızın sonucu vahşet ve gaflet bizleri yağma edip perişan etti. Kur'ân'ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düştük. Yoksa birleşen su damlaları gibi, Kur'ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad etseydik, âlem-i İslâm’a âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtsaydık, uhuvvet ve muhabbetle İslâm kardeşliğini tesis etseydik böyle mi olurdu halimiz?
Uzaya merak saldık, fezanın derinliğindeki yıldızları keşfetmeye özendik; alt komşumuzu tanıyamaya rağbet etmedik. Yetimin sofrasında aş var mı derdi gündemimize girmedi, yoksulları koruyup kollamak aklınıza gelmedi; sadece kendimiz ve menfaatimiz hayatımızın esası oldu, ben merkezli yaşamaya alıştık. Ayrıldık, ayrıştık, uzaklaştık birbirimizden, bazen birbirimizle boğuştuğumuz da oldu, fitne tohumlarını saçtık içimize, iftirak düşmanına hayat hakkı tanıdık. Zalimler, despotlar, ipi küfrün elinde olan idareciler başımıza musallat oldu hep ihtilafa meydan verdiğimiz için.
Âlemin Reisi (Âleyhissalâtü vesselâm) ümmetini ikaz etmiş: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek zararlı, dehşetli şahısları, İslâmın ve beşerin hırs ve ayrılıklarından istifade ederek, az bir kuvvetle insanlığı paramparça eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır." (el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530; İbni Hibban, Sahih, 8:286.)
Ey ehl-i iman, ey Müslümanlar artık aklınızı başınıza alın! Hayatınızı muhafaza, hukukunuzu müdafaa etmek istiyorsanız iman kardeşliği kalesinin içine sığının. Birleşin, birleşin, birleşin; gücünüzü, kuvvetinizi, paranızı, aklınızı, birleştirin… İhtiraslarınızdan vazgeçin, tarafgirlik hastalığınızı tedavi edin, birbirinizle boğuşma ahmaklığına son verin; zaman muhabbet fedaisi olma, yüreklerin toplu atma zamanıdır, Îslâm kardeşliğini insanlığa armağan ederek medeniyet-i Muhammediyeyi sergileme vaktidir bu gün…
Birleşin ey İslâm ülkeleri, birleşin ey Müslümanlar, ey İslâm devletlerinin idarecileri, ey İslâm’ın mukadderatında kaderin rol biçtiği seçkin insanlar birleşin ve şu yüksek hakikate bigâne kalmayın: “Azametli, bahtsız bir kıt'anın; şanlı, talihsiz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâmdır.” (Hakikat Çekirdekleri, Bediüzzaman Said Nursî)