Genç kız, görüştüğü adamı şikayet edercesine anlatmaya başladı. “Hocam birbirimizi seviyoruz, evlenelim artık diyorum, o ise şu an erken diyor. Sanırım benimle ilgili zihni net değil, ben ondan ayrılmak istemiyorum” dedi.
Genç kıza görüştüğü adamla birlikte gelmesini önerdim ve bir hafta sonra birlikte geldiler.
Aldığım öyküde genç kız ile adamın birbirine uymayan birçok özelliği ve yaşantısı vardı. Fakat aradaki duygusallıktan bu meseleler konuşulmamıştı. Genç kızın dışa dönük bir yapısı vardı, çok sosyaldi. Adam daha muhafazakardı ve daha önce bir evlilik geçirmişti. 5-6 yaşlarında bir çocuğu vardı. Bu noktada temkinli davranıyordu.
Aralarında tartışma olup olmadığını sorduğumda; genç kız, erkek arkadaşının çok kıskanç olduğunu başka erkek arkadaşlarla konuşmasına karşı çıktığını söyledi. Benden tasdik istercesine “hocam bir kadın özgür olamaz mı, ben neden onun dediklerini yapayım ki? Biz eşit değil miyiz? Neden istediğim hayatı yaşamaya sınır konulsun ki?” dedi.
Ben de ona cevaben “ben özgürüm, o halde kırmızı ışıktan geçerim diyebilir misiniz?” dedim.
Genç kız şaşırarak beklemediği cevap karşısında sadece gülümsedi. Tasdik ederek “doğru söylediniz belli kuralların olması lazım ve bizim de o kurallara uymamız gerekir” dedi.
“Kainatta bir kanun vardır cansızlar dahi o kanuna uyuyor. Vücuttaki zerrelerimiz ve hücrelerimiz o kanuna uyuyor. Hiçbiri kendi başına “ben özgürüm istediğim hayatı yaşarım” demiyor. Eğer kendi başlarına intizamsız hareket ederlerse kıyametleri kopacaktır. Belli bir düzen için her yerde kanun ve kaide varsa neden huzur ve intizam için aile kurumunda da bir kanun ve kaide olmasın?”
Bunları dedikten sonra çalıştığı işyerinden örnek göstererek konuşmaya devam ettim.
“Diyelim ki siz bir kurumda çalışıyorsunuz. Kurumunuzun mutlaka bir idarecisi olur. Aynı zamanda onun ve sizin uymanız gereken belli kural ve kaideler olur. Eğer iş yerinizde o idarecinin varlığını kabul etmeyip, kurallara da karşı çıksanız ne olur? Hiç böyle yaptınız mı? Eğer böyle yaparsanız o kurum yer ile yeksan olmaz mı?”
Genç kız ikna olurcasına adama dönerek "tamam senin dediklerin olsun fakat evlendikten sonra bu kurallar başlasın" dedi
Şartlarını, sınırlarını ve kırmızı çizgilerini kaybetme korkusuyla genç kıza söyleyemeyen adamın mutluluğu yüzünden okunuyordu. Ve bir daha görüşmek için ayrıldılar.
Görüldüğü gibi aile içi dengeler maalesef artık tam sağlanamıyor. Aile gemisinin dümeni erkekte iken ve kadın gemide başka mühim işlerle uğraşırken bazı derin örgütler kadının kadına has vazifesini bıraktırıp erkeğin elindeki dümene elini attırıyor. Böylelikle aile gemisinin iç vazifeleri muattal kaldığı gibi bir o yana bir bu yana çevrilen geminin dümeni nedeniyle geminin kaza yapması kaçınılmaz oluyor. Zira bir direksiyon iki şoförün kontrolünde olmadığı gibi bir dümen de iki kişinin kontrolünde olmaz..
Son zamanlarda bazı kadın derneklerinin özgürlük adı altında aile içi dengeleri altüst edecek şekilde konferanslar düzenlemesi, beyanlarda bulunması aile birliğini temelden sarsmaktadır. İstanbul Sözleşmesi imzalandıktan sonra siyasi ve ekonomik olarak çok güçlü bir şekilde karşımıza çıkan bu dernekleri tanımayan yok gibidir. Karşısına şimdiye kadar kim çıkmışsa dünyevi cihetle çok zarar görmüştür. İhsan Şenocak, Abdurrahman Boynukalın, Abdurrahman Dilipak bunlardan sadece bir kaçıdır.
Her yere el atan bu kadın derneklerine İslami hassasiyete sahip hiçbir akl-ı selim şimdiye kadar destek çıkmamıştır ve çıkmayacaktır. Zira beyanatlarının İslamiyetle ve değerlerimizle zerre kadar alakası yoktur. Bundan mütevelllid bu zevatlar, dindar ailelere kendi meş’um fikirlerini empoze etmek için İslami makyajlı kişileri ön plana çıkarıp perde altında çalışarak ve gizli mesajlar vererek çalışmaktadırlar. Bu derneklerin ana teması ve ortak noktası kadın özgürlüğü adı altında erkek düşmanlığıdır.
Kaldırıldığı söylenen fakat fiiliyatta hükümleri devam eden ve o derneklere bir kaynak teşkil eden İstanbul Sözleşmesi'nin giriş kısmında şöyle bir cümle geçmektedir: "Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak hazırlanmıştır.”
Yani sözleşmeye göre kadın ve erkek hiçbir sebep olmaksızın ebedi düşman kabul edilmişlerdir ve aralarında daima savaş vardır. Bu sözleşme, olmayan bir savaşı cinsiyetler arasında körüklemektedir.
Halbuki kadın ve erkek savaşmak için değil yardımlaşmak ve bir aile kurmak için yaratılmıştır.
“Saadetin esaslarından nikâh ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veya birşeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun, ister ki, birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en lâtifi, en şefiki, "kısm-ı sâni" ile tâbir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, sûrî ve zahiri olan arkadaşlığı samimileştiren, kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâli olmasıdır.” (İşarat-ül i’caz)
Kanunların sosyal hayata yansımasının ilk tezahür yerleri karakollar, mahkemeler ve psikiyatri klinikleridir. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi'nden sonra yürürlüğe giren 6284 sayılı yasa ve ondan sonra dernekleşen kadın lobilerinin verdiği zararları mesleğim itibariyle ilk önce müşahede edenlerden biriyim. Bu nedenle çözüm için serd-i kelam etmek benim de hakkımdır diye düşünüyorum. Zira bunların etkilerinden dolayı çözemediğim ve içinden çıkamadığım nice sorun var.
Belki vicdanlı bir devlet ricali bu yazıyı görür de bu noktada bize uygun kanunları çıkarmak için kendi alanında ihtisaslı alimlerimizi, ilim adamlarımızı toplayıp istişare eder ve der ki “Yanıldık, herkese tam bağımsız Türkiye için yola çıktık dedik, özgür olduğumuzu söyledik fakat aile hukukumuzu sorgulamadan ve filtrelemeden Almanlardan aldık, medeni hukukumuzu İsviçre’den, ceza hukukumuzu İtalya’dan, idare hukukumuzu Fransa’dan aldık, aşureye döndük, biz de işin içinden çıkamadık, gelin hep toplaşalım kültürümüze uygun kanunlar çıkaralım.”
Teemmel…