Benim camilerim

Ahmet ALTAN

Son zamanlarda neredeyse her gün bana dinsizliği nasip ettiği için Allah’a şükrediyorum.

Dindarlarımızın, kendilerine “mülk” edindikleri, içeriye kimseyi sokmamak için sınırlarına büyük duvarlar ördükleri, teller çektikleri, “en uzun” minareler, “en geniş” kubbeler, “en görünür”camilerle korudukları “bahçelerinde” dolaşmaya pek vakit bulamadıklarını düşünüyorum çünkü.

Bizim gibilere de “buralara gelmeyin” diyorlar, “bu bahçelerde dolaşmayın”.

“Sizin dinden bahsetmeye ne hakkınız var” diye azarlıyorlar bizi.

“Allah’ın bahçelerini” yasaklıyorlar bize. Niye bu kadar haşinsiniz?

Bizim de o bahçelerde arada bir dolaşmamızın kime zararı var?

Siz en büyük camilerin minarelerinin boyunu hesaplarken, bir seher vakti, küçük bir caminin şadırvanında oturup, serin suların şırıltısını dinleyerek sabah ezanını beklemenin huzurunu tatsak, dininize, dindarlığınıza mı saldırmış oluruz?

Allah’ın evine bir sabah misafirliğimizi de mi çok görüyorsunuz?

Saygıda hiç kusur etmeden size dinle, dindarlıkla ilgili sorular sormamızdan neden gocunuyorsunuz?

Bu soruları sormayalım diye mi o bahçeleri bize yasaklıyorsunuz?

Dini ve dindarlığı anlamaya çalışmamalı mıyız?

Bize anlatılan dinle dindarların davranışları aklımızda yan yana gelemeyince, sorular sormamalı mıyız?

“Bir dinsiz bizi nasıl dinle yargılar” diyorlar.

İzin verirseniz ben size kendi kitaplarımdaki çok sevdiğim bir Şeyh Efendi’den ödünç aldığım bir sözle cevap vereyim.

“Kimseyi kendi ahlakınla yargılama, herkesi kendi ahlakıyla yargıla.”

Bir dindarın yaptıkları, o dindarın ahlakıyla yargılanmazsa, neyle yargılanır?

İşkenceye sessiz kaldığınızda, cinayetler karşısında sustuğunuzda, acılara arkanızı döndüğünüzde, yaptıklarınızı Allah’ın ve peygamberin sözlerini mihenk alarak “yargılamak” çok mu büyük haksızlık?

Bir dindarın “amelini” yargılamak için başka bir “ahlak”, başka bir ölçü mü var?

Yoksa sizi hiç anlamaya çalışmamalı mıyız, bunu mu söylemek istiyorsunuz?

Bizim görmemizi istemediğiniz için mi bize o bahçeleri yasaklamak istiyorsunuz?

Evet, o camilerde namaz kılmıyorum.

Evet, yapacağınız büyük camilere gitmeyeceğim.

Ama ben bir geceyarısı, ışıklarının çoğu sönmüş, kandil misali iki üç lambası yanan bir caminin içinde bağdaş kurup oturarak kendi “hiçliğimle” karşılaşmayı, kendimden dahi vazgeçerek o caminin“sahibine” sığınmayı, ne kubbede, ne minberde, ne duvardaki hatlarda, ne kalın gövdeli sütunlarda aradığım “bir soluğu”, bir “sonsuzluğu”, gözlerimi diktiğim solgun bir halının şekillerinde görüp hissetmeyi, bunun hazzına bir anlığına da olsa varmayı, bir lahzalığına beni yaratana karışıp kaybolmayı seviyorsam, bunu bana çok mu göreceksiniz?

“Bir dinsizin camide ne işi var” mı diyeceksiniz?

Demeyin.

Seherin serin şadırvanları, geceyarılarının ıssız ve loş camileri herkesin.

Bizi beş vakit oralara davet eden biri var.

Davet vaktinde gelmiyorsak da başka vakitlerde ziyaretimiz, “davet sahibiyle” aramızda bir mesele.

O, kapılarını kapatmak istediğinde kapatır, kapattığı da olmuştur, açmak istediğinde açar, o kapıların muhafızlığını siz yapmayın, haksızlık etmiş olursunuz.

Sizin, geceyarılarının kimsesiz camilerinden, sabahın serin sessizliğinden değil de “çok büyük”, “çok gösterişli” camilerden hoşlanmanızı sorguluyorsam, bunu kötülük olsun diye yapmıyorum.

Gerçekten anlamadığım için soruyorum.

Benim o huzuru, o muhteşem sonsuzluğu, zamansızlığı, o hiçliği, yok oluşu, bütün geçmişini ve geleceğini unutabilmeyi o küçücük camilerde bile bulabilmem dinsizliğimden mi? Dindar olsam o camilerde bulamaz mıydım aradığımı?

Ben camiye gittiğimde af dilemeye gitmiyorum, bir iyilik istemeye gitmiyorum, bir yardım için yalvarmıyorum, cennetine talip olmuyorum, cehenneminden sakınmıyorum, ben camiye gittiğimde“her şeye razı olmak” için gidiyorum, teslim olmak için gidiyorum, tek bir anlığına bile olsa o sonsuzluğa karışabilmek, o sonsuzluğun kokusunu duyabilmek için gidiyorum.

Yasak mı edeceksiniz bana oralara gitmeyi?

Bunlardan söz etmeyi yasak mı edeceksiniz?

Bırakın arada bir gideyim, bırakın arada bir anlatayım, bırakın arada bir o sonsuzluğa kendini adamış insanlar olarak “insanların acılarına nasıl bigâne kalabildiğinizi” sorayım.

Ben o bahçelerin muhafızı değilim, olmayacağım, o bahçelerde gezinmeyi seven biriyim yalnızca.

Bir yabancıyım.

Bir yabancıya bile yabancılığını hissettirmeyen âlicenaplığın misafiriyim.

Yabancılığımı o kadar da vurmayın yüzüme.

Kimseyi “yabancı” görmeyen bir kudretin kulusunuz neticede, bırakın “yabancı” olduğumu ben söyleyeyim, siz bana “ev halkından biri” gibi davranma yüceliğini gösterin, bir camide bulduğumu sizde de aradığım için kızmayın bana, bulduğumdan çok hoşnut olduğum için arıyorum onu, her yerde aradığım için sizde de arıyorum.

Taraf

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (27)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.