Benimle görüşmek iki şekilde olur

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

(Benimle görüşen veya görüşmek arzu eden dostlara bir düsturdur ki, uzakta bulunan bir kısım kardeşlere yazılmıştır.)

Benimle görüşmek arzunuzu hissettim. Kardeşlerim, benimle görüşmek iki cihetle olur:
Ya dünya cihetiyle
, yani hayat-ı içtimaiye-i insaniye itibariyledir. Şu cihetteki kapıyı kapamışım.
Veya hayat-ı uhreviye ve hayat-ı mâneviye cihetiyledir. O da iki vecihledir.

Biri: Şahsıma haddimden fazla hüsn-ü zan edip şahsımdan, bir istifade-i maneviyeyi niyet etmektir. Şu veçhi de kabul etmem. Çünkü, ben Kur’ân-ı Hakîmin sırf bir hizmetkârıyım, o mukaddes dükkânın bir dellâlıyım. Şahsî dükkânımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmayacağım ve çıkarmak istemiyorum. Çünkü, Kur’ân-ı Hakîmin kudsî elmaslarının kıymetlerine şüphe îras etmemek için, perişan ve şahsî dükkânımda bulunan kırık cam parçalarını satsam, hakikî sarraf olmayan müşteriler, dellâllık vaktinde elimde gördükleri elmaslara da şişe nazarıyla bakabilirler; zihinlerine bir iltibas, bir şüphe gelir. Onun için, şahsî dükkânımı kat’iyen kapamışım. Bana o mukaddes dükkânın hizmetkârlığı yeter. Müflis bir hizmetkâr olsam, daha hoşuma gidiyor.

İkinci vecih şudur ki: Kur’ân hesabıyla ve dellâllığı ve hâdimliği noktasında benimle görüşmektir. Şu vecihte gelenleri ale’r-re’si ve’l-ayn kabul ediyorum. Fakat bu görüşmek için şark ve garp mâni olmaz. Belki yerin üstü ve altı dahi birdir. Sureten görüşmeye o kadar lüzum yok.

Şu münasebetin de ve manevî görüşmenin de üç meyvesi var:

Birincisi: Dellâllık ettiğim mukaddes dükkânın mücevheratını benden almaktır. İşte o dükkândan şimdilik on iki küçük cevherleri size gönderdim.

İkinci meyvesi: Beş farz namazını kılan ve yedi kebâiri terk eden zâtları, şu manevî münasebet ve görüşmek neticesi olarak, âhiret kardeşliğine kabul ediyorum. Ben her sabah manevî kazancım ne ise, o âhiret kardeşlerimin sahife-i a’mâline geçmek için Cenâb-ı Hakkın dergâhına niyaz edip hediye ediyorum. Onlar dahi beni manevî hayratlarına ve dualarına hissedar etmelidirler-tâ hisselerini kazancımızdan alsınlar.

Üçüncü meyvesi: Onları yanımda ya hakikaten veya hayalen hazır edip beraber dergâh-ı İlâhîye el açıp dua ederek ve Kur’ân’ın hizmetine dair el ele, kalb kalbe verip gayet ciddî bir surette rapt-ı kalb etmektir. İşte, kardeşlerim, size şu üç meyve şimdiden hâsıldır. (Barla Lâhikası, 219)

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursi

SÖZLÜK:
âhir : en son
biçare : çaresiz
cezâ-yı amel : yapılan işin karşılığı
cihet : şekil, yön
dellâl : duyurucu, ilân edici
dest-i ihtiyar : ihtiyar eli; irade ve dileme eli
düstur : kâide, kural
ehemmiyetsiz : değersiz
eşna’ : çok şenî, en kötü
fıtrat : yaratılış, mizaç
gıybet : bir kimsenin arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşma, çekiştirme
habbeyi kubbe görme : çok küçük bir şeyi çok büyük görme
hayat-ı içtimaiye-i insaniye : insanın toplumsal hayatı
hayat-ı mâneviye : mânevî hayat
hayat-ı uhreviye : âhiret hayatı
hizmetkâr : hizmetçi
hüsn-ü zan : güzel düşünce
içtimâ : toplanma, bir araya gelme
iffet : namus
iftira : delilsiz olarak, haksız yere birini suçlama
istifade-i mâneviye : mânevî istifade
işâa : yayma, duyurma
ittiham etmek : suçlamak
kahr-ı İlâhî : Allah’ın kahrı
kaviyen : kuvvetle
kemâl-i itimad : mükemmel bir güven
kudsî : kutsal
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
maruz kalma : tesiri altında kalma
mebhas : bahis, konu
memul : umulan, ümit edilen, beklenilen
muhabbet : sevgi
mukabil : karşılık
mukaddes : her türlü kusur ve noksandan yüce, kutsal
nev’i : çeşit, tür
suret : biçim
şayia : yayılmış haber, yaygın olan söylenti
şenî : kötü, çirkin, alçakça
şüphe îras etme : şüphelendirme, şüphede bırakma
vasıtasıyla : aracılığıyla
vecih : şekil, tarz
âhiret : öteki dünya
ale’r-re’si ve’l-ayn : baş göz üstüne
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
dellâl : duyurucu, ilân edici
dergâh : Allah’ın yüce katı
dergâh-ı İlâhîye : Allah’ın dergâhı, kapısı
garp : batı
hâdim : hizmetçi
hakikaten : gerçekten
hakikî : asıl, gerçek
hâsıl : meydana gelen, ürün
hayrat : hayırlar
hissedar : pay sahibi
hizmetkâr : hizmetçi
iltibas : karıştırma
kat’iyen : kesin olarak
kebâir : büyük günahlar
mâni : engel
mukaddes : her türlü kusur ve noksandan yüce, kutsal
mücevherat : mücevherler, kıymetli şeyler
müflis : iflas etmiş
münasebet : alâka, ilgi
nazar : bakış
niyaz : dua etme, yalvarıp yakarma
rapt-ı kalb : kalben bağlanma
sahife-i a’mâl : yapılan işlerin yazılmış olduğu sayfa
sarraf : anlayan, değer veren, ku-yumcu
suret : biçim
sureten : şekil olarak, yüz yüze
şark : doğu
vecih : şekil

Risale-i Nur Haberleri