Cezasız kalmış haksızlık, bütün kötülüklerin hem en büyüğü, hem de ilkidir” der Sokrates.
Cinayet işleyerek, hainlik ve zorbalıkla iktidarı ele geçiren ve ölümüne kadar hüküm süren Arkhelaos’tan açılmıştır söz. Onun mutlu olduğunu tahmin eden arkadaşına katılmaz büyük düşünür. Ona göre “suç işleyen veya suçluluk duygusunu içinde taşıyan insan her zaman mutsuzdur. Üstelik işlediği suçlar cezasız kalırsa ve yaptıklarının cezasını çekmezse, mutsuzluğu da artar”.
“Asıl acınacak ve zavallı olan, haksız yere öldürülen değil midir?” diye sorar arkadaşı? Sokrates’in cevabı muhteşemdir: “Onu öldüren kadar değil”.
Suçluyu cezalandırmak, sadece adaletin gereği olarak mağdurun hakkını iade etmesi bakımından değerli değildir; o aynı zamanda bizzat suçu işleyen için de iyileştiricidir. “Kişi haklı olarak cezalandırılmışsa, ruhu iyileşir”; “çünkü insan büyük bir kötülükten kurtulur. Bu nedenle acıya katlanıp sağlığına kavuşmak onun yararınadır”.
***
Geçmişle yüzleşmek, darbecileri, muhtıracıları ve derin çeteye karışıp can yakmış olanları yargılamak, sadece onların kurbanlarının hakkını almak bakımından değerli değildir. Bu zaten kaçınılmaz ve vazgeçilemez bir ödevdir; olmak zorundadır.
Ama vaktiyle şeytanın arka bacağı olarak görev yapmış bazı gazetecilerin sandığı gibi sadece “rövanşist” yani öç almacı bir duygudan dolayı değil (Bu da olabilir tabii); sonuçlarından bağımsız olarak adaletin yerini bulması için.
Bu, cürüm işleyenleri de arındırmanın tek yoludur.
Bazen işlediği günahın yükü omuzlarına ağır gelen ve vicdanının sesini dinleyip, “ne olacaksa olsun” diyen insanlar çıkar ve yükünü hafifletir. Tıpkı son zamanlarda, derin devlet içinde yer aldığını itiraf edip arınmaya çalışanların yaptığı gibi.
Ama insanların çoğu Makedonyalı Arkhelaos gibi davranır. Ömür boyu cezadan kaçmaya çalışır, mahkemenin onu suçlu bulmaması için adaleti yanıltmaya uğraşır, bilinç düzeyinde bunun kendisi için daha iyi olacağını düşünür. En başta kendisini, sonra başkalarını ikna etmek, suçunu mantığa büründürmek, cürmünü haklı göstermek için mazeret arar.
Ama kendisiyle baş başa kaldığında ne yaptığını bilir. “İnsan kendi kendisinin şahididir” (Kıyame, 14) diye yazar Kuran, “Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (İsra, 14).
İşte bu yüzden de arınmamak ona iyi gelmez; topluma da.
***
“28 Şubat ... yüzleşilmesi gereken bir dönemdir. Ancak bu hesaplaşma nın bugün yargı önünde yapılması yanlıştır” diyor Ergun Babahan.
Bence haklı değil. Her şeyden önce, biz bunu söylemeye ahlaken yetkili olamayız. En fazla kurbanlardan bağışlama dileyebiliriz; ama o da divan kurulup hüküm verildikten sonra.
“O dönem gazetecilerin askere hayır deme gücü yoktu. Gazete yöneticileri çıkarları kadar, kendi can güvenlikleri için de askerle işbirliği yapmak zorundaydı” diyor.
28 Şubat’ta Kartel Medyası “Batı Çalışma Grubu” adlı yasa dışı örgüt ile işbirliği içinde o suçları sadece “görev” olarak işlemedi; aynı zamanda tadını da çıkardı. Ama ne fark eder ki? Her iki durumda da arınmaya ihtiyacı olduğu açık.
Sadece “katsayı”yla istikbalini kararttıkları kenar mahalle çocuklarının günahı yeter onlara.
İntikam için değil. Hiçbir tazminatla telafi edilemez biçimde hayatları tahrip edilen milyonların “hayfını almak” için değil.
Sadece adalet için.
Ve adalet onlara da iyi geleceği için. Er veya geç olmalı bu yargılama.
Gelin yine Sokrates’le bitirelim. Ne diyor büyük düşünür?
“Adalet, ruhu tedavi eden tıp gibidir” ve “mutlu insan cezasını çekendir”.
Star