Bismillahirrahmanirrahim
Birinci Sual: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise, niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?
Elcevap: Hayattadır. Fakat merâtib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten, bazı ulema hayatında şüphe etmişler.
Birinci tabaka-i hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir.
İkinci tabaka-i hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet değillerdir. Bazen, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde, ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, "makam-ı Hızır" tabir edilir. O makama gelen bir velî, Hızır'dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat Bazen o makam sahibi, yanlış olarak ayn-ı Hızır telâkki olunur.
Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar. "Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, şeriat-i Muhammediye (a.s.m.) ile amel edecek" * meâlindeki hadisin sırrı şudur ki:
Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccalı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek.
Dördüncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'ân'la, şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir; fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez.
Nasıl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur. İşte, âlem-i berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla, şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve katîdir. Hattâ, Seyyidü'ş-Şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahu Anh, mükerrer vakıatla, kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiş. Hattâ, ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte'l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus'un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz'î rüya, bazı şerâit ve emâratla, geçen hakikate bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.
Beşinci tabaka-i hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet, mevt, tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir; idam ve adem ve fenâ değildir. Hadsiz vakıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Zaten beka-i ruha dair Yirmi Dokuzuncu Söz, bu tabaka-i hayatı delâil-i katiye ile ispat etmiştir. (Mektubat, 1. Mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ÂHİRZAMAN : Dünyanın son zamanı ve son devresi. Dünya hayatının kıyamete yakın son devresi.
ÂLEM-İ BERZAH : Ruhların Kıyâmete kadar bekledikleri âlem.
BEDEN-İ MİSÂLÎ : Bedene benzeyen. Bedenin görünmeyen bir misâli.
BERZAH : Ölümden sonra, Kıyâmete kadar yaşanacak âlem; İki âlem arasındaki geçit âlem; Perde.
BEŞERİYET : İnsanlık.
CEREYÂN-I KÜFRİYE : İnançsızlık cereyanı,akımı.
CESED-İ NECMÎ : Parlak, şeffaf cesed.
CÜZ'Î : Azdan olan, parçaya âit olan, pek az, kıymetsiz.
DECCAL : Kıyâmet kopmadan önce gelen, İslamiyeti ortadan kaldırmaya çalışan, dinlere savaş açan, yalancı, aldatıcı, hilekâr kimse.
EHL-İ KUBÛR : Kabirdekiler, ölüler.
EHL-İ KUBÛR : Kabirdekiler, ölüler.
EHL-İ ŞUHUD : Perdeli olan ve maddi duygularla bilinemeyen hakikatleri keşfeden ve gören veli.
EMÂRÂT : İşaretler, belirtiler.
EMVÂT : Ölüler, meyyitler.
ERVAH-I EVLİYÂ : Evliya ruhları..
EVLİYÂ : Çok ibâdet ederek ve günahlardan kaçarak mânen Allah'a yakın olan kimse; Allah dostu.
FELSEFE-İ TABİİYE : Herşeyi tabiata dayandıran felsefe.
FİRÂK : Ayrılık, ayrılma, hicran.
HAYAT-I RUHÂNÎ : Ruhen yaşanan yer.
HURÂFÂT : Aslı esâsı olmayan bâtıl rivâyetler, batıl inanışlar.
ITLÂK-I RUH : Ruhun serbest bırakılması.
İLTİCÂ : Sığınma.
İNKÂR-I ULÛHİYET : Cenâb-ı Allah'ı inkâr fikri.
İSTİLÂ : Kaplama, yayılma, ele geçirme.
KAYIT : Bağ, sınır.
KEMÂL-İ KEREM : İhsânın mükemmelliği, kusursuz ikram edicilik
KEMÂL-İ SAADET : Mükemmel mutluluk.
KESB : Çalışmak, emek sarf etmek, işlemek, yapmak, kazanmak.
KEŞİF : Olacak birşeyi evvelden anlama; gizli birşeyin Allah tarafından birisine ilhâm edilmesi yoluyla bilinmesi.
LETÂFET : Güzellik, hoşluk, nezâket, hafiflik, yumuşaklık, tatlılık.
LEVÂZIMÂT : Lâzım olan şeyler.
MAHALL-İ DEFN : Ölünün toprağa gömüldüğü, defnedildiği yer.
MAKAMÂT-I VELÂYET : Evliyalık makamları, dereceleri.
MAZHAR : Nâil olma, şereflenme, kavuşma, ortaya çıkma ve görünme yeri.
MEÂLÎ : Kısaca mânasına ait.
MENÂMEN : Uyuyarak, uyku halinde olarak
MENZİL : Ev, oda, yer, mekân, durak.
MERÂTİB-İ HAYAT : Hayatın mertebeleri, tabakaları, kısımları.
MEVT : Ölüm; hayatın sona ermesi.
MUKAYYED : Bağlı, kayıtlı, sınırlı.
MUTÂBIK : Uygun, muvâfık.
MÜHİM : Önemli, ehemmiyetli.
MÜTELEZZİZ : Memnun, lezzetlenmiş.
NÛRÂNİYET : Aydınlık, parlaklık
RÜYÂ-YI SÂDIKA : Doğru olan rüya. Peygamberimiz'in (a.s.m.) göründüğü rüyâ.
SEMÂVÂT : Gökler.
SEYYİDÜ'Ş-ŞÜHEDÂ : Şehitlerin efendisi, pîri, başı.
ŞAHS-I MÂNEVÎ : Bir şahıs olmayıp, kendisine bir şahıs gibi muâmele edilen şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar; belli bir kişi olmayıp bir cematten meydana gelen mânevî şahıs. Tüzel kişilik.
ŞERÂİT : Şartlar.
ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE : Hz. Muhammed'in (a.s.m.) Allah'tan getirdiği İslâm dîni.
ŞÜHEDA : Şehidler.
TAHTE'L-ARZ : Yeraltı, yerin alt tabakaları.
TARÎK-I HAK : Hak ve hakikat yolu.
TASAFFÎ : Saflaşma, temizlenme, durulaşma.
TEBDİL-İ MEKÂN : Mekân değişikliği, yer değiştirme.
TECERRÜD : Sıyrılma, soyunma, çıplak olma.
TECERRÜD : Sıyrılma, soyunma, çıplak olma.
TELÂKKÎ : Anlama, anlayış, kabul etme.
TEMESSÜL : Birşeyin bir yerde sûret ve mâhiyetini aksettirmesi, benzeşme, cisimleşme, şekillenme
TENVİR : Nurlandırma, aydınlatma.
TENVİR : Nurlandırma, aydınlatma.
TERHİS : İzin ve ruhsat verme, serbest bırakma, salma, kurtarma.
TEVÂTÜR : İçinde yalan ihtimâli bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluşan büyük bir topluluğa ait haber.
VAHY-İ SEMÂVÎ : Beşerin düşünerek yapmasına imkân olmayan, Allah tarafından melekle Peygambere gelen vahiy.
VÂKIAT : Olaylar, olmuş hâdiseler.
YAKAZA : Uyanık, şuurlu ve dikkatli bir vaziyette.