14 Haziran'da bu sütunda "Her Beşerden Faruk Olması Beklenir mi?" başlığıyla, Faruk Beşer hocamızın özelinde, onun bazı yersiz ve temelsiz iddia ve tespitlerine, anladığımız ve yazabildiğimiz kadarıyla bir yazıyla cevap vermeye ve bazı hususları açıklamaya çalışmıştık. Epeyce arkadaş, hissiyatlarına tercüman olduğumuz bu nezih üsluplu yazımızı, takdirle karşılamış ve tebrik etmişti. Bunlardan, üzerinde emeğimiz de olan bir öğretmen arkadaşımız da bizden izin alarak yazıyı hocamıza göndermişti.
Bu arada, Beşer hoca da daha önce bu sayfada üç yazı ile ipliğini pazara çıkardığımız yazarın "Beşer hoca'ya zinhar hücum etmeyin "Sikke-i Tasdik" kitabından başlar ha!" şekkindeki ihbar ve ikazı ile hiç üşenmemiş "Sikke-i Tasdik-i Gaybi" kitabını ortasından, sonundan şöyle biraz karıştırarak, "Üstada itirazda haddimi de bilirim." göstermelik notundan sonra, son asrın 'yüksek karton kuleden ulema' keyfiyetine ve 'İslam'da Sosyal Güvenlik' doktorasına da güvenerek 'şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler' misali, dört madde halinde yazdığı itirazlarını, gazetesinin aklı başında yöneticileri yayımlamayınca, kendi sayfasında yayımlamıştı. Bir arkadaşın bana gönderdiği uzun ve bol 'kale, kıleli' yazısında hoca, nurcuları, batinilikten tut hurufiliğe, fırkacılıktan tut blokajcılığa kadar, cenaze bidatçığlığından tut dalaletçiliğe, Kur'an-ı Kerim'i risaleye tâbi kılma (haşa) yalanından tut, tehevvür tesbitine kadar bir dizi suçla mahkûm ediyor ve ulema edasıyla ikaz ediyordu.
Bu arada hoca, öğretmen arkadaşın kendisine iletip arz ettiği bizim yazımıza da sağ olsun, bir cümle ile cevap vermişti. Fıkıh, ilim, ulema, fırka, cehalet, cahil kelimelerini dilinde pelesenk eden hoca arkadaş, bir cümlecik cevabında, bu sefer siyaseti de işin içine katıyor ve bizim yazıya "Demirel'den miras kalan demagojiden başka bir şey var mı? İnsaflı olan söylesin" mukabelesinde bulunuyordu. Böylece yeni mesleğimizi de Hoca'dan öğrenmiş olduk. Bana, aileme, dostlarıma, Risale Haber'e hayırlı olsun. Hem de bu mesleğimiz Demirel'den miras kalmışmış! Ne âla değil mi? Trabzon'da sivil toplumdan tut esnaf dünyasına, dindar çevrelere kadar epey bir çevreyle tanışıklığımız ve sohbetimiz vardır. Şahsım için aceleci, iknada ileri, iş bitirici gibi çeşitli iltifat ve yakıştırmalar yapılmıştı ama bu yeni icad demagoji yaftasını hiç duymamıştım. Sağ olsun, hocadan bu ödülü de almış olduk.
Nefsim itibariyle her türlü hakarete açık ve müstahakım. Beşer hoca bir tokat da vursa, şahsıma tembel, nefisperest, hodgam, hodbin de dese, elimi kaldırmam, ağzımı açmam, müstahakım derim. Zaten söz konusu yazımda baştan aşağı nezih bir üslûbu ve teşrihi tercih etmiştim. Onu, iyi niyetli biliyordum ama öyle değilmiş. Hocam artık sen böyle bir üslûbu hak etmiyorsun. Bu mesele ne şahsımı ne de hocayı ilgilendiriyor. Artık pandoranın kutusunu açma zamanı geldi. Çünkü bu mesele, bir davayı, küllî bir hizmeti, bu hizmetin mebdeindeki insanları ve onların emsâlsiz çilelerini, bin bir fedakârlığın neticesinde ortaya çıkan bir şahs-ı maneviyi, bir yönüyle ittihad-ı İslam'ı, namus-u İslâm olan uhuvveti, ihlası, binlerce isimsiz kahramanının alın terini ilgilendiriyor. Bu hizmet, masa başındaki fırka söylencelerine, uydurma duyumlara, birtakım "kale, kılelere", bazı basiretsizlerin günah çıkarma seanslarına ve hezeyanlarına feda edilebilir mi? İnsan ilim adamı titrili de olsa, haber-i vahidle yetinmez, hele irtibatsız bir mübtediye hiç güvenmez, cehle ve eksik bilgiye dayalı, kendi hayal dünyasının kırıntılarını gazete veya medya köşelerinde yazmaz. Veya yazarken insan biraz düşünür, sorar, sormadan, aslını öğrenmeden yanlış yazdığı için de yüzü kızarır, biraz ar eder.
Şu paragrafa bakar mısınız? "İslamın temel değerlerine saldırılara sessiz kalan nurcular, ön kabullerine saldırılar olunca, küheylan kesiliyor."
Binlerce yuh olsun görmeyen göze, işitmeyen kulaklara! Beyefendi bunu yazarken, "Gençlerin yüzde sekseni İslam'ı Risale-i Nur'la tanımıştır" diyen, değerli insan hocanız Ruhi Özcan hocamızın ruhaniyetinden de mi utanmadınız? O gençleri İslam'ı Risale-i Nur yoluyla melekler mi buluşturdu? Binlerce vakıf, esnaf, memur ve öğrenci, sizler gibi maaş alıp oturarak değil; hem maddeten yardım ve emek verip hem de zaman ayırarak, her hafta çeşitli görüşme ve meşveretlerle muhtaçlara iman hakikatlerini ulaştırmak ve dünyanın dört bir yanına koşmak için çalışıyor. Bu gayret gösteren insanları yok saymak, nasıl bir kararmış vicdan ve küle dönmüş bir başın ürünüdür? En azından bunca hizmetten habersiz olmak ayıp değil midir? Ben de sana sorayım siz ne yaptınız hocam? Kaç gün sabahladınız, İslam'ın derdi için? Kapıda bekleyen insanları asrın hastalıklarından kurtarmak için, derde deva ne yaptınız da devasa hizmeti küçümser tavırlara yatıyorsunuz. Bana fıkıh kitapları, falancanın fıkhını yazdım demeyiniz sakın. Yazdığınız fıkıhla insanları buluşturmak için ne yaptınız? Bu ne aymazlıktır? Sizin eksik, garez ve yalan dolu yazınıza cevap vermeyelim mi yani? Elimiz kolumuz bağlı mı dursun? Siz ulema ayaklarına yatarak, ayar vermek süsüyle bunları yazarken bize ne düşer?
Örtüyü fürûata, namazı işârâta, soru çalmayı âdâta, aldatıp arkadan vurmayı icraata döken bir yapıyı, zamanında cemaat belleyip içinde bulundunuz. Hatta bu icraatların fıkhını bile anlamaya çalışmıştınız. Bundan pişman olduğunuzu anlıyoruz. Şimdilerde bunu unutma ve unutturma numaraları yaparak, bu yanlış ve vartanızın acısını güya çıkarmak için, müstakim, ehl-i sünnetten başka bir düsturu, kaidesi, yolu yordamı, ajandası olmayan bir camiayı basit, bir iki indî, şahsî görüşünüze, zannî şeylerle mahkûm etmeye çalışmak, güya munsıf olan size yakışır mı? Cemaat kelimesinin aklınızdaki yeri, sadece bu tedhiş örgütü ile sınırlı olunca, gözünüz seçemez, aklınız belli sınırları aşamaz olmuş. Bizim dostane ikazlarımızı, doğru hatırlatmalarımızı, işin aslını anlatan yazımızı dikkate bile almamışsınız. Aklınızla güya dalga da geçerek, işi demagoji ayaklarına kadar düşürmüşsünüz.
"Size yalan söylüyorsunuz demekten ar ederim" demiştim. Onu geri alıyorum hocam ve ilaveten çarpıtıyorsunuz da diyorum. Çünkü "azîm bir hata ve bidatın başlangıcı" dediğiniz mezar defininde Risale okuma kuyruklu yalanınızı aslını izah etmemize rağmen, işin aslını okumadan sürdürmüşsünüz. Üstad olarak seçip aynı yalanı ve iftirayı dinlendirmede kol kola girdiğiniz şahıs ve size tekrar ediyorum ki mezarda defin sırasında Kur'an yerine değil, bütün işlem ve defin bittikten sonra, ölümün mahiyet ve hakikatini anlatan ve geride kalanları teselli mahiyetinde bir kaç paragraflık yeri okumak, ne yaygın bir uygulamadır ne bir hatadır ne de iddia ettiğiniz gibi bir bida niteliğindedir.
Bütün ömürlerini Kur'an'ın yeryüzünde cemaatsiz kalmaması için harcayan ve bütün gayesi, başta kendimiz, muhtaç ehl-i imanı Kur'an hakikatleri ile buluşturmak olan bir topluluğa yakıştırdığınız ve beni de kahr ederek dağlayan şu iftiraya bakar mısınız? "Mushaflar, Risaleler, onunla yazılı diye bir yazı türü ile basılması ve cahillere Kur'an'ın bile Risalelere tâbî kılındığı intibaı verilmesi, doğru olur mu?" Allah aşkına bu cümleyi yazmak ve kendisini güya düzeltici, munsıf, ikaz edici, orta yolu bulucu olarak ilân eden birine yakıştı mı? Bu cümleyi, kalbi parçalanmadan, eli titremeden, normal bir insan yazabilir mi? Ya hocam böyle bir hurafeyi şimdiye kadar ne azılı bir din ve Risale düşmanı ne de ahmak bir dost dinlendirmişti. Size nasip oldu. Madalya olarak saklayabilirsiniz.
Arkadaş, böyle bir hurafeye inanmak kadar bir cehalet olur mu ki bir de cahillere Kur'an'ı bile Risaleye tâbî kılma intibaı verilmiş olsun. Hüsrev abinin yoğunlukla Risaleleri yazması, zaten Kur'an'ı Üstadın işaretlerinden ve yol göstermesiyle yazmasından sonraya denk geliyor. Hüsrev abi, Üstadın tarif ve yol göstermesiyle Kur'an'ı harekeli ve açık, güzel bir hatla tevafuklu olarak yazmaya başlıyor. Risaleleri ise yüzlerce yazanlardan biri olarak, daha sonra Osmanlıca olarak yazıyor. Yazdığı Kur'an açık ve harekeler yerli yerinde hem de binlerce tevafukun göründüğü bir hat ile olunca, ehli tarafından takdirle karşılanıyor. Şimdilerde Diyanet bile tasdik ediyor zaten. Birbirinden farklı ve alakasız bu iki hizmeti karıştırmak, hem de bunu Mushafı, Risaleye tabi kılmak gibi yorumlamak, nasıl bir zihin karışıklığı ve akıl tutulmasıdır?
Yine yazımızda cevap vermemize rağmen, unutma ya da kale almama numaralarına yatarak bozuk plak misâli "Bediüzzaman'ı görmek, insana bir kutsallık kazandırmaz" demiş bay hocamız. İnsaf biraz da izan lazım insana diyeceğim ama yazısının başlangıcında "munsıf bir eleştiri" yazdığı için ne diyeceğimi şaşırdım. Bediüzzaman'ı görmek insanı kutsal yapsaydı, birinci reisten tut onun idamını isteyen savcıya, ona zehir içiren herkes kutsal olmaz mıydı değerli hocam? Burada mesele Bediüzzaman'ı görmek değil; mesele ona en ağır şartlarda hatta ona selam vermenin dahi cesaret istediği bir dönemde, çocukluğunun ve gençliğinin baharında çeyrek asır Bediüzzaman'ın yanında ve hizmetinde bulunmak, Kur'an hakikatlerini yazmak, yaymak ve ilân etmenin edep ve âdâbını talim etmektir. Biz bu insanları kutsal görmeyiz, sizin bir zamanlar birilerini kutsal gördüğünüz gibi. Sadece Allah dostu oldukları için severiz, hürmet ederiz. Bildiklerimizi ve varsa yanlışları onlara söyler ve ikaz ederiz, etmişiz de. Bunda ne var ki bunu dilinize dolayıp bir yazınızda hadsiz bir şekilde "Allah'ın hakkını alıp onlara vermek gibi" bir hükümde bulunmuşsunuz. Onun da cevabını ilk yazımızda vermiştik ve 32. Söz'de muhabbet bahsini okumanızı önermiştik. Bizim gibi elife mertek diyen bir cahilin, sizin gibi ulema parçasına tavsiyede bulunması bile Bediüzzaman'ın bir kerâmâtı değil midir?
"Cemaat, sadece Resulullah (asm) ve sahabe gibi inanıp yaşayan ana damardır. Fırka ise, bir Üstada bağlı olup hakikati sadece onunla tanıyor olmaktır" buyurmuş hocamız! Devamında da fıkhını yazdığı cemaati, "Cemaati, cemaat zannettik hata ettik. Cemaat, tektir ve ehl-i sünnettir" tespitiyle hatasını itiraf etmiş. Değerli hocam, nasıl o zaman yanıldınız, şimdi de ehl-i sünnet cemaatleri butlanla suçlamak yanılgısına düşmüşsünüz. Bu gidişle ömrünüz yanlışla ve yanlışlarınızı düzeltmekle geçecek. Fakat bu cahil ve dahi Demirel'in varisi demagog din kardeşiniz size âcizâne "Değerli hocam öncekini bilmem, fakat bu sefer ki yanılmanız, cehalet ve inadınızdan kaynaklanıyor. Olur mu yahu doktora yaptım, şimdilerde tefsir de yazıyorum, demeyin sakın. Fıkhını anlamak için ter döktüğünüz kişi kadar tefsir karıştırmış olamazsanız. Fakat neyleyelim ki ilim her zaman hâdi olamıyor, olamadı işte" diyorum. Müstakim düşünmek, vasatı bulmak, ifrat ve tefritten sıkça buyurduğunuz gibi yanlış yapmaktan korkmak başka bir şey.
Nurcular özelinde yanılmanızın başlıca sebebi, tahkikî bir şekilde Risale-i Nurları okumamış olmanızda yatıyor. Siz nurlara, Niyazi Beki hocamızdan size yansıyanlar kadar vakıfsınız. Bu kadar bilgi de sizi en azından bu konuda hâdi yapmaya yetmiyor. İkincisi de Nur talebelerini fert fert bir ikisini tanıyorsunuz. Bu arada size habercilik yapan muhbirinizi de değiştiriniz, onun haberleri sahih değil. Yarım yamalak bilgilerle yarı yolda bırakmış sizi.
Ayrıca "Kur'an'ın meali yapıldığına göre, Risaleler de sadeleştirilebilir" meşhur fetvanızdan, Risalelerin Türkçe olduğunu bile bilmediğiniz anlaşılıyor. Bilmiyorsunuz, çünkü okumamışsınız. Bir yarım edebiyatçı olarak bu, bizim sahamız. Keşke zamanında bu konuya girmemiş olsaydınız. Risalelerin veya başka bir eserin sadeleşmesi, onun değiştirilemez oluşuyla alâkâlı olmadığını bilemezsiniz, sahanız değil. Demek bu tedhiş örgütü, Risaleleri sahteleştirme fetvasını sizden almış, onu da öğrenmiş olduk.
Değerli hocam, birinci yazıyı kulağınıza küpe olmasını istediğim "Nur talebeleri, Rehber-i Ekmel, Mukteda-yı Küll olarak, Üstadlarının nurlarda yüz yirmi güzide ve emsalsiz vasıflarla anlatığı Resul-u Ekrem (ASM) dışında kimseyi tanımaz ve bilmezler. Sadece Resul-ü Ekrem'e bağlıdırlar ve Onun cadde-i nuraniyesi olan ehl-i sünneti kale olarak görüp ona sığınırlar. Sizin sanrılarınız ve bir zamanlar tâbisi olduğunuz fırkacılıktan anlamaz ve bilmezler. Onlar ana damar dediğiniz Resulullah ve sahabenin yolundadır." Siz merak etmeyiniz. Eski üstadınızdan kalan fırkacılık yaftasını sakın ola bize doğru sallama hadsizliğine de bir daha heves ve cüret etmeyin. İkinci belki üçüncü yazımızda diğer pest iddialarınıza cevap vermeye çalışacağım.
Evet dostlar, cidden nefsimizin rahatlaması icin değil, bir hakikatşinaslık için hiçbir şey nihan ve korumasız kalmasın diye, zaman ayırıyoruz ve yazıyoruz. Siz de zaman ayırıp okuyorsunuz. Yoksa vehimler, hakikat rengine bürünecek.
Selam ve dua ile.