Faruk Beşer Hoca, "Sikke-i Tasdik-i Gaybi" başta olarak inceleyip hata olarak görüp kabul edemeyeceğim dediği sadece dört hususu bulmuş. Elbette ki kimse kabule zorlanamaz. Fakat onun "hata bulup kabul edemeyeceğim" dediği hususların, onun anladığı ve ifade ettiği gibi olmadığını anlatmaya çalışıyoruz bu yazılarımızla.
Hoca da bizi blokajcılıkla suçlayıp Risaleleri okumak isteyenleri engellediğimizi (haşa) ifade ile işi "Bu risaleleri nurculardan kurtarmak lazım" noktasına getirmeye çalışıyor.
Evvela, biz Risale-i Nurları hata bulmak için değil, istifade için okuyoruz değerli ulema arkadaş. Bu niyetle okuyan istifade eder zaten. Yani bazıları gibi numaradan, onu kendi kötü niyetlerimize alet için okumuyoruz. Nurcuları ve Bediüzzaman'ı hedefe koyup asılsız ve hadsiz bir şekilde çeşitli şekillerde iftiralara cevap vermemeye bir medrese tâlebesi olarak başta sizin isyan etmeniz gerekmez mi güzel hocam? Bu iş bizim gibi cahil cuhelaya mı kalmalıydı? Bir mezar yalanını bile düzeltemediniz. Biz, siz ve bazıları gibi sabah akşam koro halinde "Bediüzzaman şu hataları işledi" mi diyelim, ne yapalım ki blokajcı olmayalım. Kendisi zaten "Beni hatasız bilmeyiniz, gizli kusurlarım var" diyor. Bir beşer olarak zaten kim hatadan hali olabilir ki? Ama bu böyle diye de eksik bilgiye, gareze, cehalete dayanan bazı ithamları da kabul etmiyor ve cevaptan başka da bir şey yapmıyoruz. Risale Haber'in en geri ve yeni yazarı olarak yazılarımızın tamamına yakını ya bir hakikatin ifadesi ya da bir iman hakikati ile ilgili sualin cevabıdır.
Ben de "illa da Bediüzzaman'da hata bulun ve yazın" komutunuz üzerine, senin gibi dört değil yüz dört tane hata buldum hocam. Ne yani önüne gelen, ilgili ilgisiz herkes buluyor da ben bulamaz mıyım? Önce bu âcizin bulduklarını ifade edelim, sonra hocamızın bulduğu bazı hatalara geçelim özet bir şekilde.
Ondan önce hocanın ilham meselesini de karıştırdığı anlaşılıyor. Evet ilham vahiy gibi değildir, gölgelidir, şahsın bulanıklığı karışabilir. Fakat Hazret-i Ali ve emsal sahabeler ve mücella keyfiyetteki kendi küduretini ilhama karıştırmamış nuranî zatların ilhamlarını da şöyle bir cümle ile geçiştiremeyiz değil mi yani?
Önce benim bulduğum yüz dört hatadan birkaç tanesini ifade edelim. Hocanın bunlardan herhalde haberi yoktur. Haberi olsun ve dördü en az on dörde çıkarsın.
-Bediüzzaman, en ceberut dönemde bile mahkeme salonları da dahil, en büyük şeairden olan sarığını çıkarmamış. Yani bir yönüyle çıkartamamışlar. Bence bu bir itaatsizlik ve teammüllere de aykırı bir hatadır.
-Aynı şekilde başıyla eş değerde gördüğü ve ömür boyu kaybetme tehlikesi yaşadığı ve ölümünün hizmeti akim bırakacağı endişesiyle sakal bırakamamış. Bu da sizin tâbirinizle azîm bir bidadır.
- Mesela daha 20'li yaşlarda bir gazete haberinde İngiliz sömürge bakanının Müslümanları Kur'an'dan soğutmalıyız beyanı karşısında "Ben de Kur'an'ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu dünyaya ilan edeceğim" deyip o saikle tâ İstanbul'a kadar gelmesi ve padişahla görüşmek istemesi bir hatadır. Çocuk denecek yaşlarda böyle ciddi şeylerle uğraşması, biraz garip değil mi?
-Padişaha bir dilekçe arz edip Doğunun eğitim probleminin halli ve yüzyılın karşılaşacağını gördüğü din ve fen ilimlerini çatışmasını önlemek adına, özelde Doğuda din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversitenin açılmasını ve yaygınlaştırılmasını istemesi ise, tam bir cüret ve yine sizin tâbirinizle azîm bir bida niteliğinde görünüyor.
-Daha da garibi, padişahın etrafındakilerin bu dilekçeye cevap vermek, dilekçenin icabını yapmak yerine ona kese kese altın teklifini, hemen geri çevirip reddetmesi ise tam bir skandal. Altın kaçar mı? Onun için zaten delidir diye tımarhaneye atmışlar. Hocam samimi soruyorum, siz ne yapardınız? Kabul etmemek azîm bir bida mı derdiniz yoksa?
-Faruk hocanın fıkhını anlatmaya çalıştığı hoca kılıklı adam, "otoriteye karşı gelinir mi" demişti ya. İşte Bediüzzaman bu reddin ve karşı gelişin bedelini hem meşrutiyet, hem mutlakiyet hem isimden ibaret cumhuriyet dönemlerinde hapishaneye girerek, belde belde sürülerek çekmiş bir gafil herhalde ki yurt dışına gitseydi çok daha güzel ve rahat şartlarda ömür sürecekti.
- Birinci ve ikinci reisin köşk, maaş, rütbe gibi tekliflerini de fevkâlâde bir istiğna düsturuyla reddetmiş. Bu hatasını da ilân edelim lütfen!
-Sonra kendine zulmedenlere hakkını helal ederek nasıl bir hata ettiğini izâh bile etmiyorum.
Daha böyle yüz dört hata bulmuştum fakat birkaçını yazabildim. Faruk Efendi hoca, seçsin kullansın yazılarında bunları!
Gelelim onun bulduklarının özetine.
-"Risalelerin bizzat Allah tarafından yazdırıldığını ihsas eden 33 âyetin Risalelere işaret ettiğini söylemenin hiçbir delili olamaz. Bir başkası da başka işaret çıkarabilir. Hatta ben bile kendime işaret çıkarabilirim. Böyle ifadelerin şeriatı bilmeyen Nur talebelerindeki neticesi ortadadır" buyurmuş hoca.
Hepsi tamam da bu son cümle nedir hoca? Kur'an-ı Kerimin 33 âyeti ile Risalelerin bazı mühim parçalarına işaret ettiğine, Risalelerin ilham-ı İlahî ile yazıldığına inanan Nur talebelerinin ortada olan neticeleri nedir? Sen ve buna benzer şeyler sayıklayan telefon ahbabın, biliniz ki biz Bediüzzaman'ı ve onun davasını anlatırken sizin zannettiğiniz gibi demagoji yapmayız. Buna ihtiyaç da yoktur, tenezzül de etmeyiz. Çünkü onun ve talebelerinin davası, pak ve temizdir ve nettir. Ama sen bu son cümlenle epeyce tahrip olmuş olduğu anlaşılan aklıseliminle şapla şekeri karıştırarak, uluslararası bir tedhiş örgütünü pak ve temiz Nur talebeleriyle iltibas edip zevk-i selimini de kaybetmişsin. Senin epeyce bir rehabiliteden geçmen gerekiyor.
Bir zamanlar bütün gücünle içinde bulunduğun bir yapanın ne Bediüzzaman ne de talebeleriyle ilgisinin bulunmadığını anlaman için, müştebih ağaçların meyvelerine miyop gözle bakmayı bırakacak, biraz da aklını başına toplamayı bileceksin.
Önce şu "yazdırıldı" kelimesinin üzerinde biraz durmak gerekiyor. Bir kelimenin, öncesi ve sonrasına ya da müellifin kasdına bakmadan, tam anlaşılması mümkün müdür? Üstad, 'yazdırıldı' tâbirini çeşitli yerlerde kullanıyor. Bediüzzaman sadece bir İslam alimi ve "Risale-i Nur vahiy değildir ve olamaz" dediğine göre, "yazdırıldı" nasıl anlaşılmalıdır? Su-i zanla bulanmamış bir kalp, ölmemiş bir aklıselim bilir ki bu kelime "ilham" anlamındadır. Daha da ötesi, "Risaleler Kur'an'ın malı olarak Kur'an'ın reşahat-ı mâneviyesine mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum. Evet lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim."
Yani Üstad bir gerçeği ifade için, o güzel eserlerde "Benim hissem şiddet-i ihtiyaçla taleptir, gayet aczimle tazarrumdur. Dert benimdir, deva Kur'an'ındır" buyuruyor. İşte yazdırıldığının ana hikayesi bu. Yoksa (haşa) melek geldi de yazdırdı anlamında değil elbette. Sadece ortadaki eserlerdeki hissesinin az, hatta yok denecek kadar az olduğunun mecazî bir ifadesidir. Aslında bu tam bir tevhid ifadesidir de. Hasene ve iyiliklerdeki hissemiz kıl kadardır. Onu da Kur'an'a ve hakikate verirsen, selameti bulursun. Onun yaptığı da bu tevhidi ifade ve selameti taleptir. İşte siz ve sizin gibilerin bozuk plak gibi yaptığı da bunu anlamamak ve çarpıtmaktır.
Değerli hocam, siz 33 âyetin işaretinin izahının geçtiği Birinci Şua'yı ve öncesindeki iki sayfayı okudunuz mu? Yoksa bu kabul edip etmeme hükmünüzü, duyum seviyesindeki bilginize mi dayandırıyor, kanaat kazanıyorsunuz? Sahiden siz Birinci Şua'nın yerini biliyor musunuz? Girişte "fihi nazarun" tâbirinin geçtiği kısmı iyice bir incelediniz mi? Ah hocam ah! Siz Kur'an-ı Kerim'i klasik "Allah tarafından 23 senede âyet âyet Cebrail vasıtasıyla Peygamberimize gönderilen bir kitap" gibi mi algılayıp, anlatıp tefsir yazmaya soyundunuz? İşarâtul İcazdaki Kur'an tarifinden ne kadar haberdarsınız? Bunları Bediüzzaman'a ara sıra Üstad demenizden cesaret alarak soruyorum, bağışlayın beni. Demagoji yapmıyorum değerli hocam.
Sizin kabullenmediğiniz ve kabullenmek zorunda da olmadığınız bu işârât, kerâmet ve hizb-ul Kur'an meselesini, eski bir hoca da dahil bazı muterizler zamanında Üstada da sormuşlar. Evvela bir kısım âyetlerin bir araya getirilerek bir hizb-i Kur'an'î yapılması, tâ sahabe uygulamalarına uzanan, muteber kaynaklarda yer verilen ve sadece Risalelerde açıklanan âyetler de değil, onun dışında birçok âyetin de yer aldığı başında Üstadın "Kuran'ın tamamını okumaya fırsat bulamayanlara Kur'an'ın bir numunesi, Kur'an'ın en sevaplı âyetlerini ihtiva etmesi" notu da olan ve sizin kusura bakmayın ama kötü niyetle yazdığınız anlaşılan "Cahil insanlarda Bediüzzaman münhasıran bu âyetleri açıkladığına göre bunlar öbürlerinden değerli intibaı"nı da hiç akla getirmemiş ve getirmeyen masumâne bir düzenlemedir. Bu intiba sizde uyandıysa, "cahil insanlar" sıfatı, sadece size râcidir. Bu hüküm öyle bir cehaletin neticesidir ki bu cehaletin zekatı bile tüm cahillere yeter.
İşarât meselesi ise, 1930'lu yılların karanlık günlerinde Üstad, "Risale-i Nur şakirdlerinin kuvve-i mâneviyelerinin takviyesine medar ikrâmât-ı İlâhiyeyi beyan sadedinde; kendi ifadesi ile "Kendimizi satmak, beğendirmek, temeddüh etmek, hodfuruşluk etmek ve ihlas sırrını bozmak için değil, "yaş ve kuru ne varsa apaçık yazılan Kur'anın" mucize oluşunun gereği olan mânâ-yı îşârî tabakasından rumuz ve îmâları yazmak, o lisan-ı gaybın belağatının gereğidir." Yani her noktadan mucize olan Kur'an'ın, böyle kuvvetli bir tefsirine işaret etmemesi düşünülemez. Hem de Risale-i Nur, o mana-yı işarî tabakasından bir ferttir, başka işaretler da vardır. İimde gücünüz, derinliğiniz, rüsûhunuz varsa, siz de işaret çıkarabilirsiniz. Bu tür düstur-u cifri ve riyazî ile olan işaretler, Kur'an'ın âyetini ve sarahatini değil incitmek, belki icaz ve belagatına hizmet ediyor. Ehl-i hakikatin Kur'anın işârâtından binlerle çıkarımlarına itiraz edemeyen, buna da itiraz etmemeli.
Bakın değerli hocam, Birinci Şua'da Kur'an için Üstad ne diyor: "Kur'an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz'i değildir. Belki Kur'an, umum işârâtıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır. Fuzuli, lüzumsuz maddesi yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır." Böyle bir Kur'an'ın, onun yüksek bir tefsirine sarahaten değil ama binlerle işaretinden bir îma ve remz ile de olsa yer vermesi, çürük olmayan hangi akla uzaktır? Yine umum vücuhu ayn-ı şuur olan Kur'an'dan ne saklanabilir? Sizin kanaatiniz için değil ama bu konularda daha malumatlı ve dikkatli yazmanız için bu meselenin geniş izah edildiği kısımları, iyice okumanız isteriz sadece.
Üstadın ilimdeki rüsuhuna binaen, Kur'an'daki işarâtı açıklamak için geçmişte birçok ehl-i hakikatin de kullandığı cifiri de içine alan riyazî birtakım hesaplamalara başvurması, sizin bahsettiğiniz gibi, "fitneye götüren teviller" cinsinden değildir. O işârât, sizin fıkhını anlamak adına ter döktüğünüz şahsın, fitneye yol açan "örtü füruattır, namazı işaret ile de kılabilirsin, maksadına hizmet için soru da çalabilirsin" cinsinden değildir. Farkında değilsiniz ama asıl fitnenin kapısını siz açmışsınız. Siz, bu meseledeki vebalinizin affı için, kafanızı hangi taşlara çalacağınızı düşünün bence. Şimdi de ondan çıkmak için yanlış kapılar çalıyorsunuz.
Beşer hoca, bilmediği için ehl-i sünnet kaynaklarında da yok dediği Allah'ın bin bir ismini şefaatçi ederek cehennemden kurtulmak duası olan Cevşen'e de kafayı takmış. "Okunması caizdir" fetvası vermiş. Maşallah barekâllah. İşte bunu takdir ederiz. Bu konuda ehl-i sünnetin en büyük dua kitabı ve Üstadın yanından ayırmadığı üç ciltlik Ziyaeddin Gümüşhanevî Hazretlerinin "Mecmuat'ul Ahzap'ı" hocanın dikkatsiz dikkatine sunarız. Sonra, Şiî kaynaklarında olsun, onların hepsi batıl mıdır hocam? Bu nasıl bir fetvadır? Eski hocana bir sor bakalım.
Üstad tâ Barla'da iken birkısım talebelerine bir çocukluk hatırasını anlatıyor. Elbette bunu bir şeri delil olsun diye değil, bir hatıra sadedinde. Kendisi birçok cihetten Nakşi iken, Kadirî meşrebinin ağır bastığını anlatmak için naklediyor. Bir mektubunda bu hatıradan bahsediyor. Bizim merdümgiriz de daha önce üç yazıyla eleştirdiğim kitabında buna yer veriyor. Beşer hoca da aslını ne bilsin, yeni bir delil buldum diye hemen buna atlıyor. Ve de "Geylani'den, evliyadan istimdat ve istiğaseye kapı açan" beyanlara şeri bir delil olmaz eleştirisi getiriyor.
Ey benim köşe yazarı, müfessir ve dahi ulemadan olan hayalî arkadaşım Faruk hocam! Yahu Üstad, evliyadan istimdat edin diye bir beyanda mı bulunuyor? Adamın mezarı bile belli değil. Hatta bu tip istismarlara kapı açar diye de belli olmasın, bilinmesin diye de vasiyet eden, her şeyde tevhidi gösteren bir zat, böyle şeylerle uğraşır, bir beyan verir mi? Bir çocukluk hatırasını bir fetvaya medar görmek, nasıl bir âlimliktir? Seni büyük âlim biliyordum, şimdi şüpheye düştüm işte.
Sen rahat ol hocam! O dediğiniz parça, Üstadın kendisinde Kadirîlik meşrebinin galip geldiğini anlatmak için, sekiz dokuz yaşlarında iken Geylani Hazretlerini kastederek "Çocukluk itibariyle elimde bir ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa, sana bir Fatiha sen benim şeyimi buldur" dediği hepsinde de bulduğu bir hatıra. Yani Şeyh Geylani bulmayacak, sadece bir vesile olma duası ki Allah'ın izin verdiği herkes, vesile de olabilir, şefaat de edebilir. Yani Üstadın ben çocukken böyle yaptım, siz de böyle yapın dediği bir tavsiyesi değil.
Evet dostlar, daha bir sürü itirazvâri şeyler var ama onları sizin ferasetinize bırakıyorum. Son olarak "Gerçekten Risale-i Nur ve Üstad hakkında yazanların, bir iki defa alıcı gözüyle, suizanlarını karıştırmadan Risaleleri okumaları işi çözecek, bizim gibi mübtediler de rahat edecek" diyor ama olmuyor işte.
Selam ve dua ile.