"Bismillâhirrahmânirrahîm'in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat simasında, arz simasında ve insan simasında, birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var." Sözler'den.
Cenab-ı Hak, besmelesini dilimize şeker kılarak, önce 'Allah' olduğunu, sonra Allah içre 'Rahman' olduğunu, sonra Rahman içre 'Rahim' olduğunu neden bu kadar sık hatırlatıyor arkadaşım? Benim buna cevabım şöyle: Çünkü anımsamaya ihtiyacımız var. Evet. Samediyet penceresinden bakınca görüyoruz ki: Her tekrar tekerrür eden ihtiyaçlarımızın karşılığı. Öğün sayısı açlık sayısınca. İçmek sayısı susamak adetince. Nefes almak boğulmak miktarınca.
Demek, bizim Allah'ın ‘Allah’ olduğunu, Allah içinde Rahman olduğunu, Rahman içinde Rahim olduğunu bilmeye ihtiyacımız var. Elhamdülillah. Besmele işte bu içiçeliğe dikkatle okunmalı. Hem Allah'ın hangi ismini öğrensek içinde başka birçok ismin de bize gözkırptığını unutmamalı. Ki, sen de nazar etmişsindir, Kur'an'da yeralan fezlekeler de aynı sırrı ders veriyor gibi: Yani Allah hem Alîm hem Hakîm'dir. Hem Rauf hem Rahîm'dir. Hem Semî hem Alîm'dir. Hem Ganî hem Hamîd'dir. Esmaü’l-Hüsna’sı hep komşudur, hep arkadaştır, hep kardeştir.
Bu sır Risale-i Nur’daki esma tefekkürünün en önemli parçalarından birisini oluşturur: “İsimler arasındaki geçişler...” Fiilden isme uzanan dikey bilişi, isimden isme yatay bir marifete dönüştürmek, ancak bu farkındalıkla mümkündür. Rahman olanın aynı zamanda Rahîm olduğunu, yani ki, Rahmaniyetinin Rahîmiyeti de içerdiğini bilmek gerekir esmayı tefekkür ederken. Tıpkı Alîm olanın Hakîm de olması gerektiğini bilmek gibi. Öyle ya. Her işi hikmetle yapıyorsa “Herşeyi biliyor da yapıyor!” demektir. Herşeyi biliyorsa elbette her eylediğini de o ilimle eyliyor demektir. Ve en nihayet Rahman’ın kainatı kuşatan tecellileri de bize şunu gösterir:
Allah, eğer Rahman'sa, diğerlerinden ayrıldığım noktalarda ‘bana özel ikramları’ da olmalı. Onları da kollamalı. Hiçbirşeyin ışığından kaçamadığı bu Sonsuz Güneş farklılıklarımda da beni gölgede bırakmaz. Bırakmamalı. Gözetememenin aczi ona dokunamaz. Dokunmamalı. Yüzüm başka insanlara her noktada benzemediği gibi hüznüm de benzemez. Bahtım benzemediği gibi kalbim de benzemez. O vakit Rabbimin Rahmaniyetinin en ince dairelere kadar tasarrufu olmalı. Olmalı ki bendeki Sultanlığı tamama ermeli. Vahidiyetin kudreti üzerine Ehadiyetin kemali serpilmeli. Ki o da Rahîmiyettir. Nüanslara yetişen 'hususi imdad'dır.
Bu makamda mürşidim der: "Sonra, o kavânin-i külliye ve desâtir-i umumiye meydanlarında esmâlarını tecellî ettirip tenvir etti. Sonra, bu kanun-u küllînin tazyikinden feryad eden fertlere, Rahmânü'r-Rahîm isimlerini hususî bir surette imdada yetiştirdi." Evet. Şu hususi imdatlardır en çok bizi Allah'ın kudretinden ümitvâr kılan. Yaşadığımız-yaşayacağımız halet-i ruhiye nasıl bir karanlık içerirse içersin o Şems-i Sermed'in ziyasının bizi ıskalamayacağını biliriz. Ayrıntıların ışığından kaçamayacağını biliriz. Hiçbir başkası, ne kadar büyük olursa olsun, bizi gölgede bırakamaz. “Allahu’l-a’lem!” kaydıyla diyebiliriz ki artık: Rahîmiyet Rahmaniyetin kemalini ifade etmede gereklidir. Tıpkı zirvesinin dağa kattığı azamet gibi. Rahîmiyetteki dakik gözetiş de Rahmaniyete ayrı bir azamet katar. Detaylara dikkat-i nazarı Ustanın sanatını büyütür.
Onunla biliriz ki: Allah'ın Rahmaniyeti (hâşâ) kontrolsüz bir saçış/bağış değildir. En küçük mahlukatının en ince derdini bilip de ona has devaları o büyük dağıtım içinde gözeten bir bağıştır. Sözgelimi: Bize bağışladığı imanlı zamanlar içinde Rahman ismini görüyorsak musibet vakitlerinde de Rahîmiyetini okuyoruz. Çünkü bu özel alanlara (has ikram dairelerine) ihtiyacımız var. Kervan göçüp dağlar başında yalnız kaldığımız zamanlar var. Besmele bu açıdan sanki diyor ki bize: Dikkatli olun ey acizler! Dikkatli olan ey başkalar! Dikkatli olun ey yalnızlar! Rahman olan aynı zamanda Rahîm'dir. Geride kalmışlara has ikramları da vardır. Hayatınızdaki özel ikramları sakın ha sakın gözden kaçırmayın! En çok siz olduğunuz yerden (yani kalbinizden) ve en çok şuurda olduğunuz yerden (yani dikkatinizden) Allah'a bağlanın. Bu gözle baktığınız zaman siz de Bediüzzaman’ın gördüğü yolu göreceksiniz. Rabbü’l-Âlemîn olan Allah’ın aynı zamanda ‘ben’in de Rabbi olduğunu sezeceksiniz. Arşınıza çıkıp tecellisini seyredeceksiniz:
"Demek, Bismillâhirrahmânirrahîm, sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani, Bismillâhirrahmânirrahîm, yukarıdan nüzûl ile, semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musağğarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arşa bağlar. İnsanî arşa çıkmaya bir yol olur."