Ali Koca'nın haberi
İstanbul Üniversitesi'nin 'kapı komşusu' olan bu kütüphane, kitap kokulu eski havasını nispeten yitiren Beyazıt Meydanı'nda yer alıyor.
Eski adıyla 'Kütübhâne-i Umumî-i Osmanî', 1884 yılı Ramazan ayının ilk günü (24 Haziran) 'raflara bir takım Naima tarihi konulmak suretiyle dualarla açılır.' Yazma, basma kitap ve mecmualarla kısa süre içinde zenginleşen kütüphanenin ilk hafızıkütübü Hoca Tahsin Efendi olur. Ancak 1896'da aynı göreve gelen ve kırk üç yıl kütüphanenin hafızıkütüplüğünü yapan İsmail Sâib Efendi'nin yeri bir başkadır. Bu yüzden Beşir Ayvazoğlu, Türk Edebiyatı dergisinin temmuz sayısında, "Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nden söz açılır da 'hâfız-ı kütüb' İsmail Sâib Efendi hatırlanmaz mı?" diyor.
Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin 'yaşgününden' yola çıkan Türk Edebiyatı son sayısını, neredeyse baştan sona kütüphanelere ayırıyor. Mehmet Yetik, 'Türkiye'nin İlk Milli Kütüphanesi' başlıklı yazısında, kuruluşundan bugüne Beyazıt Kütüphanesi'nin yaşadıklarını özetliyor. Kütüphanenin, İsmail Sâib Efendi'den sonra yaptığı atılımlar Muzaffer Gökman imzası taşıyor. Gökman, birbiri ardına gelen ödeneklerle kütüphanede ciddi bir restorasyon gerçekleştirir. Böylece kütüphanenin kullanım alanı da genişler. Ancak içindeki eser ve mecmua sayısı hızla artan kütüphane, bir süre sonra duvarlardan taşmaya başlar. Gökman, bu yolda o kadar uğraş vermiştir ki, elde ettiği 'küçük' ama önemli sonucu 'Kitabın Zaferi' adlı yazısında uzun uzadıya anlatır. Beyazıt Kütüphanesi'ne bugün de bir Muzaffer Gökman gerekiyor anlaşılan. Yetik'in kaydettiğine göre halen yirmi personeli olan kütüphane, teknolojik desteğin yanı sıra ciddi bir bakım ve onarıma da muhtaç durumda.
Beyazıt Kütüphanesi'nin adını 'kedili kütüphane'ye çıkaran İsmail Sâib Efendi'yi Beşir Ayvazoğlu anlatıyor. Tam 43 yıl bu kütüphanenin hafızıkütüplüğünü yapan Sâib Efendi, bu sürenin son ön dört yılını da tamamen kütüphanede geçirmiş. Arapçaya dair en zor meseleleri bile 'suhuletle' çözebilen Sâib Efendi'nin döneminde kütüphane, müsteşriklerin uğrak yeri haline gelir. O kadar ki, 'Katolik bir Müslüman olan' Fransız Louis Massignon'un, ne zaman nadir bir kitaptan söz edilse, "Şimdi İstanbul'da olsaydık, İsmail Efendi'ye sorardık!" dediği rivayet edilir. 'Şark irfanı'nın son temsilcilerinden olan Sâib Efendi, sırf kütüphanecilik hizmetini yerine getirmek için Tıp, Eczacılık ve Hukuk mekteplerine devam eder. Beşir Ayvazoğlu, Sâib Efendi'nin kütüphanede yüze yakın kedi beslediğini de belirtiyor. Kedilerin akıbeti ve 'Beyazıt Meydanı'nda gezinirken güvercinler arasında başıboş dolaşan eciş bücüş kediler'in İsmail Sâib Efendi'yle alakasını yolunuzu Beyazıt'a düşürmeden de öğrenebilirsiniz.
İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) Kütüphanesi, IRCICA Kütüphanesi ve Millet Kütüphanesi'ne de yer veren Türk Edebiyatı'nda Yıldız Sarayı Kütüphanesi'nin hüzünlü öyküsü de yer alıyor. Prof. Dr. İsmail Kara, 'Bir Risâlenin Peşinde Kütüphane Kütüphane Dolaşmak' yazısında âdeta 'aramakla bulunmaz, ama bulanlar arayanlardır' sözünü doğrulatıyor. Ayrıca, İnci Enginün, Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde geçirdiği 'saatler'i; 'Babamın Kütüphanesi' adlı denemesinde ise Ali Çolak, tüm okuma serüvenini şekillendiren, 'kitaplara ve kütüphaneye açlığına' sebep olan babasının kütüphanesini anlatıyor.
125. yılına giren Beyazıt Kütüphanesi, hem kütüphanecilik tarihimizdeki yeri hem de içindeki 'hazinelerle', tarihî mirasımıza ilgisizliğimizin önüne geçilebilirse kitap kurtlarının yolunu Beyazıt'a çevirmesi için yeniden önemli bir mekân olabilir.
Zaman