Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından biri “biat kültüründen” sanat çıkmayacağını iddia etmiş.
Burada “biat kültüründen” kastının inançlı kesim olduğu anlaşılıyor. Yani “dini bütün insanlardan sanata yönelik eserlerin ortaya çıkmasına inançları engel olur” demeye getiriyor. Hatta lafı biraz daha öteye götürerek “onlar öbür dünyayla ilgilendikleri için…” diyerek bu engelin sadece inançla kalmayıp zamanlarının da olmadığını iddia etmiş.
Bu doğru mu?
Yani gerçekten inançlı insanlardan onların tabiriyle “sanatsal” eserler çıkması mümkün değil midir? İnançları buna engel midir? Zamanları yok mudur?
Bana göre haza yalan; ne inançları ne de inançlarını yaşamak için sarf ettikleri zaman buna engeldir.
Bir zaman bir yazar bunun tam tersini iddia etmişti. İmam hatipli gençler diskoya gitmiyor, gezip tozmuyor, kız peşinde koşmuyorlar. O nedenle zamanları çok, üniversite sınavında rakiplerini çok rahat eleyebiliyorlar.
Peki, neden bu kesimlerden bu tür eserler (film, tiyatro, dizi gibi çalışmalar) çıkmıyor?
Nedeni nettir. Tembellik ve temperverlik…
Ama sanat eseri değil de kendi zihniyetlerine uygun eser bekleniyorsa. İşte bu mümkün değildir.
Çünkü kainata ve dünyaya bakış açıları farklıdır. “Biat Kültürüne” sahip olmayan insanların dünyaya ve kâinata bakışıyla, “biat kültürü” olan insanların bakış açısı hayli farklıdır.
Biri bu âleme “sahipsizdir” içindekiler yetim ve öksüzdür. Ölenler ebedi olarak yokluk karanlıklarında kaybolup gidiyor şeklinde bakar.
Oysa diğeri bu dünyaya sahibi olan bir âlem, düzenli bir saray gibi bakar. İçindekiler yetim ve öksüz değil, hele sahipsiz hiç değiller. Bir yaratıcıları var. Bir gün tekrar buluşacaklar şeklinde bakar.
Biri hiçbir yasak tanımayan, düzeni bilmeyen, nereye gittiğinden, niçin yaratıldığından haberi olmayan anlayışa sahip… Oysa diğeri; Haramı helali bilen, kendini dünyada misafir sayan, nereye nasıl gideceğinin farkındadır.
Biri şehvet duygularının peşinde koşan, nefsanî istek ve arzuları bir emir telakki eden, bütün gayesi ve hedefi heva ve hevesin arzularını tatmin olduğu halde, diğeri ulvi duyguları yüceltmeye çalışan, manen terakki peşinde olan bir anlayışa sahip.
Biri hüzünlendiğinde yetim ve sahipsiz kalmış bir insanın hüznüyle hüzünlenir. Diğeri hüzünlendiği zaman geçici ayrılığın verdiği bir hüzünle hüzünlenir. Biri mecazi aşklardan zevk almaya çalışır. Ama diğeri hakiki aşktan, gerçek sevgiliden haz ve zevk alır veya almaya çalışır.
Biri haram ve şehvani şeyleri (içki kumar gibi) zahiren kötüymüş gibi gösterse de eserinde bunları öyle güzel tasvir eder ki, seyredenlerin ağızlarının suyunu akıtır. Oysa diğeri hem zahiren bunların haram ve zararlı olduğunu söyler hem de bunları eserlerinde kötüler, kötü tasvir eder.
Biri zalimi (kovboyları, şövalyeleri anlatırken) kahraman gibi anlatır. Zalimi öyle tasvir eder sanki zalim haklıymış kahramanmış gibi bir sonuç çıkar. Oysa diğeri hakiki kahramanları (Hz. Ali, Hz. Ömer gibi) anlatır. Adil padişahları tasvir eder. Zalimin zulmünü yüzüne vurur.
Bu farklı yaklaşım eser üretimine engel midir? Hayır, kat’a ve asla engel değildir. Aksine inançları bu tür eserleri üretmelerini teşvik ediyor. Bir hizmet sayıyor. Bir ibadet kabul ediyor.
Bana göre üretilmemesinin bir tek nedeni var. O da tembelliğimizdir. Fedakâr olmayışımızdır. Düzenli bir toplum olmayışımızdandır.