Bugün İslam coğrafyasının bazı yerleri işgal altında. Bu işgalleri gördükçe “Hangi fiilimiz ile kadere fetva verdik ki bunlar başımıza geliyor” diye düşünüyorum. O zaman, Üstadın Birinci Dünya Savaşındaki mağlubiyetimizi sorgulayan sözleri aklıma geliyor. Üstad, Sünuhat’ta Rabb’imizin, günde beş defa namaz kılmakta tembellik gösteren müminlere bu savaş/cihat vasıtasıyla beş sene, yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile bir nevi namaz kıldırdığını ifade ediyordu.
Biraz önce yatsı namazını cemaatle kılarken namazın, hassaten cemaatle kılınan namazın en külli biat, en mükemmel cihat olduğunu hissettim. Alemlerin Rabb’i olan Allah’ın, namaz vasıtasıyla cihat etmeye çağırır gibi günde beş kez bizi kendisine biat etmeye çağırdığını hatırladım. Meseleye bu cepheden nazar ettiğimde, en büyük cihatlardan birinin namaz vasıtasıyla Rabb’imize günde beş kez biat etmek olduğunu anladım. Zira namaz öyle külli bir biatti ki, onun vasıtasıyla bütün maddi ve manevi cihazatımızla cihat ediyorduk.
Gerek dünya savaşları, gerek halihazır İslam coğrafyasındaki işgaller, gerekse de biraz önceki yatsı namazı bana öyle bir fikir verdi ki; namazla biat noktasında tembellik gösteren İslam dünyası Birinci Dünya Savaşında çok zor şartlar altında cihat ile biat etmek zorunda kaldığı gibi, bu gün bizler namazla biat noktasında tembellik gösterdiğimizde benzer bir cihada mecbur bırakılacağız... İslam coğrafyasındaki hali hazır işgaller ihtimal ki bunu gösteriyor.
Namaz, biat ve cihat... Şüphesiz cihadın en büyüğü nefisle yapılan cihat. Nefisle yapılan cihadın en ehemmiyetlisi ise namaz. Namaz, nefsin kula, kulun da Rabb’ine biatı. Bu biat cemaat ile olduğu zaman daha bir ahenkli oluyor. Kul kendisiyle birlikte ne kadar çok kulun Rabb’ine biat ettiğini görüyor, daha bir güvende hissediyor kendini. Üstelik bu kullar nispeten o kişinin mesleğine, meşrebine, fikriyatına muhalif kişiler ise bu hal daha da anlamlı oluyor.
Kulun Rabb’ine karşı namaz vasıtasıyla biatına benzer bir durum da, bir ferdin veya cemaatin diğer fertlere ve cemaatlere karşı biat vaziyeti. Gerek fert, gerekse de cemaat anlamında namaza layık bir ahenge ulaşmak için bu şart. Zira namaz ile nefis nasıl kula biat ediyorsa, insan da hak olan bir hal karşısında bu hakkı ifade eden kişiye karşı diliyle ifade etmese de en azından makul ölçülerde bir biat halinde olması gerekiyor. Şüphesiz, kendisine biat meşru olan kişi bu hali istismar edemeyeceği gibi, kimseyi de kendisine biat etmeye zorlayamaz. Zorladığı veya bu yöndeki beklentisini uygun olmayan bir üslupla beyan ettiği takdirde kendisine biat edilmeyi hak etmiyor demektir. Yatsı namazından önce okuduğumuz Risale dersi de böyle diyordu. Bir tarafta Hz. Ali gibi biatı sonuna kadar hak eden bir zat, öte yanda kılıçla kendilerine biat ettirmeye çalışan Yezid ve Velid.
Çağımız bireyselliğin egemen olduğu bir çağ. Elinizde para olduğu müddetçe kimseye muhtaç değilsiniz. Kimseye biat etmek zorunda değilsiniz. Bu durumda toplumun düzeni bozuluyor. Bir tarafta birbirine alabildiğine yabancılaşan insanlar, diğer tarafta insan ilişkilerinde yaşanan sonu gelmez anarşi. Bir tarafta bana dokunmayan yılan bin yaşasın, diyen bir kişilik, diğer tarafta yılan gibi her yana çöreklenmeye çalışan güç odakları.
Sıradan bireyler için durum böyle. Ne var ki, bu minvalde mümin de ciddi bir biat ve cihat sorunu ile karşı karşıya kalıyor. Namazda tembellik gösterip, nefsine biat eden birinin bir başka kemal ehli kişiye veya görüşe biat etmesi zorlaşıyor. Armudun sapı, üzümün çöpü kabilinden bir çok kişiye, mesleğe, meşrebe veya cemaate şerhler koyuyor. Bunun için de bir başkası için bir şeyler yapma ve savaşma/cihat etme gücünü kendinde bulmakta zorlanabiliyor. Sonuçta Hutbe-i Şamiye’de belirtildiği gibi ya nemelazımcılığa gömülüyor yada biat etmesi gereken kişilere karşı eleştirel bir tutum içine giriyor. Her halükarda kaybeden kendisi oluyor. Ayrıca bu durumun top yekun iman hareketine verdiği sıkıntı da cabası.
Müminler farklı nur cemaatlerine mensup kişiler olarak cemaat halinde birbirinin ardında namaz kılıyorlardı. Orada, kimse saftaki diğer kişinin cemaatini sorgulamadığı gibi, imamın da hangi cemaatten olduğunu merak etmiyor, cemaate uymamazlık etmiyordu. Keza beraber yapılan nur derslerinde de kimse dersi yapan kişinin cemaatinin ne olduğunu düşünme ihtiyacı duymuyordu.
Barla’nın bu biat ve cihat dolu halini gördükten sonra Nur hizmeti adına şükrettim. Bir an buradaki biat ve cihat halinin dünyanın dört bir yanına dağıldığını düşündüm. O zaman şu sesi kalbimin derinliklerinde duyar gibi oldum: “Ümitvar olunuz. Şu istikbal-i inkılap içinde en gür sada İslamın olacaktır.”
Ne var ki, bu hal içre, bu biat ve cihat halinin Rabb’imizin isteği şekilde sürdürülmesinin ne kadar zor olduğunu anlatan bir hadiseyi de hatırlar gibi oldum. Beled suresinde Rabb’imiz sarp yokuşu, yani Akabe’yi geçmenin ne kadar zor ama önemli olduğunu anlatıyordu. Sürede anlatılan akabeye nazar ettiğimde gerçekten de akabeyi geçmenin tam bir cihat işi olduğunu anladım. Oysa Akabe tepesinde İslam Devletinin kuruluşunun en somut başlangıç işareti olan Akabe Biatını hatırladığımda durum değişiyordu.
Zira hem Akabe biatına, hem de Bedir Cihadına katılan Rafi (r.a.), “Akabe bey’atlarında hazır bulunmam yerine Bedir’de hazır bulunmuş olmak beni sevindirmez” diyordu. Şimdi kendi kendime soruyorum: Cihat mı, biat mı?
Gerek sıradan bir insan olarak müminin hali, gerek Türkiye’deki cemaatlerin hali, gerekse de İslam dünyasının hali hazır hali, üstelik de Rafi (r.a.) sözleri gösteriyor ki, zor olan cihat etmek değil, biat etmek. Zira insan düşmanla cihat ediyor da, namaz vasıtasıyla da olsa nefsiyle cihat etmekte zorlanıyor. Çoğu kere namaz ile Rabb’ine biat etmek yerine, namazda tembellik göstererek nefsine biat ediyor. Bu biat da hiçbir cihat arzusu getirmiyor.
Şimdi şunu söylemek en doğrusu galiba: Namaz olmadan biat, biat olmadan da cihat olmuyor.