Bid'at nedir ne değildir?

Mehmet Ali KAYA

Bid’at, genel kanata aykırı, daha önce benzeri olmayan yeni bir inanç ve amel ortaya koymaktır. Din dilinde dine aykırı olarak sonradan ortaya çıkarılan yeni inançlar ve ibadetlere bid’at denilmektedir. Kur’an ve Sünnete aykırı icat edilen itikat, adet ve ibadetlere bid’at denir. Bir şeyin bid’at sayılması için Allah’ın emirlerine ve peygamberin sünnetine aykırı olması gerekir. İslam inancını bozmaya yönelik olan, Allah’ın farzlarını ortadan kaldıran ve haram olan bir işi meşru hale getiren, peygamberin sünnetini ortadan kaldıran her türlü adetler ve işler bid’at sayılır. Bunun dışında kalan teknik ve teknolojik gelişmeler ile insanların ihtiyaçlarına ait hususlar bid’at olarak değerlendirilmez.
İslam bilginlerinin bir kısmı bid’atı “Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan, din ile alakalı olup, dine bir şeyi ilave etmek ve dinden bir şeyi çıkarmak” olarak görmüşlerdir. (Hayrettin Karaman, İslam Işığında Günün Meseleleri, 1982, 2:248) 

İslam öncesi “Cahilye” adetleri vardı ve bunlar dört temel üzerine oturmaktaydı. Birincisi, imansızlık. İkincisi, ırkçılık. Üçüncüsü, müstehcenlik. Dördüncüsü ise istibdattı. İslam bunları yasakladı ve buna geri dönüşü irtica olarak gördü. Din insanlığın kıyamete kadar her ihtiyacına cevap vermektedir. Dinin bu husustaki hükümlerini beğenmeyerek zamanla değiştirmeye çalışmak ve yerine yeni hükümler koymak bid’attır.

Kur’an inanç ve ibadet hususunda dini tamamladı. Yüce Allah “Bugün dininizi tamamladım” (Mâide, 5:3) buyurdu. Din tamamlandıktan sonra dine herhangi bir hususu ilave etmek de dinden çıkarmak da bid’attır. İnanç ve ibadetle ilgili olmayan hususlar bid’at kavramına girmezler. Onlar insanlığın ihtiyaçları ve gelişimi ile paralel olan teknolojik gelişmelerdir. Bunların dinin ibadet ve inançları ile ilgisi yoktur. Dinin ibadet ve inancına yardım edecek şekilde kullanılması güzeldir. Ezanın daha uzağa ulaşmasını sağlayan minare ve hoparlör gibi vasıtalara bid’attır denemez. Hac ibadetini kolaylaştıran araba ve uçak için bid’attır denemez. Bunlar Allah’ın emrine uymayı kolaylaştıran vasıtalardır.

Kimi âlimlere göre bid'at, Hz. Peygamberden (sav)  sonra meydana gelen her şeydir. Bu tarifi yapan âlimler kelimeye sözlük anlamından daha geniş bir anlam yüklemişler ve bu sebeple de sonradan çıkan amel ve inançları iyi ve kötü olmak üzere ayırmak mecburiyetinde kalmışlardır. Buna göre Kur'ân ve Sünnet'e muhâlif olmayan şeylere bid'at-i hasene; muhâlif olanlara ise, bid'at-i seyyie ismini vermişlerdir. (Tahânevî, Keşşâfu Istılahâti'l-Funûn, 1984, 2: 133)

Diğer âlimlere göre ise “Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan, din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olan her şeye bidat denir.” (Hayreddin Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, 1982, 2: 248) Bu âlimlere göre önceki gruptakilerin "bid'at-i hasene" kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid'at değildir. Onlara bid'at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur'ân ve Sünnet'te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz. Resûlullah (sav) şu hadislerinde bid'atin tarifini yapmışlardır: "Sonradan ortaya çıkan her şey bidattir; her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler." (Müslim, Cuma, 43; Ebû Davud, Sünnet 5; Nesâî, lydeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7)

Bid’alar nassların yanlış yorumlanması ve sünnetin terk edilmesi ile ortaya çıkmıştır. Sünnet terk edilerek yerine bir başka adet koymak ve onun ile amel etmek bid’attır. (Ahmet bin Hambel, Mişkâtu’l-Mesabih, 1:66) Yine Allah’ın farz kıldığı ibadetlerin yerine yenilerini koymak, haram kıldığı hususları yeni adetler ile meşru hale getirmek haram olan bidatlardır. Burada farzı terk ettirmek ve haramı başka isimler altında yaygın hale getirmek söz konusudur. Böylece bid’alar İslam’ın hükümlerini ortadan kaldırarak yerlerine yeni adetler koymuş olur.  Bunun için Peygamberimiz (sav) “Bütün bidatlar dalalettir. Bütün dalalet yollarının sonu cehennemdir” buyurmuşlardır.

İmam-ı Rabbani (ra) Mektubat isimli eserinin 186. Mektubunda bid’ayı “bidat-ı hasene” ve “bid’at-ı seyyie” olarak ikiye ayırır ve şöyle der: “Sünneti ortadan kaldıran ve sünnetin yerine geçen adetlere “bid’at-ı seyyie” denir.” Peygamberimizin (sav) dinde ortaya çıkarılan yeni adetlerden sakınmamız gerektiği konusundaki hadislerine yer verir. Söz konusu hadislerde peygamberimiz (sav) : “Sözlerin en iyisi, Allah’ın kitabıdır. Yolların en iyisi, Muhammed’in (sav) gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bidatlerin hepsi dalalettir, sapıklıktır. Allah’tan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itaat ediniz! Ben öldükten sonra gelecek olanlar çok ayrılıklar göreceklerdir. O zaman, benim ve halifelerimin yoluna sarılınız! Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız! Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid’atdir. Bid’atlerin hepsi dalâletdir, doğru yoldan ayrılmaktır” buyurdular. İmam-ı Rabbanî’nin naklettiği bu hadise göre de bid’at sünneti ortadan kaldıran adetlerdir. Sünnetin uygulamasını sağlıyor ve sünnete güç veriyorsa ona bid’at denemez.

İmam-ı Rabbani “Kıyas ve içtihadın bid’at olmadığını ifade eder. Çünkü bunlar her ne kadar peygamberimiz (sav) zamanında yoksa da sonradan dinin uygulanması ve anlaşılması için lazım ve şart olduğunu belirtir. Yüce Allah’ın “Ey akıl sahipleri iyi anlayın!” ayetinin kıyası ve içtihadı emrettiğini söyler. 

Huzeyfe b. el-Yaman’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: "Allah bid’at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, yardımını, şahadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm'dan çıkar" (İbn Mâce, Mukaddime, 7:49) buyrulmaktadır. Buradaki bidatlar ise inançta ve itikatta olan bidalardır ki bunlar İslam inançları yerine geçmiş ve inananlarını da yoldan çıkarmıştır. İnançta ortaya çıkan bir zaaf ve yanlış kanaat insanı dininden uzaklaştırır. Bu husus Abdullah b. Abbâs’dan (ra) rivayet edilen bir hadisle şöyle ifadesini bulur: "Allah, bid'at sahibinin amelini, bid'atından vazgeçinceye kadar kabul etmez." (İbn Mâce, Mukaddime, 7:50) Ezanı aslı dışında okumak ve ibadeti ibadet dili dışında yapmak ve İslam ahkâmının geçerliliğini kaybettiğine inanmak bu gibi bid’alardır.  Yine peygamberimizi sadece vahyi tebliğ eden bir elçi gibi görerek sünnetine değer vermemek ve ibadeti sünnetine aykırı şekilde yerine getirmeye çalışmak da bu nevi bidalara girer. Kadınların baş açık namaz kılmalarına cevaz vermek gibi.

Bir zamanlar Kur'ân-ı Kerîm'i bir Mushaf içerisinde toplamak, hadisleri derleyip toplayarak kitap haline getirmek, camilerin yanında minare yapmak gibi hususlara da bidat denerek karşı çıkıldığı olmuştur. Bu işler her ne kadar Hz. Peygamber’den (sav) sonra olmuş iseler de, bunlar bid'at kapsamına girmeyen güzel şeylerdir, İslâm'a aykırı olmadığı gibi bunlar İslam’ın korunmasına yardımcı olan en önemli hususlardır.

Bediüzzaman hazretleri peygamberimizin (sav) “Bütün bid’atlar dalalettir ve bütün dalalet yolları cehennemde son bulur” (Müslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet,5; İbn-i Mace, Mukaddime, 16, 23) hadisine açıklık getirir. Bu hadisin “Bu gün dininizi tamamladım ve din olarak İslam’dan razı oldum” (Maide, 5:3) ayetini izah ettiğini ifade eder. “Şeriat-ı kavaid-i Şeriat-ı Gara ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra yeni icatlar ile o düsturları beğenmemek veyahut –hâşâ ve kellâ- nâkıs görmek hissini veren bid’aları icat etmek dalâlettir, ateştir” (Lem’alar, 2001, s.105) der. Bid’anın şeriatın kanunları ve sünnetin prensiplerinin yerine konulan yenilikler olduğundan bahseder. Bu durumda Allah’ın emrini ve peygamberin sünnetini kaldırarak, onların yerine konulan adetler ve prensiplerin bid’a olduğu anlaşılmaktadır.

Daha sonra sünnetin çeşitli mertebelerini sayar. Sünnetin bir kısmının Vâcip olduğunu, bunun asla terk edilemeyeceğini ifade eder. Bunların muhkemât olduğunu ve asla değiştirilemeyeceğini belirtir. (Lem’alar, 105) Bunlar ibadetlerin vaciplerini oluşturduğu bir gerçektir. Kurban kesmek vaciptir ve asla terk edilemez. Peygamberimizin uygulamaları dışında kurban ve diğer ibadetler yorumlanamaz ve bunun yerine bir başka şekil konulamaz. Yani hiç kimse “Kurbandan maksat et yemektir. Ben beş kilo et alır ve fakirlere veririm. Veya parasını dağıtırım” diyemez.

Sünnetin diğer kısmı ise Nevâfil nevindendir. Bu da iki kısımdır. Birincisi ibadete tabi olan ve ibadetlerin sünnetlerini oluşturan kısmıdır. Bediüzzaman’a göre “bunların tağyiri bid’attır.” (Age, 105) İbadet ile ilgili olan sünnetin yerine konulan ve sünneti ortadan kaldıran tüm adetler bid’at sayılır. Sünnetin yapılmasına imkân tanıyan ve kolaylaştıran teknolojik aletler ve imkânlar sünneti ortadan kaldırmadığı için bid’a kavramına girmez.

Sünnetin adab kısmına uyan ise peygamberimizin nurundan feyiz alır ve âdetini ibadete çevirir. “Onlara muhalefete bid’a denilmez” (Age, 105) diyor Bediüzzaman. Yalnız o feyizden ve o sevaptan istifade edemez. 
Sünnetin içinde en önemlisi ise “Şeâir-i İslamiye” denilen, İman ve Müslümanlık alameti olan adetler vardır ki bunları değiştirmek tamamen bid’at kavramına dâhildir. (Age, 105) Ezanı ibadet diliyle değil de ibadet olmaktan çıkaran tercüme dili ile okumak, “Selamün Aleyküm” şeklindeki selamı, Kur’anî ve İslami olmaktan çıkaran, onun yerine konulmak istenen “Günaydın” “Tünaydın” gibi tabirler tamamen bid’at kavramına dâhildir. Burada Selamı ibadet ve sünnet şeklinden çıkaran bir durum söz konusudur. Namazda sarık sarmak bu nevi bir Şeâir-i İslamiye olduğu için bunun yerine konmaya çalışılan ve secdeye mani olan şapka da bid’a kavramına dâhildir.

Bediüzzaman Fatiha Suresinde geçen ve daima Allah’tan istediğimiz “İstikametli yolun” “Enbiya, Sıddıkîn, Sühedâ, Evliyâ ve Sâlihîn”inin yolu olduğunu belirtir. Kurtuluşun ancak bu yola girmekle olduğunu ifade eden Bediüzzaman hangi maslahat için olursa olsun bu yoldan ayrılmayı netice veren bu yolun köşe taşları hükmünde olan “Şeair-i İslamiye”yi değiştirmeye çalışmanın tamamen bid’at olduğunu söyler. “Her bid’at dalalettir” hadisini bu hususu kesinlikle kastettiğini ifade eder. (Mektubat, 2001, s. 384–385)

Bu bağlamda Bediüzzaman “Medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı şeref tanıdığı bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinat telakki ettiği selef-i salihinin cadde-i nuraniyelerini terk etmeyi” bid’a olarak değerlendirir. (Mektubat, 402) Yine Bediüzzaman ehl-i bid’a olarak “Şeair-i İslamiye”yi tahrip etmeye ve değiştirmeye çalışanları kasteder. Onlara fetva veren âlimleri de “Ulema-i su” olarak vasıflandırır. (Mektubat, 420)

Tahribatçı ehl-i bid’ayı iki kısma ayıran Bediüzzaman bunlardan birincisinin “din namına ve İslamiyet’e sadakat namına dini milliyetle aşılayıp kuvvetlendirmek için” yeni icatlar peşinde koşanlar, diğerinin ise millet namına “Milleti İslamiyet’le aşılıyoruz” diye yeni icatlar peşinde koşanlar olarak değerlendirir. (Mektubat, 424)
Bediüzzaman ayrıca bu zamanın yeni icatları olan “dans, tiyatro gibi adetleri lehviyat ve kebairleri” bid’a olarak vasıflandırır. (Şualar, 2005, s. 913)  Böyle “Bid’aların yaygın olduğu zamanda Sünnet-i Seniyeye ve hakikat-i Kur’aniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehit sevabını kazanabilir” hadisini de nakleder. (Lem’alar, 229; Cem’u’l-Fevaid, 1:29; Münziri, Terğib ve Terhib, 1:41) 

Bu bağlamda, Rasûlullah'a salât-ü selam getirmek Allah’ın emridir. Bunun için dini törenler yapmak ve mevlit okutmak, yemek yedirmek ve komşuları akrabaları bir araya getirerek sevgi ve muhabbet iklimleri oluşturmak ve bunu Allah’ı ve Resulullah’ı (sav) anarak yapmak Allah’ın emrini yerine getirmeye çalışmak sayılır, bid’at sayılmaz. Bunu bid’at olarak görüp engel olmak aslında Allah’ın emri ve Resulullah’ın sünnetini yerine getirmeyi ve Müslümanlar arasında sevgi ve muhabbet oluşturmayı engellemek anlamına gelir.

Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünnette vardır. Bunu ölüler için mevlit okutup, kırkıncı, elli ikinci geceleri tertip etmek ve bunu peygamberimizin emri doğrultusunda Kur’an okuyarak ve dua ederek yapmak ne güzel bir adettir. Böylece İslam ikliminin yaygınlaşması ve ibadet için Müslümanların bir araya gelmesi sağlanmış olur.
Allah için sadaka vermek, zekât ve fitre dağıtmak Allah'ın emri gereğidir. Ölünün ibadet borcunun affını Allah’tan umarak, orucun fidyesine kıyasen devir yapmak dinin bir emrini, peygamberin bir sünnetini ortadan kaldırmıyor, bilakis hayata tatbikini sağlıyor. Buna bid’at diye engel olmak yanlıştır. Müslümanlar bu vesile ile bir araya gelerek Kur’an okumakta ve peygambere salât-u selam getirmekte ve Allah’a dua etmektedirler. Buna bid’at diyerek engel olmaya çalışmak doğru değildir. Bilakis bu gibi adetleri çoğaltarak Kur’anın okunması, peygamberin anılması ve dua edilmesi için imkânlar sağlanması gerekir.

Ne gariptir ki camilerde müezzinin kametten önce cemaatten yeni gelenlerin sünnetlerini kılmalarına imkân sağlayan ve biraz sonra farzın başlayacağını bildiren üç ihlâs-ı şerifi açıktan okuyarak fatiha ile bitirmesine bidat diye karşı çıkılmaktadır. Peygamberimizin (sav) sık sık okunmasını tavsiye ettiği, Kur’anın Tevhit hakikatini içine alan ve bunun için Kur’anın üçte birine denk olan bir zikri ifa eden bu okumanın ne derece müminlere faydalı olduğu açıktır. Karşı çıkanların ‘Kur’anı dinlemek gerekir, cemaatin bir kısmı namaz kılıyor’ diyebilirler. Hâlbuki bu husus Farzın ve Sünnetin kifaye kısmındandır. Bir kısım Müslümanlar dinlemiş olsalar diğerleri ibadetle meşgul olduğu için dinlemeyebilirler. Ama hiç kimse dinlemezse herkes günahkâr olur. Camide ise elbette dinleyen büyük bir cemaat vardır ve namaz kılan sonradan gelen birkaç kişidir. İhlâs-ı Şeriflerin okunması onların da sevabı çok olan ilk tekbire imam ile yetişmelerini sağlaması açısından da önemlidir.

Sonuç olarak bid’at genellikle inanç ve itikada yönelik yeni fikirlerdir. Kur’an-ı Kerimin inançla ilgili hükümlerine ve peygamberimizin sahabelere öğrettiği inanç ve düşüncelerine, selef-i salihinin beyan ettiği inanç sistemine aykırı görüş ve düşüncelere bid’at denir. Bu düşünce sistemindeki fırkalara da “Ehl-i Bid’a ve Dalalet” denilmektedir.
Ayrıca bid’at Kur’an-ı Kerimin nazil olup bitmesi ve İslam dininin tamamlanmasından sonra bunu yeterli görmeyerek yeni hükümler ile dine bir şeyler ilave etmek, bir şeyler çıkarmak ve dini değiştirmek demektir. Allah’ın emir ve yasaklarını beğenmeyerek yeni adetler ile Allah’ın hükmünü kaldırmaya çalışmak, peygamberimizin sünnetini beğenmeyerek sünnetin yerine yeni adetler koyarak değiştirmek bid’attır. Bu da dinin inanç ve ibadet ile ilgili hususlarını kapsar. İnançta bozuk itikatlar ve düşünceler, ibadette ise bu nevi yeni adetler bid’at sayılır.
Allah’ın emirlerini yapmayı kolaylaştıran, peygamberin sünnetini güçlendiren ve dinin hükümlerinin pratikte uygulanmasına yardım eden yenilikler bidat sayılmazlar. İnançlara ve ibadete etki yapmayan ve insan hayatını kolaylaştıran teknik konular dinle ilgili bid’a kavramının tamamen haricinde olan dünyevî hususlardır. 

malikaya@risalehaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.