Modern zamanlarda her insan yalan ve aldatmaya her yerden yağmur gibi maruz kalabiliyor ve en önemlisi buna neredeyse sürekli maruz kalıyor.
İster başkalarının "karanlık" işlerini gizlemek için gerçeği saklamak olsun, ister gerçekleri değiştirmek için olsun, isterse de iyilik yapmak için…
Bütün bunlar bizi çevreliyor ve öyle görünüyor ki, insanların kendilerini buna karşı uyarmaya çalışmaları veya en azından kendilerine yönelik aldatma miktarını azaltmaları gerekiyor.
Fakat hayır!
Durum biraz farklı bir varyasyonla da olsa tekrarlanıyor ve eskilerinin yerine yeni tümsekler ortaya çıkıyor.
Yalan söyleme kavramı birçok beşeri bilimlerde araştırma konusudur, ancak şu ana kadar bu, onu çeşitli pratik ve teorik faaliyet alanlarında tanımlamak için çok az şey yaptı.
Ayrıca psikolojideki yalan kategorisinin ayırt edici özellikleri henüz tanımlanmamıştır: Eğer yalanları yalnızca gerçeklerin yanlış sunulduğu yargıların bir değerlendirmesi olarak nitelendirmekle sınırlandırırsak, o zaman bu özellikler ayırt edilemez hale gelir.
Literatürde sunulan çalışmaların çoğu yalanın teşhisine yöneliktir.
İnsanlık var olduğu sürece, aldatma da muhtemelen o kadar uzun süredir var olmuştur.
Eski filozoflar onun hakkında yazmışlar, Vahiyler de onun hakkında indirilmiştir.
Hayat gelişiyor, ilerliyor ama aldatmalar hala hayatımıza eşlik ediyor ve ona pek çok sıkıntı getiriyor.
Dünyaca tanınan Rus Psikolog Kholodny'ye göre yalan, öznenin bildiği gerçeğin bilinçli bir çarpıtmasıdır: muhatabı "yanıltmak amacıyla konunun bilinçli bir konuşma etkinliğinin ürünüdür".
Yalanlar insan varoluşunun ayrılmaz bir parçasıdır ve kendilerini çok çeşitli durumlarda gösterirler, bu nedenle bu olgu oldukça çeşitli şekillerde yorumlanır.
Zihinsel olarak sağlıklı, normal gelişmiş bir insandaki yalanlar, kural olarak gerçek güdülerle (!) belirlenir ve belirli hedeflere ulaşmayı amaçlar. Bu nedenle, tam bir samimiyet neredeyse imkansız hale gelir ve böyle bir durumda, görünüşe göre zihinsel bir patoloji olarak kabul edilebilir.
Elbette dürüst insanların olmaması nedeniyle, yalancı ile dürüst kişi arasındaki fark çok koşulludur ve mutlaka belirli durumsal açıklama gerektirir.
Yalanlardan farklı olarak aldatma, onu anlayan kişiyi güvenilir gerçeklerden hatalı sonuçlara varmaya kışkırtan yarı gerçektir;
Aldatıcı, bazı gerçekleri aktarırken, anlaşılması açısından önemli olan diğer bilgileri de kasıtlı olarak gizler. Aldatma, eski çağlardan beri kullanılan ve genellikle strateji olarak adlandırılan şeyin temelidir.
Yalan söylemek gibi aldatma da birinin çıkarları ile ahlaki standartlarının çatıştığı ve aldatmaya başvuran kişinin istenen sonucu başka bir şekilde elde etmesinin zor veya imkansız olduğu durumlarda ortaya çıkar.
Aldatmanın yalan söylemekle en önemli ortak yanı, aldatanın bilinçli olarak gerçeği çarpıtma arzusudur.
Bu nedenle bazı psikologlar yalan ve aldatmayı farklı işlevlere sahip ayrı kategoriler olarak ayırmaktadır. Diğerleri (örneğin Paul Ekman) yalanlar arasında ayrım yapmıyor, tanımına değil işlevlerine daha fazla dikkat ediyor. Genel olarak yalan ve aldatmanın toplumdaki insan yaşamının sosyo-psikolojik bileşenleri olduğu ifade edilebilir. Bu nedenle onları hayatımızdan “dışlamaya” yönelik her türlü girişim ütopiktir, psikolojik açıdan yanlıştır ve dolayısıyla beyhudedir.
Günlük yaşamda pek çok kişi “yalan”, “aldatma” ve “gerçek dışılık” kelimelerini eşanlamlı olarak kullanır ancak psikolojik açıdan bakıldığında bu kavramların farklı anlamları vardır.
Yalan, gerçek durumun kasıtlı olarak çarpıtılmasından oluşan bir iletişim olgusudur; çoğunlukla anında doğrulanması zor veya imkansız olan konuşma mesajlarının içeriğinde ifade edilir. Alıcıları (dinleyicileri) yanıltmayı amaçlayan bilinçli bir konuşma etkinliği ürünüdür.
Hepimiz yalanın ne olduğunu biliyoruz; onu sıklıkla kendimiz kullanırız ve aldatılırız. Yalanlar, insanların arzularını tatmin etmek için birbirlerini etkileme mekanizması olarak vardır ve var olacaktır.
Yalanların ilk işlevi kişinin maddi çıkarlarını korumaktır.
Bu, öncelikle bir kişinin, ona yakın bir grup insanın, maddi veya manevi değerlerinin, bu kişi tarafından istenmeyen olarak değerlendirilen değişimlerden korunmasıdır.
Ancak yalan, maddi kaynakların korunmasına yardımcı oluyorsa, onları artırabilir. Gerçekten de birçok insan zengin olmak için uzun süredir aldatmacaya başvurmaktadır.
İlkel bir mamutun elde edilen derisi, bütçenin modern hükümet yetkilileri tarafından paylaşılmasından daha az coşkuyla paylaşılmadı. Onlar için yalanlar maddi zenginlik elde etmenin bir yolu olarak hizmet eder.
Yalanların ikinci işlevi kişinin maddi zenginliğini arttırmaktır.
Bir balıkçı oltaya solucan taktığında ne yapar? Balığı kandırır, maddi zenginlik elde eder, yani yalan söyleme işlevini gerçekleştirir.
Bilinmeyen bir yazarın kitabını yeniden yazan ve onu kendisininmiş gibi yayınlayan bir yazar ya da adını yazarlar listesine ekleyen bir bilim insanı ne yapar? Manevi menfaatler (şöhret, şöhret, prestij, statü vb.) elde ederler.
Bütün bu insanlar yalanın bir başka işlevinin de farkına varırlar: Manevi menfaat elde etmek.
Yalan söylemenin bir diğer işlevi de saldırganlıktır.
Yalanların yardımıyla, bir kişi başka bir kişiye boyun eğdirmeye çalışır ve onu başka hiçbir şekilde yerine getirmeye zorlanamayacağı hedeflerini gerçekleştirmeye zorlar. "Peki, eğer nazik olmak istemiyorsa ne yapabilirsin?"
Yaşam ve sağlığa yönelik bir tehdidin ortaya çıkmasının gösterilmesi, "mağdurun" davranışını önemli ölçüde değiştirmenize olanak sağlar.
Dolayısıyla yalan söylemenin, kişinin karmaşık modern ortamda hayatta kalmasına olanak sağladığı sonucuna varabiliriz. Ancak hayatta kalmaya ölüm veya bu ortamın yok edilmesi eşlik ediyorsa, yalan söylemenin bazıları için iyi, bazıları içinse kötü olduğu varsayımını yapabiliriz.
Yalan söylemenin bilimsel problemini analiz ederken, çoğunlukla St. Augustine'in teolojik eserlerine ve onun yalanı, yalan söyleme arzusuyla söylenen bir şey olduğuna dair tanımına başvuruyorlar.
Bir yalanın özü her zaman bir kişinin bir şeye inanması veya düşünmesi, ancak iletişimde bilinçli olarak başka bir şeyi ifade etmesi gerçeğine iner. Yalancının amacı yanlış mesaj vermek, gerçeği çarpıtmaktır.
Psikolojik araştırmalar, strese karşı direnci düşük, kaygısı artan, nevrotikliği olan ve antisosyal davranışlarda bulunmaya yatkın kişilerin daha sık yalan söylediğini gösteriyor.
Aynı zamanda kişinin zeka düzeyinin ve eğitiminin yalan söyleme sıklığını etkilediği de kaydedilmemiştir.
İlginç bir şekilde, başkalarına başarılı bir şekilde yalan söyleme yeteneğinin, birisinin size yalan söylediğini anlama yeteneği üzerinde kesinlikle hiçbir etkisi yoktur.
Ünlü Amerikalı bilim insanı Paul Ekman, "Yalan Psikolojisi" adlı kitabında şöyle yazıyor: "Yalanlar o kadar doğal ki, insan faaliyetinin hemen hemen tüm alanlarına açıkça atfedilebilirler. Bazıları böyle bir ifade karşısında ürperebilir çünkü yalanları kabul etmeye değer buluyorlar.’’
Aslında yalan söylemenin insan varlığının ayrılmaz bir parçası olduğu ve kendisini çok çeşitli durumlarda gösterdiği ve dolayısıyla bu olgunun oldukça çeşitli şekillerde açıklanabileceği kabul edilmelidir.
Bir kişinin yalanları bencil amaçlarla üretilebilir ve örneğin diğer insanların pahasına kişisel refahı sağlamayı amaçlayabilir. Bu tür yalanlar toplumda kınanmaya neden olur.
Yalan asil nedenlerden kaynaklanabilir (örneğin, bir doktorun ciddi şekilde hasta bir kişiye yalan söylemesi) ve böyle bir durumda ahlaki açıdan haklı kabul edilir. Her ne kadar kulağa çelişkili gelse de bir insanın yalansız yaşaması imkansızdır.
Zihinsel olarak sağlıklı, normal gelişmiş bir insandaki yalanlar, kural olarak gerçek güdülerle(!) belirlenir ve belirli hedeflere ulaşmayı amaçlar.
Dolayısıyla tam bir samimiyet neredeyse imkansız hale gelir ve eğer öyleyse, zihinsel bir patoloji olarak yeniden değerlendirilebilir.
Koşulsuz olarak dürüst insanların olmaması nedeniyle, yalancı ile dürüst bir kişi arasındaki fark çok koşulludur ve zorunlu olarak özel durumsal açıklama gerektirir.
Yalan söylemenin her zaman belirli bir kişinin belirli bir suçu işlemesinden kaynaklanmadığı unutulmamalıdır.
Yalan söylemek aynı zamanda masum bir insanın savunma tepkisi de olabilir. Haksız suçlama ve ceza korkusu çoğu zaman şüpheliyi gerçekleri inkar etmeye ve hatalı şüphelerden korunmak için yalan beyanlarda bulunmaya iter.
Aldatma, kişiyi hatalı sonuçlara sürükleyen yarı gerçektir. Aldatan kişi gerçek bilginin sadece bir kısmını bildirirken, aynı zamanda doğru sonuca varmak için gerekli olan önemli bilginin bir kısmını da gizler. Aldatma, yalanlardan ve gerçeklerden yapılan bir kokteyle benzetilebilir ve muhatabın onu iştahla içip içmemesi, onu yapanın becerisine bağlıdır.
Yalan gibi aldatma da birinin çıkarları ile ahlaki standartlarının çatıştığı ve aldatmaya başvuran kişinin istenen sonuca başka bir şekilde ulaşmasının zor veya imkansız olduğu durumlarda ortaya çıkar.
Bir yalanın bir gerekçesi olabilir de olmayabilir de. Bir yalancı yalan söylemeyebilir. Aldatma kasıtlı bir eylemdir; Bir yalancı her zaman kasıtlı olarak yalan söyler. Ve yalnızca kendi gözünde ve belki de toplumun görüşünde haklı çıkarılabilir Bir yalancı, iyi ve kötü, hoş ve nahoş bir insan olabilir. Ancak kişi her zaman yalan söylemeyi ya da doğruyu söylemeyi kendisi seçer. Ve yalan ile gerçeği tamamen birbirinden ayırıyor.
Yalan söylediğini bilen ama davranışlarını kontrol edemeyen patolojik yalancılar konumuz değildir.
Bazen yalancı kendi yalanına inanabilir.
Bu durumda yalancı sayılmayacak ve bir sonraki bölümde açıklayacağım nedenlerden dolayı aldatmacasının tespit edilmesi çok daha zor olacaktır.
Psikiyatristler de yalan söylemeyi veya aldatmayı, bir kişinin, amacını önceden bildirmeksizin ve mağdurun gerçeği açıklamamasını açıkça talep etmeden, bir başkasını kasıtlı olarak yanıltması eylemi olarak tanımlamışlardır.
Yalan söylemenin iki ana biçimi vardır: atlama ve çarpıtma.
İhmal etme durumunda, yalancı doğru bilgiyi gizler ancak yanlış bilgiyi bildirmez.
Yalancı çarpıtma sırasında bazı ek eylemlerde bulunur - yalnızca gerçeği gizlemekle kalmaz, aynı zamanda karşılığında yanlış bilgi sağlayarak onu doğru gibi gösterir.
Çoğu zaman aldatmaya yol açan şey sadece ihmal ve çarpıtmanın bir kombinasyonudur, ancak bazı durumlarda bir yalancı sadece gerçeğin tamamını söylemeyerek başarılı olabilir.
Herkes sessizliğin yalan olduğunu düşünmez. Pek çok insan gerçeğin tamamen çarpıtılmasını yalan sanmaktadır.
Genel bir tespittir: Dil gerçeği gizleyebilir ama gözler asla gizleyemez!
Sana bir soru soruyorlar, çekinmiyorsun bile, bir saniye içinde kendine hakim oluyorsun ve gerçeği gizlemek için ne söylenmesi gerektiğini biliyorsun ve büyük bir inançla konuşuyorsun, yüzündeki tek bir kırışık bile kıpırdamıyor, ama ne yazık ki gerçek, alttan gelen soruyla paniğe kapılıyor, ruh bir anlığına göze atlıyor ve her şey bitiyor. O fark edildi ve sen yakalandın.
Risale-i Nur’lar’da Yalan Konusu
"Çünkü fıtrat-ı beşeriyede, yalana yalan demek bir meyl-i arzusu vardır. Sahabeler ise, sıdk ve doğruluk için, can ve mal ve peder ve validelerini ve kavim ve kabilelerini feda edip, sıdk ve hak için fedai oldukları halde, hem 'Benden bilerek yalan bir şey haber veren, cehennem ateşinden yerini hazırlasın.' mealindeki hadis-i şerifin tehdidine karşı, yalana mukabil sükût etmeleri mümkün değildir." (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Sekizinci İşaret)
"Birincisi: Fıtrat yalan söylemez. Mesela, Bir çekirdekteki meyelân-ı nümüvv der ki: 'Sümbülleneceğim, meyve vereceğim.' Doğru söyler. Mesela, yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: 'Piliç olacağım.' Biiznillah olur. Doğru söyler. Mesela, bir avuç su incimad ile meyelân-ı inbisatı der: 'Fazla yer tutacağım.' Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu, demiri parçalar. İşte şu meyelânlar, irade-i İlahiyeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir." (Mesnevi-i Nuriye, Nokt)
''... Zira kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i İlâhiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvâlini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalattan geri bırakan, kizbdir...'' (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi 9 ve 10. Ayetlerin Tefsiri)
''Halbuki, şu zamanda, kizb ve sıdkın ortasındaki mesafe o kadar kısalmış ki, âdeta omuz omuza vermişler. Sıdktan yalana geçmek, pek kolay gidiliyor. Hatta, siyaset propagandası vasıtasıyla yalancılık, doğruluğa tercih ediliyor. İşte, en çirkin şey, en güzel şeylerle beraber bir dükkânda, bir fiyatla satılsa, elbette pek âli olan ve hakikat cevherine giden sıdk ve hak pırlantası, o dükkâncının marifetine ve sözüne itimad edip körü körüne alınmaz." (Sözler, Yirmi Yedinci Söz)
"ÜÇÜNCÜSÜ: Nasıl ki, çarşıda, mevsimlere göre birer metâ mergub oluyor, vakit be vakit birer mal revaç buluyor. Öyle de âlem meşherinde, içtimaiyât-ı insaniye ve medeniyet-i beşeriye çarşısında, her asırda birer metâ mergub olup revaç buluyor. Sûkunda, yani çarşısında teşhir ediliyor, rağbetler ona celb oluyor, nazarlar ona teveccüh ediyor, fikirler ona müncezib oluyor. Mesela, şu zamanda siyaset metâı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi...'' (bk. age.)
"Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali. Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı. Yeri verir sükûta, eğer çıksa zararlı."
"Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faideli. Her sözün doğru olsun, her hükmün hak olmalı. Lakin hakkın olamaz her doğruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli. 'Huz mâ safâ, da’ mâ keder.' kendine düstur etmeli." (Sözler, Lemeat, Yalan Bir Lafz-ı Kâfirdir.)
Bu cümleler de hakikatlerin hayallerden üstün olduğunu ifade etmektedir. Hakikatin buradaki manası ise her şeyin esasını olduğu gibi yansıtmaktır. Bir şeyi olduğu hâlinden eksik ya da fazla anlatmak, o şeyin hakikatini giderir, çirkin bir hale sokar. Bu da özü itibari ile yalandır. Yalan; bir şeyi olduğundan farklı göstermek ve aslını bozmaya teşebbüs etmek demektir.
Şarktaki aşiretleri dolaşıp onları irşad eden Bediüzzaman Hazretleri bir Müslümanda en evvel bulunması gereken şeyin Doğruluk olduğuna dikkat çeker ve der ki;
S- Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?
C- Doğruluk.
S- Daha.
C- Yalan söylememek.
S- Sonra.
C- Sıdk, sadakat, ihlâs, sebat, tesanüddür.
S- Neden?
C- Küfrün mahiyeti yalandır, imanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan kâfi değil midir ki; hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamiyledir. / Tarihçe-i Hayat 87 p2
Doğruluk, oluşturduğu sağlam kişilik ve karakterle başkalarının empatisini, olumlu duygularını çeker.
Doğru, dosdoğru davranan güç ve enerji elde eder, (velev ki maddî zararı olsun) sonunda kazanır.
Allah doğruların yardımcısıdır.