Bilgi: imkân mı, imtihan mı?

Metin KARABAŞOĞLU
Bugünden yarına düşünceler- II 
 
İmkan ile imtihanın, rızık ile riskin içiçe olduğu bir çizgide akar gider hayat. Düz mantığa inat, umulmadık şeyler gerçekleşir bu çizgide. Gecenin en karanlık anının ardından gün ışımaya başlar, kışı bahar takip eder, ölü tohumlardan dipdiri fidanlar boy verir. Celâl ve cemal sahibi âlemler Rabbi, kabz ve bast, darlık ve genişlik, imkân ve imtihan, rızık ve risk arasında şu kâinatı halden hale sevkeder durur.
 
Bütün kâinatı kuşatan bu gerçek, insanların dünyasının da tartışmasız gerçeğidir. Her yükselişin bir inişi olduğu gibi, inen hep indiği yerde kalacak da değildir. Âyetin dediği gibi, günler, insanlar arasında habire döndürülür. Kimileri yenilgiyle zafere ulaşır, kimisi zaferlerden yenilgiler devşirir. Zâhiren kayıp görünenden kazanç devşirirken birileri, kazanırken kaybetmek yazılmıştır başka birilerinin amel defterine. Hayırdan şer çıkarırken birileri, şerden hayır devşirmek de mümkündür şu dünya meşherinde.
 
O yüzden, olana değil, olandan ötesine bakabilmek yakışır mü’mine. Ânda ve noktada boğulmamak gerekir. Olan, kazanç olabileceği gibi, kayıp da olabilir. Olmayan, kayıp göründüğü halde, kazanca da dönüşebilir.
 
Herkesin kendi hayatından veya gözlemlediği hayatlardan süzebileceği bu gerçeğin bir örneğini, şahsen, siyaset sahnesinde görüyorum.
 
En başta, içinde çok tuzaklar içeren bir oldubittiyle millete ait bir zaferi kendine yazıp bu ülkeye her açıdan hâkim olmaya çalışan CHP zihniyetinin doksan senelik bir süreçte geldiği hal, güya ‘imkân’ gördükleri bu oldu bittinin kendileri için nasıl bir imtihan olduğunu gösteriyor meselâ. Bu zihniyetin müntesipleri tuttukları ‘kale’ler ve ‘köşe’lerle emeksizce ‘adam’ olurlarken ehl-i dinin uğradığı haksızlık ve mahrumiyet ise, süreç içerisinde kayıp iken kazanca dönüşmüş bir keyfiyet olarak çıkıyor karşımıza.
 
Örnek mi?
 
Bir tarafta, meşru yollardan iktidarın ‘rüyasını’ bile göremeyen; kendisini en fazla ‘en iyi ben muhalefet yaparım’ diye takdim ederek ‘liderlik’ yarışına giren kifâyetsiz, ufuksuz, umutsuz insanlar görüyoruz nice zamandır tablonun CHP tarafında. Öyle ki, meselâ AK Parti’nin kendi içinde kifâyeti, ufku, kitlelere verdiği umut ve liderlik kabiliyeti açısından sıralamada 20. gelecek bir ismin dahi, CHP’nin umut bağladığı ilk sıradaki isimden dahi daha çaplı ve daha ileride olduğunu görebiliyoruz. Bir tarafta emeksiz bir kazanımın getirdiği düşüş; öte tarafta dişiyle, tırnağıyla göstermesi gereken bir çaba ve bin türlü engelle birlikte gerçekleşen bir yükseliş…
 
Beni ‘Ağustos şükrü’ne sevkeden hadise içinde de, hayatın bize öğrettiği bu ‘imkân-imtihan,’ ‘rızık-risk’ ilişkisinin; bu ‘kabz’ (darlık)’tan bast (genişlik), genişlikten darlık hâsıl olabilmesi gerçeğinin bir örneğini, Erdoğan’ın şahsında da görüyor olduğumuzu düşünüyorum. Erdoğan’da olmayan, ama Davutoğlu’nda olan bir özellik var ki, ‘olmayan’ bu şeyin Erdoğan için ‘imkân’a dönüşmesi gerçeği, ‘olan’ın Davutoğlu’nda ‘imtihan’a dönüşmesi riski karşısında beni endişeye ve dolayısıyla uyarı ihtiyacına sevkediyor.
 
Açarsak: Recep Tayyip Erdoğan, gençliğinden beri siyasetin içinden gelen, ama hiçbir zaman ‘akademik’ ‘entellektüel’ bir kimlikle, meselâ bir ilim adamı, düşünür, yazar olarak görmediğimiz bir isim. Belki zahirde zaaf olarak gözüken bu hususun, önce bir partinin içinde, sonra ülkenin en büyük şehrinde, sonra bir partinin başında, sonra da bütün ülke için bir ‘yönetici’ olarak muazzam bir imkâna dönüştüğünü görüyoruz. Kendisini bir ilim adamı, düşünür, entellektüel olarak tarif etmediği; ama yönetici olarak düşünme, karar alma ve uygulama süreçlerinde sahih bilginin, sıhhatli düşüncelerin ve farklı bakış açılarının önemini de kavradığı için, Erdoğan figürü ele aldığı her konuyu sağlam bir araştırma-danışma-bilgi edinme-istişare sürecinden ve süzgecinden geçiren bir figür olarak çıkıyor karşımıza. Bilmediğini bilmek; düşünür-ilim adamı-entellektüel olmadığının farkında olmak, böylece, kendi dışındaki muazzam bir entellektüel birikimden bir ortak akıl üretmenin vesilesi oluyor.
 
Bu konunun, bilgiden öte, ‘düşünce’yle ilgili bir tarafı da var. Hayatın içinde bir yürüyüş yaşarız. Yola çıkarken, ne kadar bilgi de toplasak, ne denli analizini de yapsak, birçok şeyi de yolda öğreniriz. Veya yolda, daha önce bilmediğimiz, düşünmediğimiz, öngörmediğimiz şeyler çıkar karşımıza. Bu durumda bir hayat adamının, meselâ bir ticaret veya siyaset erbabının bu yeni duruma intibak edip ona göre yeni bir yol haritası-usul-ufuk belirlemesi, bilgisine/düşüncesine/metodolojisine/yorumuna/ufkuna daha fazla itimad eden ve edilen bir akademisyen-entellektüel-ilim adamı-yazardan daha kolaydır. Derdi hedefe ulaşmak olduğu için, başta belirlediği yolu kolaylıkla tashih veya tâdil eder, hatta gerekirse hepten değiştirebilir. Ama bir düşünce-ilim erbabı, böyle bir durumda, en başta hayatın önüne koyduğu bu yeni durumu kendisinin baştaki bilgisine-yorumuna uygun şekilde yorumlama refleksi üretir, gerçeği olduğu gibi kabullenmesi diğer kişiye göre zaman alır. Hatta, kendi düşüncelerinin ‘doğruluğundan vazgeçmemek’ adına hayatın önüne koyduğu apaçık gerçekleri bir türlü doğru okuyamayan, dahası reddeden ‘ilim-düşünce’ erbabı dahi vardır. Meselâ bu ülkenin seküler akademyası, Kemalist, Marksist, liberal farketmez, neredeyse bütün formlarıyla, bu son durumun harikulâde bir örneğidir!
 
Dolayısıyla, mevcut şartlarda olabilen en iyi seçim olarak gördüğüm; samimiyetine ve gayretine tereddütsüz itimad ettiğim; başarılı olması ve ümmetin ümidi olarak nice yıllar bu memlekete ve ümmet-i Muhammed’e hayırlı hizmetlerde bulunması için duacı olduğum yeni başbakanımız olarak Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun, böyle bir imtihan ile yüzyüze olduğunu da kardeşâne daha yolun başında ifade etme ihtiyacı hissediyorum.
 
Tayyip Erdoğan’ın isminin başında ‘Prof. Dr.’ ünvanı yoktu, bu onun için bir ‘imkân’a dönüştü. Duam ve dileğim o ki, Davutoğlu’nun isminin başındaki ‘Prof. Dr.’ ünvanı da onun için ve hepimiz için yepyeni bir ‘imkân’ olsun, bir ‘imtihan’a dönüşmesin.
 
Bu ‘imkân’ın tahakkuku ve bu ‘imtihan’ın olmaması için, Davutoğlu’ndan, bir iman kardeşi olarak üç ricam var:
 
(1) Artık ‘Başbakan Ahmet Davutoğlu’sunuz; ‘Prof. Dr.’ ünvanı, ‘başbakan’ olarak bilgilenme-düşünme-karar alma süreçlerinize ‘artı’ getirsin, ‘eksi’ getirmesin.
 
(2) Sabit-değişken dengesi içinde akıyor hayat. Farzedelim ki, yüzyüze geldiğiniz durumda, ‘Stratejik Derinlik’te yazdığınız bir husus ile Başbakan olarak alma durumunda olduğunuz karar çatışıyor, kimin ne diyeceğine aldırmadan feda ettiğiniz şey ‘Stratejik Derinlik’te yazdığınız şey olsun.
 
(3) Geçmişe dayalı hoca-talebe ilişkisinden öte bir hukukunuz olan, yüreğinden ve samimiyetinden tereddüt etmediğiniz, ama istişare sürecinde size ‘hayır’ diyebilme cesaretine sahip danışmanlarınız da olsun. Dolayısıyla, danışman-uygulayıcı kadronuzda elbette BİSAV-Şehir olsun, ama her iki mecrada da bu ikili tek başına baskın olmasın.
 
Ümmetin ümidi olmuş ve olacak isimlerin başarısı için duacı olan bir mü’minin kardeşâne ümidine eşlik eden kardeşâne düşünce ve tavsiyeleridir bunlar. Umarım yerine ulaşır.
 
Not: Bir sonraki yazıda, ‘siyasetin çözemeyeceği meseleler’e dair yazacağım. Takip eden bu yazıdaki uyarım, ‘siyaset’e dair değil; özelde dindar kesimde giderek gelişen bir tutum olarak, yapamayacağı şeyleri de siyasetten bekleyen ‘bizlere’ dair olacak dolayısıyla…

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.