Said Molla, Şeyh Said ve Bediüzzaman Said Nursi. Karıştırılan üç isim. Acaba bunlar karıştırılıyor mu yoksa bilerek mi birileri bunları birbirine karıştırıp bilgi kirliliği mi meydana getiriliyor?
Son aylarda Bediüzzaman hakkında hem din adamları hem basın tarafından yalan ve yanlış bilgiler üretilmektedir. Yalçın Bayer Hürriyet Gazetesi’nden, Türkiye gazetesinden bir başkası, bir diğer yandan Mustafa İslamoğlu Bediüzzaman hakkında yanlış, aslı olmayan, tahkik edilmeyen haberler ortaya sürüyorlar. Saldırının birbirinden farklı yerlerden gelmesi perde arkasında bir şer komitesinin olduğunu açıkça gösteriyor.
Bediüzzaman’ın görüşleri her konuda olduğu gibi siyasi konularda da son seksen yılın siyasi tarihinde birleştirici ve ülkeyi kaosa itecek parçalanmalardan kurtarmıştır. Bediüzzaman’ın talebeleri son cumhurbaşkanlığı seçiminde birleştirici olmuşlar ülkeyi büyük bir keşmekeşten kurtarmışlardır. Devlet adamlarının özellikle Başbakanın müteaddid yerlerde Bediüzzaman’ın görüşlerinden pasajlar öne sürmesi ve Bediüzzaman’ın yükselen değer olması, ona olan itibarın artmasına neden olmuştur. Birileri bundan ciddi anlamda paniğe kapılmışlar ondan dolayı da Bediüzzaman’ı karalamak ve kirletmek için yazılar yazmaya, beyanlarda bulunmaya başlamışlardır.
Şeyh Said: 1865’de Elazığ’ın Palu ilçesinde doğan Şeyh Said Efendi medrese eğitimi aldı ve babası Şeyh Mahmut’un vefatından sonra şeyh oldu. Palu’dan, Erzurum’ un Hınıs kazasına yerleşip, kısmen ticaret ve medrese eğitiminde talebe yetiştirmekle meşgul oldu.
1 Şubat 1925’ de tarihte “Şeyh Said İsyanı veya Olayı” diye bilinen hadisenin başında yer aldı. Beş bin kişilik bir güçle ayaklanma başlattı. Bu ayaklanma Hani, Muş, Elazığ, Varto ve Erzurum’a yayıldı. 2 Mart 1925’te harekete geçen devlet güçleri ayaklanmayı bastırdı. Hemen ardından "Takrir-i Sükun Kanunu" çıkarıldı ve bu kanun çerçevesinde İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Kurulan bu İstiklal Mahkemelerinden, Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan Şeyh Said ve beraberindeki kırk yedi kişi idama mahkum edildi… (29 Haziran 1925)
Şeyh Said Efendi, bu isyan hareketinden önce Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine bir mektup yazarak iştirak etmesini talep etmiş, ancak Bediüzzaman “Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya kılınç çekemem ve size iştirak etmem” diye karşılık vermiştir. Şeyh Said farklı bir insan Bediüzzaman ile alakası yok.
Sait Molla: Bilgi kirliliği o kadar fazla ki Google’de Molla’yı anlatan kısımda Bediüzzaman’ın resmi durmakta ve altında Said Molla’nın kirli hayatı yer almaktadır. ”Sait Molla, Osmanlı devlet adamı, Şûra-i Devlet üyesi, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve İngiliz ajanı. Mütareke Dönemi’nde Türk Millî Mücadelesi’ne muhâlefeti ve İngiliz taraftarlığıyla öne çıkmış bir isimdir.” Said Molla karışık bir adam, Google yetkililerinin bu kirli bilgiyi Bediüzzaman’ın resminin soluna koymaları son derece iğrenç bir tutum. Aynı sahifedeki resimlerde Bediüzzaman‘a ait ama verilen bilgiler hep Said Molla isimli meşum adamla ilgili.
Molla Said, İngiliz Muhibler Cemiyetinin başında görünür ama onu yöneten PapasFro isimli bir İngiliz din adamı. Şayet bir “İngiliz Muhibler Cemiyeti” kurulur ve bilhassa sarıklı din adamları buraya ithal edilirse, İngiltere’yi kazanmak kabil olacağını ve imzalanacak muahedede İngiltere’nin müzahereti sayesinde, şartların oldukça hafif kaleme alınacağını iddia etmiştir. Bu sakat iddianın sahibi Said Molla ile Papaz Fro’dur. Güya Osmanlı İmparatorluğu İngiliz mandası altında ve bütün İslâm âlemine hükmeden bir devlet olarak kalabilecektir. Papas çok cömert idi. Zira sarfettiği para, İngiliz Entellicens Servisi’nin mestur tahsisatı idi. Ama kimseyi satın alamadılar ve milli mücadele gerçekleşti ve millet kendini Allah’ın izni ile kurtardı.
Hürriyet gazetesi yazarı Yalcın Bayer’in bu kirli ve maksatlı bilgiyi köşesine taşıması hem onun hem de Hürriyet gazetesinin üzerinde iyi bir izlenim bırakmayacağı doğru değil mi? Bediüzzaman siyaseti, bilmeyerek yabancı parmağına alet olmak olarak niteler ve siyasetten uzak durur. İngilizlerin İstanbul’u işgali üzerine bir küçük risalecik bastırır ve dağıtır. Bu eserin adı Hutuvat-ı Sitte’dir. İstanbul‘da İngiliz siyasetinin oyunlarını bozan bir eserdir. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin her zaman olduğu gibi, bu dehşetli işgal döneminde de çok büyük kahramanlıklar ortaya koyduğunu görmekteyiz. “İstanbul’da İngilizler desiseleriyle Şeyhülislam ve diğer bazı ulemayı lehlerine çevirmeye çalışmalarına mukabil, Bediüzzaman Hutuvat-ı Sitte adlı eseri ve İstanbul’daki faaliyeti ile; İngilizlerin, âlem-i İslam ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek, Anadolu’daki millî kurtuluş hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük amillerden birisi olmuştu.”
“Harekât-ı milliyede İstanbul’da, İngiliz ve Yunan aleyhindeki Hutuvat-ı Sitte eserimi tab’ ve neşr ile belki bir fırka asker kadar hizmet ettim.” “Ve kendimi tehlikeye atıp, İngilizlerin İstanbul’a tasallutu altında, İngilizlerin başlarına vurdum” diyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “o zaman ki gazetelerin de yazdıkları gibi, istiklal harbinde Hutuvat-ı Sitte namında bir makale ile İstanbul’daki efkâr-ı ulemayı İngiliz aleyhine çevirip harekât-ı milliye lehinde ehemmiyetli hizmetler yapmıştır.”
“İngilizlerin, başta İstanbul Müslümanları olarak içlerinde itilaf ve ihtilaf gruplarını birbiriyle çarpıştırdığı ve İstanbul’un efkâr-ı umumiyesini kendi lehine çevirmeye çalıştığı, hatta Şeyhülislamlıktan bir fetva çıkartarak ve İstanbul’un bazı camilerinde kendi lehinde dualar ettirerek efkâr-ı umumiyeyi bulandırıp aldattığı bir hengâmda; Bediüzzaman Hazretleri Hutuvat-ı Sitte eserini Türkçe ve Arapça olarak telif edip, merhum Eşref Edip beyin gayretiyle tabettirip İstanbul’un her tarafına talebeleri vasıtasıyla dağıttırdı. Bunun üzerine İstanbul’un umumi efkârı bir anda kendine gelerek ayıldı ve İngiliz’in aleyhine geçti. Bu hadiseyi müteakip, İngiliz başkumandanı, Bediüzzaman’ı öldürtmek üzere verdiği emir mucibince, İstanbul şehri taranmaya başlandı. Hıfz-ı İlâhî ve muhafaza-i Kur’ân'iye ile Bediüzzaman’a bir şey yapılamadı.”
Bu kadar kahraman bir insana yapılan bu insafsızlıklar hangi vicdanın gereğidir. Herkesin önünde eğilmesi gereken bir insana bu saygısızlıklar nedendir? Öyle mi Yalçın Bayer ve Mustafa İslamoğlu? Baltayı kendi ayağınıza vuruyorsunuz. Süleyman Nazif’in İstanbul’un işgali üzerine yazdığı bir Kara Bir Gün yazısı şu cümle ile biter: “Sen sabret zaman sabretmez.”
Ama Sayın Başkabakan’a ve Cumhurbaşkanına ricamız Bediüzzaman’ın hayatındaki önemli şehirlerdeki üniversitelerde birer Risale-i Nur ve Bediüzzaman Enstitüsü açmak için emir vermeli. İstanbul, Denizli, Van, Eskişehir, Isparta, Kastamonu gibi şehirlerdeki üniversitelerde akademik araştırmalarla ortaya konacak çalışmalar gerekir, yoksa bu bilgi kirletilmesi devam eder gider.
İlim tarihi ve yorumu, din tarihi ve yorumu, yeni akaid savunmaları, estetik, sanat, edebiyat, felsefe, tarih felsefesi daha birçok konularda akademik eserler gerekir, bunlara sizin müzahir olmanız gerekir. Risale-i Nur’un basımı konusundaki çalışmaların bir boyutu da bu enstitüler olmalı. Çalışma ile desteklenemeyen sevgi insanlara bir şey kazandırmaz.