بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Evde canı çok sıkılmıştı. Günlerdir cadde, sokak görmemişti.
Biraz önce oğluyla kısa bir atışınca, kasılıp öfkelenmişti.
Hızla kıyafet değiştirip, traş oldu, spor lacivert ayakabı, mor lacivert kot pantolon üstüne, kumaş dokuma siyah montunu giydi.
Yine mont cebine Rusça/Ukraynaca Küçük Sözler'i özenle yerleştirdi.
Saçını tarayıp limon kolonyası sürüp, ana caddeye çıktı.
Çetinkaya Caddesi he zamanki gibi görünüyordu. Hava serin, ilkbahar havasındaydı.
Dükkanlar tenha, müşteri az ve esnaf bezgindi.
Vücudu kasılmış dünyası gergindi.
Ferahlamak için yorulmalıydı.
Hafif terleyecek kadar yürümek, ilaç gibi şifa oluyordu.
Eskisi kadar sık ve uzun yürümüyordu artık. Korona bu alışkanlığına ket vurmuştu.
Bir de artık kadın görüntüleri, fazlaca yaralıyor ve elem veriyordu.
İstemeden de olsa bakışları; kendine kızma ve ayıplamayla son buluyordu.
Sokak yürümeleri, acı, zehirli bir tortu bırakıyordu. Ama yürümeye de mecburdu.
Şimdi de mecburdu. Bildiği en iyi ferahlama at gibi yürümekti.
Eski bir alışkanlıkla eli, montun sağ cebine gitti, 33'lük tesbihi sağ eline aldı.
Belki 40 seneye yakın alışkanlıkla, sokak virdine başladı.
İstiğfar, Salavat ve ardından Sekine.
Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamin aleyke Ya Resulallah
Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamün aleyke Ya Habiballah
Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamin aleyke ya Emîne vahyillah
Çok acil anda ancak Sekine, salavat, istiğfar üçlüsü derman oluyordu.
Şu an da gerilimi düşürmek zorundaydı.
Bazen Risalelerde geçen evrad ve zikirleri de çekiyordu.
Tüsebbihi lehü... Celcelutiye'den 6 esma gibi.
33'lük tesbih memleketteki sofilerin sözünü aklına getirirdi hep; "Cahil tesbihi..."
Rahmetli babasından da duymuştu.
Ayıplamak için değildi. Tanımlamak ve 99'luktan ayırmak için.
Sokakta harama nazar etmeyim diye, hurileri hatırlama ve Cennet'te Suret Çarşısı hadisini tahayyül etmeyi vird edinmiş, çokta faydasını görmüştü.
Yakın bulduğu gençlere de bu hadisi önerirdi.
Şeytan, açık saçık nisalar yüzünden taciz ettiğinde; bu Suret Çarşısı imdada yetişirdi.
Vesvese ve vehim saldırısında; cennetlik kadınların durumu da sorgulanıyordu.
Yani birçok huriye tek nuri meselesi!
Ama cennetlik kadınlara da haksızlık yapılmayacak,onlara da Suret Çarşısı tercihi sunulacaktı.
Yani devamlı başkalaşan, artan bir güzellik hakikati!
Resulullah (asm) buyurdular ki: “Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her Cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler.
Hanımları: “Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!” derler.
Erkekler de: “Sizler de, Allah’a yemin olsun ki, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!” derler.”( Müslim- Cennet)
***
Son zamanda Sekine'yi 3'lemeye alışmıştı.
Bazen bir seferde 19 çekip çoğunlukla 3'lüyor 57 çekiyordu.
Caddelerde yabancı turistler hayli kalabalıktı. Bunlar sezon arifesinin indirimli müşterileriydi.
Çoğu da Ukraynalılar ve Ruslardı.
Bu ikisinin kökü aynıydı ama Rus devleti yine akrebin yapmadığını bu akrabalara yapıyordu.
Kuzeyli insanların sakinliklerine genellikle gıpta ederdi. Aşırı sıcakkanlı oluşundan rahatsız ve çok çekiyordu.
Aklında hep, Küçük Sözleri layık birine hediye etmek vardı ama nasıl olacaktı?
Zaten yabancı lisan yok, jest-mimik lisanı da şu an kilitliydi.
Tartışıp kasılmıştı ya ondan...
Sekine devam ederken, yanından geçtiği parkta bir su kanalının mermer çıkıntısına oturup, telefona bakıyordu.
Baktı genç bir çift sol yanından önüne doğru geliyor, geçip gidecekler. Elele tutuşmuş yürüyorlardı.
Ciltleri badem veya erik çiçeği gibiydi.
Endamları ise, bu renkler içinde ince selvi boyluca.
Kıyafetler bol spor ve kısmen mazbuttu.
Bunları anlık bakışla farketti!
Telefona döndüğüyle birlikte, jeton geçte olsa düştü.
Hemen kalktı, metrelerce önünden orta hızda yürüyorlardı. Cadde biraz kalabalıktı.
Ardlarından yürüdü, Türkçe selam verip, gülümseyerek jest mimikle, hediye deyip kadının eline nazikçe tutuşturacaktı.
Pekçoğu da kibar insanlar olup, sevinçle alıp, tenkü tenkü diye karşılık verip işlem tamamlanıyor, gerisi Allah'a kalıyordu.
Ama kendinde o gücü bulamadı. Hala bedeni gergindi. O an kendine derinden öfkelenip kızdı.
Küçük Sözler hediyesi, bir atışma yüzünden kaçıvermişti.
Sekine o an bitmiş miydi farkında değildi.
Kırgın ve gergin duygularla yürürken, baktı sol önünde az önce tarif ettiği renk ve boyda 4 müennes yürüyordu.
Sağda Hamam Çarşı, sol ilerde Saat Kulesi ve Tekeli Mehmed Paşa Camii vardı.
Uzun, zarif, bol kıyafetli bir anne, yanında boy boy 3 kız yanyana. Gezi ve gözlem modunda konuşarak ilerliyordu.
Yine jeton düştü, ümidi az da olsa kuvvetli.
Ama nasıl olacak?
Sekine bitti vücut gerginliği, kafa ağrısı bitmedi. Kayaya yapışmış kertenkele gibiydi.
Hızlanıp yanlarına varmak istedi lakin beceremedi.
İlerleyip geri dönmek istedi, olmadı.
Kalekapısı karşısından sağa, kapalı yola/ Şarampol'e döndüler.
Kararsız hareketleri, aktive olamadı.
Sonra onları gözden kaçırdı. Acaba rahatsızlık verdim mi diye de son derece rahatsız oldu.
Bu iki başarsız kitap hediye teşebbüsü, son derece üzüntü verdi.
O an "Allahım Küçük Sözler'i bu ikisinin toplamında daha hayırlı, çook daha hayırlı birine nasip et" diye içten şekilde yakardı.
Gerçekten çok içten bir isteyişti.
Bu gibi niyazlar öztecrübesiyle sabit; genelde yerini buluyordu.
Kapalı yolun kalabalığından yukarı, Muratpaşa Camii'ne doğru yürüyordu.
İkindi ezanı yakındı ve başka bir evrada geçmişti.
Muratpaşa Camii avlusundaki tarihi ve dairevi şadırvana oturunca baktı ki 7-8 yaşında kartopağı gibi bir çocuk da abdest alıyordu.
Saçları kızılımsı gözleri açık mavi, cin gibiydi maşallah. Olgun insan gibi abdest alıyordu.
Çocukla gözgöze gelip tebessüm etmek istedi ama çocuk, gayet ciddi şekilde abdestine yoğunlaşmıştı.
Abdestini bitirip cami kapısına yöneldi ve çocuğun da gelmesi için yavaşladı.
Umudu cami kapısında karşılaşmaktı.
Çocuğun gelmesi saniyeler sürdüğü halde, kendisine bitmez gibi geldi.
Çocuk camiye adım attığında, tesadüfen gözgöze gelmiş gibi olacaktı.
Çocuk ayakkabısını koydu ve gözgöze geldiler.
Cemaat de camiye giriyordu.
Çocuğa
- Senin adın ne dedi.
- Bilgin
- Türk müsün?
- Hayır Tatarım
- Bilgin Allah kabu etsin, sana şu kitabı hediye ediyorum deyip mütebessimce uzattı.
Bilgin hızla kitaba baktı ve "Teşekkür ederim" deyip alırken, koyu kahverengi 33'lük tesbihi de uzatıp,
"bu da hediyem olsun" dedi.
Emniyet vermek için "ben öğretmenim tamam mı" dedi.
Bilgin aksansız bir Türkçeyle, "Çok teşekkür ederim" deyip dış açıktaki sol cemaat yerine geçti. Fasih Türkçeyi hiç beklememişti.
***
Namazdan sonra ayakkabısını bağlarken, şadırvanın karşısındaki ahşap oturakta bir anne baba, iki küçük kız ve Bilgin'i gördü.
Onlar uzaktaydı ve meşguldüler.
O an düşünmek için kafasını yere eğdi ve dedi ki; "az önceki yakarışım yerini buldu. O Ukrayn iki aile yerine, Bilgin'e; Küçük Sözler'i hediyem, onların toplamından daha yararlı oldu galiba, inşaallah."
Vücut gerginliği, gönül üzüntüsü gitmiş, sürur, ferahlık şevk içini dışını doldurmuştu.
Aniden başını kaldırıp bakıverince; Bilgin ve ailesini göremedi.
Ne çabuk kaybolmuşlardı hayret.
Cami avlusu geniş olduğundan çabucak hazırlanıp gidemezlerdi.
Kendi de, bu kadar uzun düşünceye dalmış olamazdı.
Bu hale; manevi bir renk vermek istemiyordu.
"Artık yaşlanıyor ve dalgınlaşıyor olmalıyım" dedi ve kalkıp yürüdü.